10.02.2020 / Önder Ege - Spartaküs Öldü mü?
Kirk Douglas’ın hayatta olması, bugün kimsenin pek anmadığı, “Hollywood”un o efsanevi parlak dönemini hatırlamak için yeterliydi. 103 yaşındaki efsane geçenlerde hayata veda etti.
Üç kez Oscar adaylığı vardı, ancak bu heykelciğe ancak 1996’da “Onur Ödülü” almak suretiyle sahip olabilmişti. Kirk o tarihte dahi, zaten bir mezarlık havası olan “Hollywood”un son kahramanlarından ve tanıklarından biriydi. Oğlu Michael ise, babasının alamadığı en iyi erkek oyuncu ödülünü 1987 yapımı “Wall Street” filmi ile kucaklamıştı. Kirk Douglas deyince, ilk akla gelen çenesinin ortasındaki gamze ile Stanley Kubrick’in yönettiği 1960 yapımı “Spartaküs” filmindeki olağanüstü performansıdır. Film tarihteki ilk büyük köle ayaklanmasını oldukça iyi bir cast ile etkileyici bir şekilde anlatır.
Tarihe geçen köle direnişinin kahramanı “Spartacus”, Trakyalı bir köleydi. Doğduğu yerin günümüzde Güneybatı Bulgaristan’da bulunan “Sandanski Bölgesi” olduğu düşünülmektedir. İsminin kökenine bakıldığında ise dilbilimcilere göre, Latincede “sparum” kargı, “takos” ise ünlü/saygıdeğer anlamına gelmektedir. Eğer bu varsayım doğru ise “Spartaküs”ün adını doğuştan almadığını, daha sonradan mızrak kullanmadaki yetenekleri sayesinde başkaları tarafından ona verildiğini söyleyebiliriz. Spartacus isyan etti, ancak Roma’ya son veremedi. Roma, Spartacus ve yoldaşlarının isyanına son verdi. Yani kazanan taraf, Spartacus değil, Roma oldu. Ama bu bir nevi “Pirus Zaferi” idi. Spartaküs adı başkaldıran ruhlar için bir efsane haline geldi. Örneğin, “Spartakistler” adı ile anılan, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in liderliğini yaptığı Alman devrimci hareketi de, “Spartaküs’e Mektuplar” gazetesinde teorik yazılarını yayınlamışlar ve pratiklerinde köle Spartaküs’ün cesur ve devrimci duruşunu örnek almışlardı.
Issur Danielovitch Demsky’nin yani Kirk Douglas’ın babası Herschel Danielóvic, ABD’ye gitmek için Avrupa’dan ayrılan, okuma yazma bilmeyen Yahudi kökenli bir Rus’du. Altı büyük kız kardeşi vardı. Gençlik döneminde 40’tan fazla işte çalıştı ve “Saint Lawrence Üniversitesi”nde okudu. Douglas sadece açlığı tanımakla kalmadı, hayatın tüm nankörlükleri ile bu döneminde karşılaştı. Erkeksi ve sağlam fiziği ile tüm zorluklara direndi, demir yüzü, hırsı ve ünlü gamzesi gerisini halletti. Daha sonra New York’taki “Amerikan Dramatik Sanatlar Akademisi”ne gitti. 1941’de “Deniz Kuvvetleri”ne çağrıldı. “II. Dünya Savaşı”nda yaralandı ve New York’a döndü. Burada Lauren Bacall sayesinde birkaç tiyatro rolü elde etti.
Douglas’ın sinemada ilk oynadığı film, 1946 senesinde “The Strange Love of Martha Myers” (Martha Myers’in Tuhaf Aşkı) adlı yapımdır. 1954 senesinde yazar Jules Verne’nin “Denizler Altında 20 Bin Fersah” adlı uyarlama filminde ünlü oyuncular James Mason, Peter Loree gibi isimlerle çalışmıştır. Kirk Douglas’ın Vincent Van Gogh’un hayatını canlandırdığı “Lust for Life” (1956) filmi sanatçının iç çelişkilerini çok iyi yansıttığı için büyük beğeni kazanmıştır. Bir diğer unutulmaz çalışması ise 1958’de Richard Fleischer’ın yönettiği “Wikings” (Vikingler) filmidir. Aktör, 1946 ile 2004 yılları arasında pek çok filmde rol almıştır. Altın dönemini ise 1950 ile 1965 yılları arasında yaşamıştır.
Douglas saygınlık arayan cesur ve hırslı bir oyuncuydu. Douglas’ın aşırı hırsını ve tutkusunu tanımlamayı amaçlayan ve Stanley Kramer’a atfedilen bir diyalogdan şöyle bahsedilir. Kramer, “Fugitives” (Kaçaklar) filmi için bir aktör aramaktadır ve Robert Mitchum’a sorar. Mitchum, “Ben siyah bir adamla oynamayacağım” diye yanıtlar. Listedeki diğer kişi olan, Marlon Brando, “Kabul ediyorum, ama siyahı oynayabilirim” diye cevap verir. Sonra sıra Kirk Douglas’a gelir, cevabı şudur:
“Evet, kabul ediyorum; ama bir koşul ile, her iki rolü de oynamak istiyorum.”
Ne Spartaküs ölür, ne de Kirk Douglas, çünkü efsaneler asla ölmezler ve kuşaktan kuşağa yaşamaya devam ederler.
Aydınlık Gazetesi - 10.02.2020, Pazartesi