Serhan Bali - Ülkemizdeki Müzik Bilimcilerin Bilimsel ve Popüler Yayınlar Alanındaki Üretimsizliği

     Değerli arkadaşlar, malumunuz İstanbul’da festival tüm hızıyla sürüyor. Yazışmaları takip ediyorum ama cevap vermekte biraz geciktiğim oluyor.

     Evren Kutlay Baydar, İlke Boran, Filiz Ali, Buğra Gültek, Fazıl Say ve son olarak Ahmet Makal’ın “Ülkemizdeki Müzik Bilimcilerin Bilimsel ve Popüler Yayınlar Alanındaki Üretimsizliği” konusunda yapmış oldukları değerlendirmeleri dikkatlice okudum. Katkıları için her birine çok teşekkürler. Özellikle Ahmet Makal’ın, eleştiri-özeleştiri bağlamında, konumuza kavramsal çerçeve oluşturan yazısı hayli yol gösterici...

     Bu yazımda sadece İlke Boran’a cevap vermek istiyorum. İlke Boran beni ‘konuya dar bir bakış açısıyla bakmakla’ suçlamış. Radikal’deki yazısında müzik bilimcileri genel olarak hedef almış olan ben mi hadiseye dar bir açıdan bakıyorum yoksa müzik bilimcilerin üretimi diye sadece bugüne kadar yapıp ettiklerini sayıp dökmüş bulunan İlke Boran mı açıyı daraltıyor acaba? Ben hiçbir surette ‘Türk klasik müzik camiasına hakim olduğumu geniş kitlelere bir şekilde kabul ettirmiş değilim. Bu sizin hüsnü kuruntunuz. Yaptığım iş ve bulunduğum konum gereği Türk çoksesli müzik camiasının birçok aktörüyle yakın temas halindeyim yalnızca. Ama sizin Türkiye’deki tüm müzik bilimi camiasının sözcülüğünü üstlendiğinizi görüyorum.

     Ben ülkemizdeki müzik bilimcilerin bilimsel ve popüler düzlemde yeterince yayın/içerik üretmediğini söylüyorum. Siz Avrupa’nın gelişmiş ve daha az gelişmiş ülkelerinde müzik yayıncılığı alanında neler olup bitiyor, iyi biliyor olmanız gerekir. Var mı acaba içlerinde ülkemiz kadar zavallısı? Siz, meslektaşınızla birlikte çoksesli müzik tarihi kitabı yazdınız diye ülkemdeki diğer müzik bilimcilerin üzerinden bu tür kitaplar yayınlama görevi düşmüş mü oldu? Müzik bilimi camiası olarak neden bu ülkede bugüne kadar, dipnotlarıyla, kaynakçasıyla bilimsel tabana oturan ama müzisyen/müzik bilimci olmayan geniş halk kitleleri tarafından da rahatlıkla okunabilen Beethoven, Mozart, Chopin, J. S. Bach vs. biyografileri yayımlamadınız? Neden bu kitaplar, bir devlet senfoni orkestramızda flüt sanatçısı olan bir müzisyenimiz tarafından yazılmak zorunda kalındı? Bugün elimizde bulunan yegane konser kılavuzları neden müzik bilimciler tarafından değil de yeminli mali müşavirler, gitarist/radyocular tarafından yazıldı? Bugün Türk basınında çoksesli müzik alanında yazıları/eleştirileri yayımlanan kalemlerin hemen hepsi neden müzik bilimcilerden değil de bu müziğe tutkuyla bağlı olan ve kendilerini bu alanda yıllar içinde geliştirmiş gazeteciler, uluslararası ilişkiler uzmanları, kimya mühendisleri, makine mühendisleri, fizik mühendisleri, halkla ilişkiler uzmanları, avukatlar, dış ticaret uzmanları, çalışma ekonomisi akademisyenlerinden oluşmaktadır? Şimdi tabloya bakın ve bunun son derece normal olduğunu söyleyin lütfen. Söyleyebilir misiniz?

     Akademik yoğunluktan bahsediyorsunuz. Ben de iki dönem “Bilgi Üniversitesi”nde akademisyenlik yaptım. Akademisyenliğin nasıl bir şey olduğunu bilirim. Prof. Dr. Ahmet Makal’ın yazdığı gibi, puan-ünvan mücadelesinden başka bir şey değil ne yazık ki ülkemizdeki akademisyenlik. Halbuki, Ahmet Bey’in dediği gibi, akademisyenlik bir yaşam biçimidir. Akademisyen, görev tanımı gereği, yok bilimselmiş yok popülermiş platform/mecra ayırt etmeksizin üretmeden, yazmadan, paylaşmadan yapamayan insandır. Bu müzik bilimcilerin yoğunluğu nasıl bir akademik yoğunluktur böyle, anlamış değilim. Gören de bu fokur fokur kaynayan yoğunluktan ortaya her akademimizde fevkalade üretimler çıkıyor sanır. Ne gezer! Daha bugün, hocaların hocası Halil İnalcık’ın İstanbul’un Fethi üzerine “NTV Tarih” adlı bir popüler yayının yeni sayısı için 90 yaşında kaleme aldığı makaleyi okudum. Buradan sizlere bir mesaj çıkar mı artık ona da siz karar verin.

