08.02.2019 / Tunca Arslan - Yılmaz Erdoğan’ın Mafyokrasi Güzellemesi


     Yerli yapımcılar ile salon işletmecisi-dağıtımcı “Mars Grubu” arasındaki patlamış mısır kavgası, yeni sansür yasasına sarayda verilen neşeli destek falan derken Yılmaz Erdoğan olan bitenden eleştirmenleri sorumlu görüyor olacak ki “Organize İşler-2: Sazan Sarmalı” için basın gösterimi yapmamayı tercih etti. Bu kararında kendince haklı olduğunu söyleyebilirim. Bin 400 salonda birden seyirci karşısına çıkan filme dair bugüne dek hiçbir eleştirmen kalem oynatmadı, dolayısıyla da Yılmaz Erdoğan keyfini kaçıracak şeyler okumaktan, “yükünü tutuncaya kadar”, en azından bir hafta boyunca kurtulmuş oldu. Oysa kaderden kaçılamaz: “Organize İşler-2: Sazan Sarmalı”, özellikle Kıvanç Tatlıtuğ’un sıra dışı rolünün hakkını başarıyla vermesi gibi parlak yanları olsa da vasatlığın sularında yüzen, kötü bir film.


 

     Her şeyden önce, Yılmaz Erdoğan’a mümkünse “devam filmi” yapmamasını öneririm. 2000’lerde çektiği “Vizontele”nin beş yıl sonraki devamı “Vizontele Tuuba” neyse, 2005’teki “Organize İşler”in 13 yıl sonraki devamı “Sazan Sarmalı” da öyle... İlk filmle kıyaslandığında gerilediği açıkça belli olan mizah duygusu, ezbere kaçan diyaloglar, yalapşap senaryo, taklitçiliğini ve “Hollywood” özentiliğini saklayamayan çocuk oyuncağı görünümlü aksiyon sevdası, “Sazan Sarmalı”nı başarısız kılmaya yetiyor da artıyorlar bile. Oyuncu kadrosu, Tatlıtuğ’dan Ezgi Mola’ya, Rıza Kocaoğlu’dan Ahmet Mümtaz Taylan’a açılan yelpazede filmi ayakta tutmaya çalışan tek direk de olmasa geriye pek bir şey kalmayacak açık söylemek gerekirse.


 

     Oltalar Karışıyor


 

     Argo sözlüğünde “sazan sarmalı”, bir çetenin, birbirinden habersiz iki tüccar ile bir kuyumcudan oluşan üçgen sayesinde dolandırıcılık yapması demekmiş. Filmin öyküsü bu sistemin işleyişi üzerine kurulu ve ünlü dolandırıcı Asım Noyan’ın (Yılmaz Erdoğan) kızıyla evlenmek üzere olan sersem damat adayı tam da nikah günü telefon dolandırıcılarının kurbanı olup sazan gibi avlanınca işler ve oltalar karışıyor. Herkes birbirinin peşine düşüyor, ortalık arapsaçına dönüyor. Bu, bir yerden sonra seyircinin de kimin kim olduğunu karıştırmasına yol açıyor ki Yılmaz Erdoğan’ın elinden çıkma senaryonun temel zaafı bu da değil bana sorarsanız.


 

     Yılmaz Güney ya da Kemal Sunal filmlerinden de yüzlerce örnek verilebilir... Popüler sinemada, özellikle de macera ve komedi iddianız varsa, suç ve suçlu kavramlarını belli bir yere kadar eğip bükebilir, soyguncuları, dolandırıcıları, hırsızları hoş kılabilirsiniz. Bu tür filmlerde organize suç dünyasının karakter ve tiplemeleri, seyircinin gözünde “kötü adam” olmaktan çıkıp, sempati kazanabilirler, güldürü unsuru haline gelebilirler, buna elbette bir diyeceğim yok. Ama örneğin “Vizontele”de dünya sinema tarihinde rastlanmamış biçimde “kötü adam” olarak “sinemacıları” kullanmaktan çekinmeyen Yılmaz Erdoğan, bu kez çok daha tehlikeli ve zehirli bir şey yaparak “tahsilat çeteleri”ni sevimlileştirip meşrulaştırmaya soyunuyor, “iyi adam” olarak resmediyor.


 

     Filmde bir şebeke tarafından dolandırılan masumlar, paralarını kurtarmak için tek çare olarak başka bir suç şebekesinin kapısını çalıyorlar ki “Sazan Sarmalı”nda devlete, polise, yargı sistemine, hukuka vs. figüran rolü bile biçilmemiş durumda. Sonuçta da seyrettiğimiz film mafya-tarikat rejiminin küçük balıklarını aklayıp paklamaya dönüşüyor ister istemez. “Ama bu yalnızca bir film!” denecek bir durum yok açıkçası; mafyokrasinin sineması da ancak böyle yapılabiliyor zaten.


 

     “Eleştirmen çetesi”nden pek hoşlanmayan Yılmaz Erdoğan’ın tahsilat çetelerine söyleyecek hiçbir sözü yok gördüğüm kadarıyla.



     Aydınlık Gazetesi - 08.02.2019, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5766921
Online Ziyaretçi Sayısı:12
Bugünlük Ziyaret :1422

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.