01.08.2009 / Sefai Acay - Profesör Eduard Zuckmayer’i Anarken…


     2 Temmuz 2009… Öğretmenim Prof. Eduard Zuckmayer’in 37. ölüm yıldönümü. Kendisini tanıdığım (*) 40 yıl öncesinden bu yana, O’na olan hayranlığım, O’na olan saygım/sevgim her geçen gün daha da arttı.


 

     Zuckmayer Kimdi?


 

     Prof. Eduard Zuckmayer, 1890 yılında Almanya’da doğdu, çok küçük yaşta piyano öğrendi, ailesinin başka meslek edinmesini istemesine karşın O Münih, Berlin, Bonn üniversitelerinde piyano, müzikoloji, müzik tarihi ve felsefe eğitimi aldı. 1914 yılında “konser piyanistliği” ve “orkestra şefliği” diplomalarını aldıktan sonra, orkestra şefliği sınıfının en iyi öğrencilerine verilen “Wüllner” armağanını kazandı. Aynı yıl “Mendelssohn” ve “Ibach” yarışmalarında ödüller aldı. 1915 yılında katıldığı “I. Dünya Savaşı”ndan üç yıl sonra ağır yaralı olarak dönen Zuckmayer, 1925 yılına kadar konser piyanistliği ve orkestra şefliği alanlarında, sanat dünyasında adından en çok söz edilenler arasına katılma başarısını gösterdi.


 

     1925 yılında aldığı bir teklifle, Juist adasında kurulmuş olan “Schule Am Meer” (Denizdeki Okul) müzik okulunda öğretmenlik ve sanat danışmanlığı görevi aldı. Ancak 1933 yılında iktidar olan Nazilerin totaliter eğitim anlayışı yüzünden bu okul kapatıldı. Zuckmayer, önerilen görevleri kabul etmedi. Bu sırada “Atatürk Türkiye’si” sanat, kültür, bilim devrimlerindeki adımlarını peşpeşe atarken, O’nun Ankara’da kurulacak olan yeni devlet konservatuvarında sanat danışmanlığına atanması, Prof. Paul Hindemith tarafından önerildi. Böylece “Milli Eğitim Bakanlığı”nın daveti üzerine 1936 yılında Türkiye’ye geldi.


 

     Zuckmayer, konservatuvarın kuruluş aşamasında pek çok önemli roller üstlendi. Ancak, ülkemizde müzik sanatının geliştirilmesi için müzik eğitimcisi yetiştirilmesine ve bu eğitimcilerin Anadolu’daki okullara gönderilerek yetenekli çocuklarımızın erken yaşta keşfedilmesi ve yönlendirilmesi gerektiğine inanıyordu. Bakanlığa bu konuda bir rapor sundu. 1936 yılında orta öğretim kurumlarına öğretmen yetiştirilen “Gazi Terbiye Enstitüsü”ne (daha sonra ‘Gazi Eğitim Ensitüsü) müzik şubesi (bölümü) açılmasını sağladı ve bu kurumdaki görevini 36 yıl (34 yılı bölüm başkanı olarak) ölümüne dek sürdürdü. O’nun 82 yıllık yaşamı ve ülkemizde yaşadığı 36 yıllık süre içinde, insanüstü özveri ve çalışmasıyla, yaptıklarını tek tek saymak mümkün değildir.


 

     O’nu Nasıl Tanıdım?


 

     Zuckmayer’in adını, ortaokula başladığım yıl (1957) üç renkli müzik kitabındaki “Dostluk” şarkısının sözlerinde gördüm. “Müzik: Alman Ezgisi, Söz: Eduard Zuckmayer” yazıyordu. Alman ezgisini anlamıştım ama adı Türk olmayan birinin nasıl olup da o anlamlı sözleri Türkçe yazabildiğini, çocuk kafamla algılayamıyordum.