     “Türkiye’de süreli yayınlar gerçek ve ciddi müzik eleştirisi istiyor mu? Hayır, istemiyor, onlar suya sabuna dokunmayan tanıtım yazıları talep ediyor” demişsiniz. Bu gerçekdışı bir beyandır. Türkiye’de “okunabilen müzik yazıları” yazdığınız sürece basının her köşesinde yazılarınızla yer bulmanız mümkündür. “Müzik eleştirisi metni”nden ne anlıyoruz? Gazete-dergi gibi süreli yayınlarda, tüm sanat eleştirisi yazılarının teknik dilden “mümkün olduğunca” arındırılması, geniş bir kitleye hitap edebilmek açısından tercih edilir. Öte yandan süreli yayınlarda yayınlanacak eleştiri metinlerinde “Trompet 10. ölçüde çatladı, solist ikinci bölümün başında partisine geç girdi…” türünden “dakika skor” irdelemeleri yapılamaz. Bu türden bir içerik, o da makul ölçülerde olmak kaydıyla, sadece Andante gibi spesifik popüler bir yayında değerlendirilebilir. Dolayısıyla “ciddi ve gerçek müzik eleştirisi”nden kasıt eğer buysa bu içeriği süreli yayınlarda bulmanız mümkün değildir. Koskoca “New York Times”ın veya “New Yorker”ın konser ve kayıt eleştirileri bile son tahlilde, birkaç spesifik detayın okurdan esirgenmediği, genel izlenimlerden oluşan ve içinde mutlaka bir nebze olsun edebi lezzet de taşıyan metinlerdir. Telif ödenmesi konusunda haklısınız. Ne yazık ki bu konu bağımsız yayınlar söz konusu olduğunda maddi yetersizliklerin, büyük basın kuruluşları söz konusu olduğunda ise suistimallerin konusu olabiliyor.

     “Yayıncılar gerçek eleştiri yazısı istemiyor” cümlesinin mantığını çözebilmek mümkün değil. Yani sizin herhangi bir gazetede yayımlatacağınız eleştirilerde olumsuz yargılarda bulunduğunuz tüm müzisyenler, topluluklar vs. o gazetenin patronunun, genel yayın yönetmeninin, yazı işlerinin müdürünün veya kültür sanat sayfası editörünün anne babası, sevgilisi, dostu veya hayranı mı oluyor ki siz bunları yazmaktan her defasında men ediliyorsunuz? Evin İlyasoğlu da, ben de, Şefik Kahramankaptan da, Kemal Küçük de, Ufuk Çakmak da, Üstün Akmen de, Ersin Antep de, Ayşe Öktem de ve diğer arkadaşlarımız da yeri geldiğinde yorumcularımıza yönelik olumsuz yargılarda bulunmaktan kaçınmıyoruz. Her yazar bilgisine, görgüsüne, birikimine, hoşgörüsüne ve had bilme eşiğine bağlı olarak, birbirinden farklı eleştiri içerikleri üretebiliyor. Sizin bu “eleştiriyoruz, o yüzden istenmiyoruz” cümleniz, tamamen bir şehir efsanesinden ibarettir. Artık bu tip cümlelerin arkasına sığınılmasın. Öte yandan eleştirmek büyük sorumluluk isteyen bir iştir. Eleştirmenin düşüncelerini ifade ederken bu sorumluluk inancıyla hareket etmesi, her cümlesini, her sözcüğünü tartması, emin olamadığı durumlarda kalemini sakınması gerekir. Gıcık olduğunuz her insana köşenizden her yazınızda giydirmeye kalkarsanız eleştirmen olarak inandırıcılığınız da biter, hiçbir editör de sizi o sayfalarda barındırmak istemez. “Süreli yayınlarda yazanlar, eleştiri değil tanıtım metinleri yazıyor, onlar zaten eleştirmen değil yazar” türünden yazmamanıza gerekçe olarak öne sürdüğünüz, konumunuzu güçlendirmeye yönelik yargılarda da bulunmaktan vazgeçmeniz gerekiyor artık. Böyle olmadığını basında yayınlanan müzik yazılarını dikkatlice irdeleyerek görebiliriz. İsterseniz birlikte bir tarama yapabiliriz.

     Sonuç olarak, bu hayırlı tartışmanın asla ve asla kişiselleştirilmeden, Ahmet Makal’ın da dediği gibi yüzyüze geleceğimiz platformlara da taşınmak suretiyle daha da geliştirilmesi taraftarıyım.  Şimdilik son olarak “Prof. Filiz Ali ve Doç. Dr. Kıvılcım Yıldız ile 2005 yılından beri Avrupa Müzik Konseyi uluslararası toplantılarında Türkiye’yi temsil ettiğinizden” bahsetmişsiniz. Bu temsil etme faaliyeti içerisinde bu platformda bugüne kadar neler yaptığınız hakkında bizleri bilgilendirebilir miydiniz acaba?

     Serhan Bali / Klasik Batı Müziği Grubu Yazışmalarından alınmıştır. – 13.06.2010, Pazar




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5778094
Online Ziyaretçi Sayısı:28
Bugünlük Ziyaret :906

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.