01.12.1965 / Ergun Özyücel - Ölümsüz Zenginler
Eskiden zenginlerimiz han, hamam, çeşme yaptırıp üzerlerine isimlerini kazdırırlarmış. Böylelikle ölümlü dünyada isimleri tamamen silinip gitmesin, geride kalanlar kendilerini bir müddet daha ansınlar diye. Gerçekten de ağzımızdan hiç düşmeyen önemli anıtlar, dolayısı ile hep yaptıranları hatırlatır. Sultan Ahmet, Valide Sultan, Selimiye gibi isimler İstanbul yok olsa bile unutulmayacaktır. İnsanlar ölümsüzlüğün, unutulmamanın yollarını ararken sanatla karşılaşmışlar, sanatın türlü kollarında meydana gelen eserler, yaratıcılarını ölümsüz kılmıştır. Bazı hallerde de sanatçı, başkasının hesabına ısmarlama olarak ya da içinden gelerek O’nun adına eserler yaratmışlardır. Şöyle ki, o devrin önemli zengin adamları, ancak sanatçıların biyografilerindeki ufak paragraflarla bugüne kadar yaşayabilmişlerdir. Tıpkı Haydn’la yaşayan Prens Esterhazy, Çaykovski ile yaşayan Nataşa gibi… Öldükten sonra bir iz bırakabilmek herkesin harcı değildir. Fakat zenginler, özellikle bizdekiler bu konuda şanslıdırlar. Kendi adlarını verebilecekleri çeşitli sanat olanakları bulabilirler. Kendi adıma zengin olsaydım şu fırsatlardan birini değerlendirmeye çalışırdım:
1. Kendi adımı verebileceğim bir yarışma ve ödül,
2. Adımı taşıyan bir sanat topluluğu (kuartet veya oda orkestrası gibi)
3. Yerli bestecileri himaye eden bir fon,
4. İstanbul’a bir konser salonu,
5. İstanbul’da yarım kalıp bir türlü bitmeyen opera inşaatını tamamlamak.
İşte bütün bu imkanlar sahiplerini beklemektedir. İsteyen, istediğini seçebilir. Yalnız, zenginlerimiz bu düşüncelere iltifat ederler mi bilmiyorum. Bildiğimiz bir şey varsa böyle bir teşebbüsün bütün sanat aleminde yankılanıp ebediyete kadar dillerden düşmeyeceğidir.
_______________________________
Aylık olarak yayınlanan “Ankara Filarmoni Müzik Dergisi”nin 2. Yıl, 15. Sayı ile Aralık 1965 tarihinde basılan nüshasının 14. sayfasından alınmıştır.