 

     Öğretmen okulunda okuduğum yıllarda Zuckmayer’in adını daha çok duyar oldum. Müzik öğretmenim O’nun eğitimci kişiliğinden, O’nun sanatından, O’nun insan sevgisinden, O’nun ürettiklerinden vb. özelliklerinden sıkça söz ediyordu. Mandolin çalmayla başladığım müziği öğrenmeye ve bu alanda öğrendiklerimi geliştirip pekiştirdikçe müzik eğitiminin zorluğu ve karmaşıklığını da öğreniyordum. Öğretmen okulu son sınıfta müzik öğretmenimden kısa süreli keman eğitimi aldım. Öğretmenim, müzik bölümü sınavlarına girmemi ve müzik öğretmeni olmamı istedi.


 

     “Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü” sınavlarına katılmak için Ankara’ya geldiğimde en büyük isteğim, Eduard Zuckmayer’i görmek ve O’nunla tanışmaktı. Okulun bahçesinde gezerken çevremdekilerden O’nu bana göstermelerini istedim ve gördüm. Bahçede bir grup öğrencisiyle geziyordu. Yaşlıydı. Kalın mercekli gözlüğü, ağzında purosu ve yüzündeki gülümsemesiyle hayalimde canlandırdığım kişiydi. “Ah sınavı kazanabilsem, O’nun öğrencisi olsam ve ben de O’nunla birlikte bahçede gezebilsem” diyordum.


 

     Sınava girdiğimde jüride yoktu. Sınavdaki başarımı orada bulunan öğretmenler anlatmış olacaklar ki, sınav stresini atmak için bahçede gezindiğim sırada Zuckmayer’in beni arattığını ve görmek istediği haberini aldım. Koşarak yanına gittim, bana “Sefai Acay sen misin? Senin sınavında bulunmak isterdim. Ama nasıl olsa okula geldiğinde seninle birlikte çalışacağız” deyince dünyalar benim olmuştu.


 

     Okula girdikten sonra beni “viyola” öğrencisi olmam için yönlendirdi. Ciddi/displinli bir çalışmanın içine girmiştim. Müzik sanatının ne olduğunu anlamaya başlamıştım. Çalışma odama sık sık gelerek çalışmalarımı gözlemliyordu…


 

     “Anadolu çocuğu olarak” arkadaşlarla arada bir geleneksel müziklerimizden çalıp söylüyorduk. Bir gün üst sınıflarda okuyan bir ağabeyimiz, “Türk müziği çalıp söylemeyin, Zuckmayer duyarsa hepinizin canına okur” deyince şaşırmıştık. O’nun böyle bir davranışa neden karşı olabileceğini, ilerleyen öğrencilik döneminde anlamıştım. Nihavent makamında bestelediğim bir şarkının notaları eline geçmişti. Bana, “Nihavent besteni inceledim; şarkının ezgisi çok güzel, form yapısı çok güzel, prozodi çok güzel amaaa… Bu ülkede bu tür besteleri doktorlar yapıyor, avukatlar yapıyor, başka meslek sahipleri yapıyor. Müzik okullarına gitmeyen, müzik eğitimi almayan insanlar da yapıyor. Oysa sen müzik eğitimcisi olmak için eğitim alıyorsun, öyleyse eğitimde kullanılabilecek müzikler bestelemelisin” deyince rahatlamıştım ve o günden sonra “eğitim müziği”nin ne olduğunu araştırmaya ve incelemeye başlamıştım.


 

     Zuckmayer’le ruhsal bir yakınlaşmamız olmaya başlamıştı. O, doğal olarak yalnız benimle yakınlaşmıyor, ciddi ve disiplinli olarak çalışan bütün öğrencilerine yakın ilgi gösteriyor ve koruması altına alıyordu. Öğrencilerin düzenlediği eğlence günlerine katılıyor, onlarla birlikte şarkı söylüyor, horon tepiyor ve gözlerini sıkıca bağlatıp piyano tuşlarının üzerine çarşaf örttürdükten sonra da Mozart’ın “Türk Marşı”nı ustaca çalarak sanattaki büyüklüğünü eğlence boyutunda sergiliyordu.


