01.07.1983 / Tarcan, Bülent - Dinleyeceğimiz Büyük Eser


     Ata’mız, “İstiklal Savaşı” sonlanıp da Türkiye hürriyet ve istiklaline kavuştuktan sonra, “Büyük Millet Meclisi”nde yaptığı uzun ve ayrıntılı bir nutkunu şöyle bağlar:


 

     “Her aşaması vatan için, gelecek kuşaktaki çocuklarımız için şerefli olaylarla dolu ulu bir kahramanlık hikayesi olan ‘Anadolu Savaşları’nın heyecan verici ayrıntılarını tarihe bırakıyorum.


 

     Fakat efendiler! Ulusun ruh sanatı, musikisi, edebiyatı ve bütün güzel sanatları ile bu kutsal savaşın tanrısal seslerini sonsuz bir vatan sevgisinin coşkularıyla daima yırlamalıdır.” (*)


 

     Atamızın 1923’deki bu dileğini gerçekleştirmek için bu güne kadar sanatçılarımız “önemli” denilecek ne gibi eserler yarattılar?


 

     Atamızın sağlığında Faruk Nafiz Çamlıbel hocam, Behçet Kemal Çağlar arkadaşım neden o vatan sevgisi dolu sesleri ile bu savaşın anlamını yansıtan şiirler yazmadılar? Daha sonraki kuşağın şairleri neden geleceğe yansıyacak güçte mısralar ile Ata’mızın bu dileğini gereği gibi kutsal bir borç edinmediler?


 

     Bildiğim kadarıyla bir tek kadın edibimiz (Halide Edip Adıvar), o günlerin gerçek anlamını taşıyan iki eser verdi: “Ateşten Gömlek” ve “Türk’ün Ateşle İmtihanı”. Ama sonra, 60 yılı aşan bir süre içinde suskunluk, ihmal ve unutkanlık…


 

     Ressamlarımız “Anadolu Savaşı”nın havasını yansıtan birçok resimler çizdiler. Başlıca “Gülle Taşıyan Kadınlar”ı tema olarak canlandıran bu resimlerin sergilerde tek tük görülmesi de Ata’nın dileğini yerine getirir bolluk ve nitelikte oldu denilemez.


 

     İşte 1923’de bir ulusu yeniden hayata kavuşturan en büyük Türk’ün o dileği şimdi büyük, abidevi bir müzik halinde gerçekleşiyor. Bu eser, Adnan Saygun’un “Atatürk’e ve Anadolu’ya Destan” isimli müzikli epopesidir. “1983 Kültür ve Sanat Festivali”ni böyle bir eserle açışımız bu bakımdan üstün bir mana ve değer taşımakta, sadece “Festival”e değil, tüm Türk ulusuna ve tüm dünyaya büyük bir kompozitör olduğu kadar ateşli bir vatansever olan Saygun’un eli ile, Ata’mızın dileğine layık muazzam bir eser sunulmaktadır.


 

     Adnan Saygun’u anlatmaya bilmem ki gerek var mı? O sadece bizim 1 No’lu bestecimiz değil, çağdaş müzik dünyasının en ulu kişilerinden biridir. 1907’de doğan sanatçı, daha 7 yaşında iken başlayan “Birinci Cihan Harbi”ni yaşamış, işgal altındaki İzmir’in en acıklı günlerine şahid olmuş, “Kurtuluş Savaşı”nın tüm aşamalarını yaşamış ve sonunda “Kadife Kale”ye “Türk Bayrağı”nın çekildiğini görme mutluluğunu tatmış bir vatan çocuğudur. Yaradılıştan müzisyen ve sanatçı doğmuş Saygun’da o günlerin gerçek etkileri, elbette içten ve derinlemesine yansımıştır. Atatürk’ün şahsi ilgi ve takdirini kazanma mutluluğuna da eren bu büyük sanat adamı kadar “Kurtuluş Savaşı”nı müzikli bir destan haline getirebilecek yetkide başka sanatçı tanımıyorum. Saygun, kompozitörlüğünün bu olgun çağında kendine ve ulusuna layık bu eserle belki de verebileceğinin en üstünü işte şimdi bizlere sunuyor. Ne mutlu O’na.


