01.07.1983 / Kamil Şekerkaran - Sorunlar Düşünceler


     İstanbul, birçok bakımlardan olduğu gibi sanatsal çalışma ve sergilemeler yönünden de en önde gelen kentlerimizden biri kuşkusuz. Orkestra konserleri, resitaller, oda müziği konserleri, opera temsilleri, koro vb. Bazan bir hafta içinde 6-7 sergileme…


 

     Bu sanatsal çalışmaların pek çoğu “Atatürk Kültür Merkezi”nde yer alıyor. “AKM”nin başka sanatsal çalışmalara da kucağını açtığını unutmamak lazım. Tiyatro, sinema, çeşitli sergiler, zaman zaman uluslararası düzeyde konferanslar, seminerler.


 

     “AKM”nin yöneticileri, başta sayın Züher Hekimoğlu olmak üzere bu sanatsal çalışma ve sergilemeleri aksatmadan yürütebilmek için iyi niyet çerçevesi içinde büyük çabalar harcıyorlar. Zaman zaman, anlık sinirlenmelerimize rağmen onların iyi niyet ve çabalarını görmezlikten gelemeyiz.


 

     “AKM”nin, sanatsal çalışma ve sergilemeleri aksatan bazı yapısal (mimari), bürokrasiye bağlı olarak işletim eksikliklerini şimdiki yöneticilere yüklemek kesin bir insafsızlık olur. Bu konular, uzun uzun incelenip tartışılarak, eminim ki düzeltilecek konulardır. Bu yazıda, güncelliğini öteden beri koruyan, tiyatro sanatçılarını ve müzikçileri çok rahatsız eden, çok ufak bir gayretle düzeltilebileceğine inandığım iki konuya değinmek istiyorum.


 

     Bunlardan birincisi: “Küçük Salon”u ile “Büyük Salon”u (Temsil) arasında ses yalıtımının yeterli olmaması yüzünden ortaya çıkan üzücü durumlardır. Burada, duvarlar, tavan ve tabanlar arası yalıtım sisteminin yeniden düzenlenmesini konu etmeyeceğim. Bunun çok büyük bir çalışmayı gerektirdiğini biliyorum. Değinmek istediğim şu: Özellikle “Küçük (Konser) Salonu Sahne Girişi”, “Sahne öncesi Demir kapılı oda girişi”, “Büyük (Temsil) Salonu Orkestra Giriş Kapısı” ve bu salonlarla ilgili bazı kapı önlerine, çok küçük bir yatırımla, binanın iç plan ve estetiğini bozmadan son derece uyumlu renk ve görünüşte, sesi yalıtan perdeler sistemi yapılabilir. Bunlar, kapılar ve koridorlar aracılığıyla gelen sesleri geniş ölçüde yalıtırlar kanısındayım. Böylece aynı anda, alt ve üst salonda verilmekte olan iki konseri daha iyi koşullarda dinlemek olanağına kavuşulur. Tiyatrocu arkadaşlar müzikçi arkadaşlardan rahatsız olmazlar ya da “Lucia di Lammermoor Operası”nın ünlü aryası, caz müziği eşliğinde dinlenmemiş olur.


 

     İkinci konu da şu: “AKM”nin dördüncü katta bir kafeteryası vardır. Bu kafeteryaya merdivenden çıktığınız takdirde soluğunuz kesilir. Çalışma ve temsil aralarında dinlenmek, bir rahat koltukta oturup bir çay içmek istersiniz. Asansörler çoğu zaman çalışmadığı için o merdivenleri çıkmayı, yorgunluk ve zaman kaybı bakımlarından göze alamazsınız. Koridorlarda ayakta dolanır durursunuz. Bu asansörler, nedense devamlı çalışır durumda tutulamıyor. Burada, asansörlerden yararlanan sanatçı, görevli ve diğer kişilerin, asansörlerin kullanımında yeterli özeni göstermediğini itiraf etmek zorundayım. Benzer bir hor kullanım, kafeterya için de geçerlidir. Buradan yararlanan kişilerin, bu dinlenme yerini, her türlü davranışlarıyla iyi kullanamadıkları, bütün yakınmalarına rağmen yadsınamaz bir olgudur.


