20.07.2018 / Tunca Arslan - Anna Seghers’in Romanından ‘Transit’


     Geçen Cuma akşamı İstanbul’daki “Beyoğlu Sineması”nın düzenlediği “Yaz Şenliği”nin açılış filmi “Transit”i izledikten sonra, çıkışta karşılaştığım 40 yıllık sinemacı bir dostum “Bu film ne anlatıyordu? Hiçbir şey anlamadım ben” dedi.


 

     Aslında, Alman sinemasının son yıllardaki son umudu olarak görülen, “Yüzündeki Sır”, “Barbara”, “Jerichow” gibi çalışmalarıyla ülkemizdeki festival seyircisinin üstünde de belli bir etki kuran, yabana atılmayacak bir yönetmen olan Christian Petzold’un imzasını taşıyan “Transit”, öyle pek de anlaşılmaz bir film değildi ama arkadaşım da haksız sayılmazdı doğrusu. Çünkü seyrettiğimiz bir postmodern sinema örneğiydi.


 

     Size önce filmin tanıtım bülteninde yazdığı şekliyle öyküyü özetleyeyim:


 

     “Alman askerleri Paris’in hemen dışındadır. Georg, Weidel adlı bir yazarın eşyalarını ulaştırmak için yola çıkar ve Marsilya’ya ulaşır. Fakat şehre geldiğinde Weidel’in işkence korkusundan intihar ettiğini öğrenir. Eşyaları ona kalmıştır. Bunların içinde bir roman taslağı, bazı mektuplar ve Meksika Elçiliği’nin vize güvencesi vardır. Georg, koşullar gereği Weidel’in kimliğine bürünür. Şehirden ayrılmak için onay beklediği sırada birçok mülteci ile ilişki kuran Georg’un tüm planları gizemli Marie ile tanışınca değişir.”


 

     ‘Naziler’ Marsilya’da


 

     Kritik nokta şu ki “Alman askerleri Paris’in hemen dışındadır” cümlesi filmin “İkinci Dünya Savaşı” koşullarında geçtiği kanısı uyandırsa da “Transit”, aslında belirsiz bir zamanda geçiyor, Paris’te başlıyor ve asıl olarak günümüzdeki Marsilya’yı mesken tutuyor.


 

     Nazi dönemini ve Avrupa’yı kasıp kavuran faşizmi en iyi anlatan yazarlardan Anna Seghers’in romanından gene Petzold’un senaryosuyla uyarlanan film, “İkinci Dünya Savaşı”nın ruh halini günümüze uyarlamış, Alman askerleri yerine siyahlar giymiş motosikletli polisleri kullanmış, Nazilerden kaçan Yahudiler ya da komünistlerin yerine de göçmenleri geçirmiş. Karakterlerin yakalanma, öldürülme korkusu söz konusu, kent işgal edilmek üzere... Öte yandan Marsilya fonunda cadde ve sokaklarda rahatça yürüyen, bisiklete binen, otomobil kullanan, alışveriş yapan, sohbet eden Fransızları da bolca görüyoruz. Yani, iç içe geçmiş zaman boyutları “yabancılaştırma” işlevi görmenin ötesinde, özellikle Seghers’in romanını okumamış olanlar için açık bir “içinden çıkılamazlık” durumu da yaratıyor, öykü kafa karıştırıcı bir biçime bürünüyor, dahası herkesin kolayca yudumlayamayacağı bir kokteyl halini alıyor.


 

     Mahvetmese Bile...


 

     Anna Seghers’in kendi yaşadıklarından hareketle kaleme alarak 1942’de tamamladığı ve 1948’de yayımlanan romanı, yaklaşan tehlikeden kaçış, Nazilere karşı direniş grupları, mültecilik, kimlik değiştirme gibi temalar üzerinden “Nereye gitmeyi umut edebiliriz?” sorusunu ortaya atıyor ve noktayı Joseph Conrad’ın deyimiyle “Bizim için artık güvenilir bir yer kalmadı” diyerek koyuyordu. Conrad’ın romanla ilgili şu sözü de bugün çeşitli açılardan geçerliğini koruyor elbette: “Seghers’in vaktiyle dikkat çektiği büyük tehlike bizim artık ‘normal’ gördüğümüz durumdur.”


 

     Claude Lelouch, Victor Hugo klasiği “Sefiller”i “İkinci Dünya Savaşı” atmosferine uyarlamış ve resmen mahvetmişti. Christian Petzold ise “İkinci Dünya Savaşı”ndan geçen bir öyküyü günümüze uyarlamış ve mahvetmese bile “çok zor anlaşılır” kılmış.


 

     “Transit”, iki yıl öncenin çarpıcı “Birinci Dünya Savaşı” öyküsü “Frantz”da hayranlığımızı kazanan Paula Beer’in hatırına izleniyor izlenmesine de “hiçbir şey anlamadım” diyenlere de rahatça “Neresini anlamadın?” diye soramıyorum maalesef.



     Aydınlık Gazetesi - 20.07.2018, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5765890
Online Ziyaretçi Sayısı:10
Bugünlük Ziyaret :737

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.