 

     Adnan Saygun bu eserine 1981 yılının son aylarında başlayarak 1982 baharında, yani oldukça kısa bir sürede tamamladı. Ailesinin yaşamında sonu gelmeyen sıhhi arızaların O’nu bunalttığı bir zamanda bu destanı olağanüstü bir ateş, heyecan ve istekle yarattı. Böyle bir şey ancak O’ndaki tükenmez çalışma gücü ve sanat yeteneği sayesinde olabilmiştir. Destan bir saat elli dakika kadar sürmektedir. Ses solistleri, koro ve orkestra için yazılmıştır. Orkestra yapısı şöyledir:


 

     3, 3, 3, 3 - 4, 4, 3, Tuba - Timpani ve Bateri - Harp - Çelesta - Yaylılar.


 

     Bu partisyonda Saygun ilk olarak bir dördüncü trompet kullanmaktadır. Ses solistleri soprano, alto, tenor ve bas olup eserin boyunca koro, kompozitörün ana ruhunu, “zulme baş kaldıran Anadolu halkını” bir bütün halinde dile getirmektedir. Koro’nun “Parlando” olarak sesini duyurduğu bir episod da vardır.


 

     Şimdi önemli bir noktaya geldik:


 

     Saygun, bu “Destan”ın librettosunu kendi yazmıştır. Çünkü bu tip bir eserin doğuşunu sağlayabilecek bir libretto yoktu. Saygun bu libretto’da doğrudan Ata’nın hiçbir sözünü kullanmaz, ancak O’na simgesel değinişler yapar. Bu yönden “Kurtuluş Savaşı”nın aşamalarını ayrıntıları ile bilmeyenler savaşların yanında o günün sözlerini ve yayınlarını hatırlamayanlar için bu eser “ezoterik” bir nitelik taşır. Bu yazımın yazılmasının bir sebebi de eserin librettosunu kısa bir analizle aydınlatarak dinleyiciye yardım etmektir. Saygun bu “Destan”ı, birbiri ardında gelen onbeş deyiş halinde yazmıştır. Şimdi bu deyişlerin üzerinde kısaca duralım:


 

     Birinci Deyiş (Koro ve Orkestra): Yenilmiş ve işgal edilmiş vatanın durumunu karamsar bir görüşle dile getirir. Örneğin düşman filolarının doldurduğu Akdeniz o haliyle sanki artık bize dost değildir:


 

     “Akdeniz’de kara kara dalgalar

     Köpük köpük yükselir

     Bu köpükler gayri ak değil

     Bu sular gayri dost değil.”


 

     İkinci Deyiş (Alto Solo, Koro ve Orkestra): Yurdun kanını emmeğe gelen düşmanlara değinilir:


 

     “Doğu’dan Batı’dan

     Kuzey’den, Güney’den

     Yönelmişler akın, akın

     Kan emenler…”


 

     Üçüncü Deyiş (Soprano Solo ve Koro): Bu bölüm Anadolu insanının zulüm karşısındaki feryadını duyuran bir çeşit “ağıt”tır:


 

     “Anam sana ağıt yaksam mı ola?

     Gözümde yaş kurumuş akmaz…”


 

     Dördüncü Deyiş (Alto Solo, Bas Solo, Orkestra): Bu bölüm zulme karşı koyanlara Anadolu’nun güç veren seslenişidir. Rabbin günü gelince hakkın günü de gelecektir. Dayan oğul dayan. Bu kısmın sonunda Ata’nın bir cümlesi duyulur:


 

     “Ve her halde alemde

     Bir hak vardır

     Ve hak, kuvvetin üstündedir.”


