01.07.1983 / Üstün Duruel - Semih Argeşo İle Sohbet
Geçen mevsim emekliye ayrılan Semih Argeşo, kırk yılı aşan müzik hayatında kemancı, başkemancı, hoca ve şef olarak ülkemiz müzik yaşamına renk katmış, çoksesli müziğin gelişmesi, yayılması ve sevilmesinde büyük emeği geçmiş önemli isimlerden birisidir.
Argeşo, “İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası”nın 1982-83 mevsiminde “AKM”de verdiği son konserde (Bahar Konseri) şef kürsüsünde, yine orkestrasıyla birlikteydi.
Bu konserden sonra sanatçıyla yaptığımız uzun sohbetin bir bölümünü sunuyorum.
- Sayın Argeşo, anılarla dolu uzun bir müzik hayatınız olduğunu biliyoruz. Biraz gerilere, geçmiş yıllara dönsek… Bu mesleğe nasıl başladınız?
- Ailem, gerek baba gerek ana tarafından bir asker ailesidir. Ama hepsi de müziğe büyük ilgi duyan, ilgilenen insanlardı. Bir “Erkan-ı Harp Miralay”ı olan babam amatör olarak flüt çalardı. Annem ve teyzelerim piyano çalışırlardı. Kardeşlerim ve kuzenlerim çok iyi birer piyanist idiler. Beni de “Galatasaray Lisesi”ne devam ettiğim sıralarda kemana başlatmak istediler. Ve hiç unutmam, 1928 senesinin Şubat ayında bir Cuma günü -o zamanlar hafta tatili Cuma günleri idi- ilk dersimi aldım. SEne 1928, yaşım 12. “Galatasaray Lisesi”nin 5. sınıfına devam ediyordum. İlk hocam Arnold Zirkin oldu. 1933 senesinde “İstanbul Belediye Konservatuvarı”na girdim, Seyfettin Asal’ın öğrencisi oldum. Bu arada Carl Berger’den özel dersler aldım. 1936’da Viyana’ya gittim, “Viyana Müzik Akademisi”nde 5 yıl kadar çalıştım. Oradaki hocalarım da Gottfried Feist, Ernst Moravec ve Franz Mairecker idi. 1941 senesinde akademiyi bitirdim, yurduma döndüm. Döner dönmez “Ankara Devlet Konservatuvarı”na keman hocası atandım, aynı zamanda “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası”nda görevlendirildim. Fakat bu çalışmalarım kısa sürdü, hemen askere aldılar. Malum harp seneleri… Askerliğim 3 sene sürdü. 1944’de terhis edildim.
- O yıllarda Ankara’da “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası” Vardı ve Faaliyetini Sürdürüyordu. Ama İstanbul’da Henüz Bir Senfonik Orkestra Yoktu…
- Evet, 1944’de terhis edildiğim sıralarda Cemal Reşid Rey İstanbul’da bir orkestra kurma hazırlığı içindeydi ve evvela 24 kişilik bir “Yaylı Sazlar Orkestrası” kurdu. Cemal Reşid Rey benim de bu orkestrada çalmamı istedi, ama benim Ankara’da mecburi hizmetim vardı. O zamanki “Güzel Sanatlar Genel Müdürü” Cevat Memduh Bey’e başvurduk, vaziyeti anlattık. Cevat Memduh Bey, “Maarif”e karşı olan mecburi hizmetimi İstanbul’da ödememe razı oldu, ben de bu topluluğa katıldım. Aynı zamanda “İstanbul Belediye Konservatuvarı”nda hocalığa başladım.
- Bu topluluğun çalışmalarından, verdiği konserlerden söz eder misiniz?
- 24 kişilik bu “Yaylı Sazlar Orkestrası”, konservatuvarın üst katındaki sofada çalışırdı, provaları burada yapardık. Hemen şunu ilave edeyim, orkestradaki arkadaşlarımın hepsi gönüllü kişilerdi, hiçbiri bu iş için bir kuruş para almazlardı. Yalnız ben konservatuvarda hoca olduğum için maaşlıydım. Çalışmalarımız bir yıl sürdü. Cemal Bey’in (Cemal Reşid Rey) sayesinde başarılı 6 konser verdik. Bunlardan birine İsmet Paşa teşrif ettiler. Cemal Bey’i tebrik etmeye çağırdığı zaman “Nefesli Sazlar da ilave edin, senfonik orkestra olsun bu” demiş İsmet Paşa. Ertesi sene (1945) nefesli sazlar ilavesiyle senfoni orkestrası şekline dönüştürüldü ve ismi “İstanbul Şehir Senfoni Orkestrası” oldu. Bu orkestranın kurulmasında Cemal Reşid Bey ve o zaman konservatuvar reisi olan Hüseyin Saadettin Bey’in büyük gayretleri, Belediye Başkanı ve Vali Lütfü Kırdar Bey’in büyük anlayışları olmuştur. Topluluğun bütçesi “İstanbul Belediyesi” tarafından temin ediliyordu. O sıralar “İstanbul Filarmoni Derneği” de kuruldu. “Filarmoni Derneği”, dünyada ne kadar büyük solist varsa hepsini İstanbul’a getiriyordu. Bu orkestra yıllarca bu büyük virtuoazlarla omuz omuza çalıştı. “Saray Sineması Sahnesi”nde unutulmaz konserler verdi. 1972 senesinde hepimizin arzusu oldu, orkestra devlete intikal etti, “İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası” olarak faaliyetini bildiğiniz gibi hala sürdürüyor.