 

     Kendisiyle yaptığım bir söyleşide sayın Züher Hekimoğlu, bana, içtenlik dolu bir anlatımla “Biz burada sanatçı ve sanata en iyi koşulları sağlamak üzere görevliyiz” demişti. Kendisine inanıyorum, ayrıca kendisini aşan bir yığın parasal ve bürokratik olanaksızlıkların da bilincindeyim. Yine de bir kez daha duyurmak istedim.


 

     * * *


 

     Babası, annesi ya da yakın bir akrabası “Türk Hava Yolları”, “Devlet Deniz” ya da “Demiryolları”, “Sümerbank” vb. kamu kurumlarında çalışanlar bilirler. Bu kurumlar, çalışanlarına, kurum uğraşı kapsamına giren alanlarda birçok kolaylıklar sağlarlar. Örneğin, ulaşım kurumları çalışanlarına yılda bir -bazan iki- kez bedava ya da çok büyük bir indirimle gezi olanakları sağlarlar. Çalışanlar -hatta bu kurumlardan emekli olanlar- bu olanaklardan -isterlerse her yıl- yararlanırlar. Bazı devlet kurumları ise çalışanlarına ve emeklilerine ucuz ya da büyük indirimli dinlence olanakları veya ürettikleri nesnelerin ucuz ederlerle -bazan bedava- satışını bir gelenek haline getirmişlerdir. İş yerine otobüslerle getirip götürme çok raslanan bir kolaylıktır. Bunlar bazan yönetmelikler veya yasalarla bir garanti altına bile alınmışlardır. Buna benzer davranışlar özel girişim kurumlarında da pek sık görülen bir olgudur.


 

     Müzik kurumlarımızda böyle bir davranış geleneğini göremediğimizi üzülerek söylemek isterim. Yılların akışı içinde tanık olduğum birçok olay, beni, bu konuyu yazmağa itti.


 

     Müzik kurumlarında çalışanların büyük bir çoğunluğu, Güzel Sanatla uğraşan birçok kişi de belirgin bir davranış özelliği olarak ortaya çıkan “Diğer sanatçı ya da sanat kurumlarının neyi, nasıl, ne şekilde sergilediğini merak etmek, görmek, dinlemek istemek” duygularına sahiptirler. Görmek ve dinlemek istedikleri kişi ya da kuruluşlar çok ünlü iseler, bu istek daha da önüne geçilemez bir hal alır. Bir müzikçinin, ünlü bir kişi ya da topluluğun dinleti veya gösterisinde bulunma hakkı, en azından, normal bir dinleyicinin hakkına eşit -benim kanımca- hatta daha fazladır. Ülkemizde müzikçiler için, kardeş, komşu kurumların düzenledikleri yerli, yabancı gösteri ve dinletilerden az veya çok ayrıcalıklı haklarla yararlanmaları ancak, Türkçemizdeki deyimiyle “idare etmek” yoluyla olabilirse olur. Türkçemizde, anılan deyimle ilgili bir başka deyim-tümce de vardır: “İdarenin nerede başlayıp nerede biteceği belli olmaz.” “İdare edecek” kişilerle kişisel dostluklar, başkaca bir takım denge ilişkileri vb. davranışlar, bu konuda, yukarıda da belirttiğim gibi çok üzücü, kırıcı olaylara neden olmaktadır. Bir müzikçi -daha genel bir kapsam içinde de bir sanatçı- için en büyük zevk, coşku, doyum, hangi şekilde olursa olsun, bir sanat ürününü dinlemek, seyretmek, algılamaktır. Hele emekli olmuş bir sanatçı (müzikçi) için bu olgu kendisini biraz daha canlı tutacak bir ilaç gibidir.


 

     Bu konuda, müzik kurumlarımızın yöneticileri, bazı kuruluşların başında bulunan düzenleyiciler, olumlu olacağına inandığım bir girişimde bulunurlar ve yazılı ya da geleneksel bir düzen getirirlerse, müzik ve sanat yolunun kilometre taşlarından birini yerleştirmiş olurlar diye düşünüyorum.


 

     Ne dersiniz?


 

     ———————————————



     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 12. Yıl, 119. Sayı ile Temmuz 1983 tarihinde basılan nüshasının 18-21. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5778128
Online Ziyaretçi Sayısı:20
Bugünlük Ziyaret :908

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.