 

     Beşinci Deyiş (Yalnız Koro ve Orkestra): Sesler Karadeniz’e haykırır:


 

     “Hey Karadeniz, kükredin, coştun ve kabardın ama

     Yenemedin küçük bir tekneyi.”


 

     Burada çürük bir tekne ile Karadeniz’i aşan umut kaynağına değinilmekte. O’nun gönülleri engininden kavrayan tok sesi ile zulme karşı koymayı bir ana fikir olarak ileri sürdüğü yeniden duyulur:


 

     “Ve her halde alemde

     Bir Hak vardır…”


 

     Altıncı Deyiş (Tenor Solo, Koro, Orkestra): Ata’nın Erzurum’a varışı. Nene Hatun simgesi ile dile getirilir. Nene Hatun’dan gelen selam, Kartal’ın, Ata’nın yuvasından doğrulup fırlamasını ister:


 

     “Nenemden selam var, Nene Hatun’dan

     Kartal yuvasına kartal gerek der

     Ve bir kartal ağır ağır doğrulur

     Doruktaki yuvasından.”


 

     Yedinci Deyiş (Solistler, Koro, Orkestra): Erzurum’dan Sivas’a geçiş. Şiirdeki “Çifte Minareler” sözü, Sivas’ı simgelemektedir. Düşman kavi, tali zebun diyerek manda peşinde uğraşanların yiğitlik diyarında barınamayacakları anlatılır:


 

     “Ve dayanın yiğitlerim

     Lacivert dalgaların

     Kıyıma ulaştırdığı

     O küçücük teknede doğan nur

     Size erişinceye dek!”


 

     Sekizinci Deyiş (Soprano, Alto, Bas, Koro, Orkestra): Anadolu’nun çeşitli yörelerinde (Gaziantep, Maraş, Urfa) zulme, düşmana başarılı direnmeler olmaktadır. Şehirler gazileşmektedir. Bütün bunların üstünde acımasız ejdere karşı koyan “Toprak Ana”nın hakka dayanan kudreti vardır:


 

     “Bütün mazlumlar dünyasının

     Zulüm dünyasına doğru

     İleri sürdüğü toprak,

     Toprak ananızım.”


 

     Dokuzuncu Deyiş (Bas, Orkestra): İstanbul’daki aciz Sultan’a ve adamlarına seslenilir. Marmara’nın üst yanında saraylar… Vatan çocuklarının yıllar yılı “öl” deyince düşünmeden el sunduğu geçmişin adamları… Aman, olan olmuştur. O sonsuz kudret kaynağına baş kaldıran ulusun gözünde yok olmuştur. Çünkü zulme şahlananlar şöyle haykırırlar:


 

     “Hem sana hem de bütün dünyaya

     İşte sözüm

     Ya İstiklal Ya Ölüm!”


 

     Onuncu Deyiş (Alto, Tenor, Koro, Orkestra): Birinci ve İkinci İnönü zaferlerine ait dönemin canlandırılışı:


 

     “Yenilen sade düşman değil

     Ters tali (**) de yenilmiş

     Şu kan dolu alanda.”


 

     Onbirinci Deyiş (Alto ve Koro, Orkestra): Sakarya gerisine kadar çekiliş. Ama günün birinde yine gelmek üzere:


 

     “Ağlamayın, ağlama!

     Gene gelsem gerek dönmemesiye

     Sana kavuşsam gerek ayrılmamasıya”


 

     Onikinci Deyiş (Bas ve Orkestra): Sakarya savaşından hemen önce bir askerin anasına yazdığı mektuptan, vatanı kurtarmak için her şeyi hiçe sayan gencin duygularını öğreniriz:


 

     “Mektubum eline değende anam

     Kutla beni

     Şehit de olsam gazi de olsam.”


