23.11.2018 / Tunca Arslan - Erksan’a göre Yılmaz Güney ve Nazım Hikmet


     Ercan Kesal’ın, 2012’de 83 yaşındayken yitirdiğimiz, Türk sinema tarihinin en önemli yaratıcılarından, “Gecelerin Ötesi”, “Acı Hayat”, “Susuz Yaz”, “Suçlular Aramızda”, “Sevmek Zamanı”, “Kuyu”, “Şeytan” gibi çok önemli filmlerin yönetmeni Metin Erksan’a dair anıları yayımlandı.


 

     140 sayfalık “Kendi Işığında Yanan Adam-Tanıdığım Metin Erksan” (İletişim Yay.) Kesal’ın genç bir hekimken tanıştığı usta sanatçıyla yaşam ve sinema hakkındaki sohbetlerini, gezilerini, ev buluşmalarını aktarıyor, ayrıksı kişiliğiyle tanınan Erksan’ın özel yaşamı, düşünsel dünyasıyla ilgili notlar içeriyor. Önemli ve üretken bir yönetmenken defteri kapatarak, 1977’den sonra, ölene dek 35 yıl boyunca hiç film yapmamış bir sinema ustası var karşımızda.


 

     Erksan’la “Hil Yayınları”nın sahibi Hüseyin Sönmez aracılığıyla tanışan Ercan Kesal, ilk buluşmalarını “Yirmi yıl sürecek bir muhabbetin sıcaklığını ve samimiyetini o an içimde hissettim” diyerek anlatıyor. Devamında şu satırları da okuyoruz:


 

     “Laf niye oraya geldi bilmiyorum. Yılmaz Güney bahsi açılmıştı nedense. ‘Vatan hainidir Yılmaz Güney’ dedi. Öylece bakakalmışım. Çayı bıraktım yavaşça. Ne yapacağıma karar veremedim bir an. Kalkıp gitmek istedim.”


 

     Hemen bir kez daha vurgulamış Erksan: “Evet, vatan hainidir.”


 

     Birkaç gün sonrasında bir buluşma daha: “Nelerden konuşuyorduk tam hatırlamıyorum, birden: ‘Nazım Hikmet ülkesine ihanet etmiştir’ dedi.”


 

     Kaldı ki Metin Erksan, bu keskin yargılarını yalnızca Ercan Kesal’a da ifade etmemiş, başka yerlerde de bolca yazmış söylemiştir.


 

     Harala Gürele


 

     Geçen hafta bu köşede Yılmaz Güney belgeseli “Çirkin Kral Efsanesi”yle ilgili yazımdan sonra gelen e-postalarda tebrik cümleleri de vardı, “Bir katili mi savunuyorsunuz?” diye soranlar da, Güney’in gerçek bir bölücü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar da.


 

     Yakın tarihimize, son 45-50 yıla şöyle bir bakın... Sanat ve sanatçı kavramları söz konusu olduğunda, özellikle de sol-sosyalist kesimde bitmez tükenmez bir harala gürele başlar, biri ötekini burjuvazinin ajanı ya da vatan haini ilan eder, devlet düşmanlığından halk düşmanlığına uzanan bir çizgi çekilir, kavga dövüşün sonu gelmez, kuşaktan kuşağa aktarılır.


 

     Fethi Naci bir keresinde “Bizdeki edebiyatçı kavgalarının yüzde 90’ının politik, ideolojik, estetik bir temeli yoktur. Genellikle kim kimin karısını öpmeye kalktı, kim kimin sevgilisinin bacağını masa altından okşadı diye başlar, sonra ideolojik kılıfa büründürülür” demişti. Eh, doğruluk payı yok değil.


 

     Sosyalist Gerçekçilik


 

     Metin Erksan filmlerini çok önemserim, çoğunu başyapıt olarak nitelerim. Düşünsel olarak da pek çok doğrunun altını çizmiştir. 1950’li yıllarda Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun “Türkiye Sosyalist Partisi”ne, 1960’larda “Türkiye İşçi Partisi”ne çok yakın durmuş, sonrasında tamamen Atatürkçü-Milliyetçi çizgiyi benimsemiş bir sanatçıdır. Ama öte yandan, Erksan’ın filmlerini seviyorum ve önemsiyorum diye Yılmaz Güney’i, Nazım Hikmet’i vatan haini ilan edecek, dahası buna suskun kalacak halim de yok!


 

     Tıpkı, büyük bir özlemle andığım, bu toprakların yetiştirdiği en büyük şair ve yazarlardan Attila İlhan, “Birinci Yeni’ciler, İnönü diktasının şairleridir” dedi diye Orhan Veli’yi, Melih Cevdet Anday’ı çöpe atmayacağım; “İkinci Yeni’ciler, Menderes diktasının şairleridir” dedi diye Cemal Süreya’ya, Edip Cansever’e, Ece Ayhan’a kötü gözle bakmayacağım gibi...


 

     Mesele çok basit: Sanatı ve sanatçıyı, sosyalist-gerçekçi yöntemle, yani asıl olarak yapıtlarıyla değerlendireceğiz.



     Aydınlık Gazetesi - 23.11.2018, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5764482
Online Ziyaretçi Sayısı:27
Bugünlük Ziyaret :145

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.