- Siz de kadrolu olarak “İDSO”ya geçtiniz ve emekli olana dek başkemancı olarak görev yaptınız. Ayrıca sizin kurduğunuz topluluklar da var. “Salon Orkestrası”, “Semih Argeşo ve 7 Kemanı”…
- Evet. Biliyorsunuz 1949 senesinde “İstanbul Radyosu” açıldı ve faaliyete başladı. İşte o zaman “İstanbul Radyosu”nda bir “Salon Orkestrası” kurdum. 15 sanatçıdan oluşan bu topluluk 1949 senesinin Ekim ayında çalışmaya başladı ve 1980’e kadar sürdürdü faaliyetini. Bu seneler içinde tam 2059 emisyon yaptık. “Semih Argeşo ve 7 Kemanı” meselesi ise şöyle: Değerli arkadaşım Faruk Yener o zaman “İstanbul Radyosu”nda “Program Müdürü” idi. Çok isabetli bir kararla “Büyük Stüdyo”da “15 Günde Bir” programları yapmaya başladı. Bu programlara memleketteki birinci sınıf lokallerde çalışan bütün ecnebi solistleri getirtirdi. Kemancı olsun, şarkıcı olsun, caz gurubu olsun… Ne yapar yapar getirtir, halkın huzurunda banda alır, sonra neşrederdi. Çok tutylan bu program epey zaman devam etti. İşte o sıralarda bana da “Bir orkestra kur, programın devamlı orkestrası olsun” dedi Faruk Yener. Ben de düşündüm “peki” dedim. O yıllarda Ankara’da “Sihirli Kemanlar” diye bir topluluk vardı, çok hoşuma gidiyordu. Ben de bir keman gurubu kurayım dedim, yedi kıymetli arkadaşımı aldım ve kurdum. İsmi de “Semih Argeşo ve 7 Kemanı” oldu. O zaman “İstanbul Radyosu” müdürü olan Nevzat Atlığ da beni çok teşvik etti. On seneden fazla “Radyo Evi”nde çaldık, beğenilen bir topluluktu. Aranjmanları kendim yapıyordum. “15 Günde Bir” programları kaldırıldıktan sonra radyo ve radyo dışında çalıştık. Bilhassa saraylarda verilen devlet resmi kabullerine daima bizi çağırırlardı.
- 1936 yılında Viyana’ya gittiğinizi söylediniz. Çoksesli müziğin yeni yeni oluştuğu bir ülkeden, bu müziğin vatanı olan ülkelerden birine gitmenin sizde yarattığı etkiler nelerdi?
- Benim Viyana’ya gittiğim tarihlerde Türkiye’de çoksesli müziğe büyük kıymet veriliyordu ve bu sahada birçok faaliyet vardı. “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası”, o zamanki adıyla “Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası” çok iyi konserler veriyordu. Başına Dr. Praetorius gibi çok kıymetli bir müzisyen getirdiler ve iyi bir düzeye geldi. Bursa’da bir konservatuvar vardı: “Bursa Konservatuvarı.” 1937-38’lerde açıldı. Nuri Sami Koral burada 3 yıl müdürlük yaptı ve çok değerli elemanlar yetiştirdi. İstanbul’da ise konservatuvar talebelerinin, hocaların yardımıyla kurduğu bir orkestra vardı, ara sıra konserler verirdi. Benim okuduğum “Galatasaray Lisesi”nin de bir orkestrası vardı. Klasik müzik konserleri verirdi. Sezai ve Seyfettin Asal kardeşler haftada iki gün bizim mektebe gelir; piyano, keman, viyolonsel dersleri verirlerdi. Muhittin Sadak gibi bir kıymet müzik hocasıydı bizim mektepte. Öğrenci resitalleri düzenlenir; sene sonunda velilere, hocalara, davetlilere klasik müzikten oluşan bir programla orkestra konserleri verilirdi. Şimdi böyle bir şey yok. “Deniz Kuvvetleri”nin bir “Senfoni Orkestrası” vardı, İhsan Bey diye bir zat çalıştırırdı. Bu topluluk her sene “Yerli Mallar Haftası”nda bizim mektebe gelir, konser verirdi. Bunlardan başka “Taksim Meydanı”ndaki hoparlörlerden akşam saatlerinde Suppé’nin uvertürleri, Strauss’un valsleri dinlenebilirdi. Şimdi siz böyle bir ülkeye, çoksesli müziğin yeni yeni gelişmekte olduğu bir memleket diyebilir misiniz? Onun için Viyana’da hiç yabancılık çekmedim.
- 1941 yılında Viyana’dan döndünüz. “Salon Orkestrası”, “Semih Argeşo ve 7 Kemanı” gibi topluluklar kurdunuz, birçok öğrenci yetiştirdiniz. “İstanbul Şehir Orkestrası”, “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası” ve “İDSO”da başkemancılık yaptınız, son üç mevsim “İDSO”nun “Kapanış Konserleri”ni yönettiniz. Şimdi emekliye ayrıldınız, ama sizi konserlerde sürekli olarak görüyoruz. Orkestranın içinde olmamak, dinleyici koltuğunda oturmak sizde nasıl duygular uyandırıyor? Emekliliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
- 38 sene çalıştığım bu güzel topluluktan (İDSO) ayrılmak elbette çok zor oldu. Ama emekli olmak da her insanın mukadderatı. Ne mutluyum ki yaş haddinden emekliye ayrıldım, yerim sahne üzerinden salondaki dinleyiciler arasına intikal etti. Sevgili orkestramın her faaliyetini daima zevkle izliyorum ve izleyeceğim. Ben denizi, doğayı ve hayvanları çok severim. İmkan buldukça ve uygun mevsimlerde büyük şehirden uzak, köy hayatı yaşamaya çalışıyorum. Elbette müzikten kopmadan!
______________________________
Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 12. Yıl, 119. Sayı ile Temmuz 1983 tarihinde basılan nüshasının 28-33. sayfalarından alınmıştır.