 

     Onüçüncü Deyiş (Alto ve Koro, Orkestra): Sakarya Savaşı denilen ve 22 gün süren “Kanlı Düğün”. Ve işte sonunda 22’inci günün, yılan gevşedi, çözülüverdi. Kıvrana kıvrana kaçar. Kaçarlarken:


 

     “Kimi suya atılır bir daha çıkmamasıya

     Kimi yollarda koşar geri dönmemesiye.”


 

     Ondördüncü Deyiş (Solistler, Koro, Orkestra): “Büyük Taarruz”dan sonra geçen bir senelik, sessizce hazırlık dönemi. Mevsimler gelip geçmiş, cepheye çocuğu ile, kağnısı ile, ihtiyarlar ve kadınlarıyla cephane taşınmış, ulus büyük bir akına hazırlanmıştır:


 

     “Delikanlısıyla ak sakallısıyla

     Ve kağnısını yeden kadınıyla, kıyıya

     Koşarlar, koşarlar!”


 

     Onbeşinci Deyiş (Solistler ve Koro, Orkestra): “Büyük Taarruz”.


 

     “Bu bir savaş değil gayri

     Bir kaçış ve kovalayış.”


 

     Türk ordusu düşman üzerine bir çığ gibi yuvarlanır. Deniz ulaşabilenler kendilerini karşıya atacak bir sandalın hayalindedir:


 

     “Ama benim atlılarım, piyadelerim

     Yıldırım çarpar gibi çarpıp da yağıyı

     Kuşlar gibi uçaraktan

     Bir solukta eriverirler.”


 

     Vatan kurtulmuş, yıllar boyu süren bir boğuşmanın mutlu sonucuna varılmıştır:


 

     “Anam! Canım toprağım benim!

     Kurtuldun!”


 

     Destanın son satırları “Şehamet uğrunda ölenlerin analarına, babalarına” selamla biter.


 

     Bu destanın dili Anadolu dilidir ve Saygun bu dili içtenlikle, duyarlıkla kullanmış, müziğine layık bir libretto’nun öz sahibidir. Bu eserde hiçbir tasvir, hiçbir göstermelik episoda rastlanmadığı için, tam anlamıyla arık müziğin muazzam bir örneğidir. Çağımızda Saygun’un bu partisyonuna uzaktan yanaşabilecek iki eser vardır ki onlar da bu koskoca fresk’in yanında küçük kalıyorlar. Kodaly’nin “Psalmus Hungaricus”u ile Britten’in “War Requiem”i. Kanımca yirminci yüzyılda zulme karşı böylesine kükreyip, şahlanan bir haykırış henüz yazılmadı. Benim bu kanıma katılacakların az olacağını hiç sanmıyorum.


 

     “Atatürk’e ve Anadolu’ya Destan”ın prömiyeri, çok değerli orkestra şefimiz Gürer Aykal’ın yönetimi altında, “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası”, “İstanbul Devlet Opera Korosu” ile solist olarak Suna Korat, Işın Güyer, Erol Uras ve Ayhan Baran ile 29 Aralık 1982’de Ankara’da yapıldı. Şu satırların yazıldığı gün, (16.6.1983) Ankara’da herkese girişi serbest bir icra daha yapılacak. Partisyonunu gördüğüm ve naklen yayınından tanıdığım bu eser için tek söyleyeceğim kelime şudur:


 

     Emsalsiz!

     _____________________________

 

     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 12. Yıl, 119. Sayı ile Temmuz 1983 tarihinde basılan nüshasının 2-9. sayfalarından alınmıştır.

     ______________________________________

 

      (*) Atatürk’ün “Meclis”te söylediği “Nutuk” o günlerin çok ağdalı ve bugün çoğunluğun anlayamayacağı bir dille söylendiğinden ben bu iki cümleyi biraz serbest olarak günümüzün dilinde yazdım. (Bülent Tarcan)
     (**) Atatürk’ün sözü ile “Talihi makus”.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:6228476
Online Ziyaretçi Sayısı:13
Bugünlük Ziyaret :261

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.