 

     Biz yatılı okuyorduk. O, okulda kendisi için düzenlenmiş gösterişsiz! bir ortamda kalıyordu. Her gece saat 10.30’a kadar zorunlu etütlerimiz vardı. 114 çalışma odası ve sınıfı bulunan okulumuzun panosunda haftada en az bir kez, O’nun tarafından daktilo ile yazılmış ve imzalanmış duyuruların yanı sıra uyarı yazılarını da okuyordum. Yazıların içeriği hep aynı idi:


 

     “Dün akşam etütlerden sonra çalışma odaları ve sınıflarda yaptığım kontroller sırasında …………… nolu oda/sınıfların elektriklerinin yanık bırakıldığını,

 

     ……………….. nolu oda/sınıfların pencerelerinin açık bırakıldığını,

 

     ……………….. nolu oda/sınıflardaki piyano kapaklarının açık bırakıldığını,

 

     ……………….. nolu  oda/sınıflarda sigara içildiğini vb.

 

     tespit etmiş bulunmaktayım.

 

     Öğrencilerimden, bu tür davranışların, ülkemiz milli ekonomisine verecekleri zararı düşünmelerini ve aynı hatalara tekrar düşmemelerini rica ediyorum.

 

     Prof. Eduard Zuckmayer”


 

     Yatılı okuduğumuz ve çalışmak zorunda olduğumuz için özellikle dini bayramlarda memleketlerimize gitmiyorduk/gidemiyorduk… Ramazan (şeker) bayramlarından birkaç gün önce panoda şöyle bir duyuru oluyordu:


 

     “Bu bayramda memleketlerine gitmeyecek olan öğrencilerimle saat ………. da 8 No’lu salonda bayramlaşma töreni yapılacaktır. Bayramda görüşmek dileğiyle…

 

     Prof. Eduard Zuckmayer”


 

     Duyuruda belirtilen gün-saatte 8 No’lu salonun kapısında, daha önce görevlendirdiği iki kız ve iki erkek öğrenci arkadaşımız gelenleri karşılıyordu. Birinin elinde çikolata, birinin elinde şeker-lokum tabakları ile diğerinin elinde kolonya şişesi bulunuyordu. Kapının iç tarafında da Zuckmayer ayakta bekliyor, içeri giren öğrencilerine elini öptürüyordu. Daha önceden düzenlenmiş salonda 1-2 saat süren bayram sohbeti yapılıyordu.


 

     Kurban bayramlarında ise bayramdan yaklaşık iki hafta önce yine panoya asılmış duyuruyu okuyorduk:


 

     “Öğrenci arkadaşlarımın dikkatine:

 

     Bu bayramda memleketine gitmeyecek olan öğrencilerimizin, adlarını aşağıya yazmalarını rica ediyorum.

 

     Prof. Eduard Zuckmayer”


 

     Duyuru altına adlarını yazan öğrencilerin sayısını belirledikten sonra okulun aşçı başını çağırarak bu sayıya yetecek kurbanlığın parasını veriyor, bunları pişirtip bayram günü öğrencilerine ikram ediyordu. Ve ardından bayramlaşma seremonisi…


 

     Birlikte çıktığımız bir akşam yemeğinde değişik konularda sohbetimizi sürdürüyorduk. Bana, “Sen Avrupa’yı gördün mü?” diye sordu. “Hayır” diye yanıtladım. “Sen Amerika’yı, Afrika’yı, Japonya’yı, Rusya’yı, Hindistan’ı ………….. gördün mü?” “Hayır” dedim. “Peki sen Anadolu’yu, Türkiye’yi gezdin mi?” diye sorunca, “Bakın profesörüm, ben çok fakir bir ailenin çocuğuyum, sadece Ankara’ya gelip, memleketime dönecek kadar para bulabiliyorum, hiçbir yeri gezemedim!…”


 

     “Ben” dedi Zuckmayer, “Dünyanın her tarafını gezdim. Çok güzel yerler gördüm. Türkiye’nin de her tarafını gezdim ama Anadolu’daki güzelliklerin bütünlüğüne dünyanın hiçbir yerinde rastlamadım. ‘Akdeniz Bölgesi’, doğa yapısı-iklimi ve ‘ak denizi’ ile; ‘Ege Bölgesi’, farklı doğa yapısı-iklimi ve denizi ile; ‘Karadeniz Bölgesi’, iklimi-yeşilin her tonundaki ormanları ve ‘kara denizi’ ile; ‘Doğu Anadolu’ haşin dağları ile bu ülke, Tanrının bütün güzellikleri bir araya toplayıp yaratmış olduğu bir ülke. Öyle inanıyorum ki yeryüzünde bütün güzelliklerin yaratıldığı bu topraklar üzerinde Tanrı, dünyanın en zeki ve en yetenekli çocuklarını da yaratıyor. Ama bu ülkede eğitim (sinirlenerek) maalesef kocaman bir sıfıra doğru gittiği için o insanlar hiçbir işe yaramadan toprak oluyorlar…”


 

     Bir sabah okula gelmiş, merdivenlerden yukarı doğru koşarak çıkıyordum. O da merdiven kıyılıklarına tutunmuş ve yavaş yavaş aşağı iniyordu. “Günaydın hocam, nasılsınız?” diye sordum.


 

     - “Niçin soruyorsun Sefai? Hiç iyi değilim.”


 

     - “Hayırdır hocam, rahatsız mısınız?”


 

     - “Hayır efendim, rahatsız filan değilim. Bu memleketin bürokrasi işleri benim çalışmamı engelliyor, ben 15 gündür piyano çalışamıyorum ve öğrencilerime dersleri için yararlı olamıyorum!…”


 

     “Gazi Eğitim Enstitüsü” son sınıfa gelinceye dek O’nunla pek çok ortak anılarımız oluştu. Birbirimize baba/oğuldan da yakın olmuştuk. Son sınıfı okuduğum yıl O, 79 yaşındaydı. Ancak bütün gücü ile gece gündüz durmadan çalışıyordu.


 

     Mezun olup da “Diyarbakır / Dicle Öğretmen Okulu”na müzik öğretmeni olarak atandıktan sonra sık sık mektupla yazışıyorduk. Tatillerde Ankara’ya uğruyor, kendisini ziyaret ediyor, elini öpüyordum. Gerek mektuplarında, gerekse yüz yüze görüşmelerimizde, “Sefai, burs bularak Avrupa’ya gönderdiğim ve Türkiye’ye dönen bazı öğrencilerim beni çok üzüyorlar, çünkü onlar bu ülkenin parasıyla yurt dışına gittiler ama bu ülke için bekleneni vermiyorlar” diyordu. Bu duruma ben de üzülüyordum ama çözüm bulmak elimde değildi. Ve O, öldü.


 

     “Öldüğümde, beni asıl vatanım Türkiye’den ayırmayın” diye vasiyet ettiği için Ankara-Cebeci’de toprağa verildi. Ardından, ülkemizde müzik eğitiminin temellerini atıp, yetiştirdiği “müzik eğitimcileri” gözyaşı döktüler. O’na “Alman” dediler, O’na “Yahudi” dediler, O’nu casuslukla suçladılar. Oysa O, Türk’ten daha Türk, yurtseverden daha yurtseverdi. “Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü”nde büstü yapıldı. Ancak ölümünden sonra “Bu ülkeye gavur müziğini aşılayan Zuckmayer’dir, büstü de kırılmalı, mezarı da parçalanmalıdır; (meslek gereği sanatı öğretmek amacıyla ve bu fakir halkın parasıyla alınan) piyanoların içine de edilmelidir” diyerek eylemlerini gerçekleştirdiler. Bu yetmedi O’nun yaşamı boyunca emek verdiği, göz nuru döktüğü kitaplarıyla, müze oluşturularak saklanması gereken bütün eşyalarını ateşe verdiler. Bu düşünceyi taşıyan ve bu eylemleri gerçekleştirenlerden bazıları, (maalesef) ya profesör ya da milletvekili yapılmaya layık bulunmuşlardı.


 

     Ailesi tarafından bile “Türk” olarak nitelendirilen, sevgili öğretmenim Profesör Eduard Zuckmayer; ülkemiz için verdiğin emeklere ve düşüncelere sonsuz teşekkür… Ruhun şad olsun, ışıklar içinde yat.

 

     ______________________________

 

     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 48. Yıl, 407. Sayı ile Ağustos-Eylül 2009 tarihinde basılan nüshasının 28-35. sayfalarından alınmıştır.

     ______________________________________

      (*) Sefai Acay: Eğitim Müziği Bestecisi. A.İ.B.Ü. Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5807966
Online Ziyaretçi Sayısı:25
Bugünlük Ziyaret :898

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.