30.03.2020 / Uğur Kutay - Umutsuzluk Değil Heyecan


     1959 yılında Rod Serling, televizyon yayıncılığı tarihinin en ilginç, en çığır açıcı dizilerinden birini başlattı: “The Twilight Zone / Alacakaranlık Kuşağı.” Birbirinden bağımsız fantastik öykülerin anlatıldığı bölümleri bazen 15 dakika bazen 40 dakika sürebilirdi; hem bu anlatım tarzı özgürlüğüyle hem de reklam zorunluluklarını umursamaması bakımından epey bağımsız bir diziydi.


 

     1959-63 arası kesintisiz dört sezon yayımlanan dizi daha sonra yeni hikayelerle tekrar gündeme geldi; 1985’te, 1994’te, 2002’de büyük seyirci ilgisiyle yayımlanmayı sürdürdü. Her bölümde açgözlülük, hırs, iktidar takıntısı gibi kötü özelliklerin yol açtığı felaketlerin anlatıldığı ahlakçı öyküler yer alırdı. Ve tabii her bir sezon, yapıldığı dönemin aynası olurdu. Örneğin 1985 sezonu öykülerinde “Reagan Amerikası”ndaki dönüşümü kolayca görebilirdiniz.


 

     Dizi 2019’da yeniden yapıldı. Bu sefer mutfakta Jordan Peele’in başını çektiği bir ekip vardı. “Get Out / Kapan” (2017) “Us / Biz” (2019) adlı korku filmlerinde doğrudan “Afro-Amerikalının varoluş biçimleri”ne yönelik sert hikayeler anlatan Peele’in “Alacakaranlık Kuşağı”nın farklı olacağı belliydi.


 

     Dizinin yeni sezonu açıkça ideolojik bir tavır takınıyor; ırkçılık, yolsuzluk, eşitsizlik, cinsiyetçilik gibi konuları çok da etrafında dolaşmadan, tüm sertliğiyle anlatıyor. Örneğin ırkçı ve narsisistik kişilik bozukluğundan mustarip Amerikalı bir şerifin ve onun yanında polis memuru olarak çalışan Inuit yerlisi genç kadının öyküsünün anlatıldığı bir bölümde, kapitalist ve militarist ABD’nin Alaska’yı maddi-manevi nasıl kirlettiğine vurgu yapılıyor. Bir başka bölümde, oportünist bir reklamcının her türlü duygusal manipülasyonu uygulayarak 11 yaşındaki şımarık bir çocuğu -bir ‘mini Trump’ı- “Beyaz Saray”a yerleştirmesinin korkutucu hikayesini izliyoruz. Bu bölüm şu söylevle sona eriyor: “Toplum kırılgan bir ekosistemdir. Doğru seçilmiş yalanlarla insanların gözlerini kamaştırırsanız, eninde sonunda gözlerinin önündeki deliliğe karşı kör olurlar. Raff Hanks hayatını Amerikan rüyası satarak kazanıyordu. Ancak, bir defa satarak, geri alamayacağı gerçek bir kabus yarattı.”


 

     Diğer bir bölümde uzaydan gelen bir virüsün en katıksız haliyle erkek şiddetini ortaya çıkarması anlatılır. Sonradan anlaşılır ki aslında uzaydan gelen bir dış etken yoktur, erkek şiddeti dışarı çıkmak için fırsat kollamaktadır. Hikaye kaderci ya da erkek düşmanı bir söylemle bitmez, erkeklere benimsetilen toplumsal cinsiyet rollerine vurgu yapar. “Tüm Erkekler Değil” başlıklı bu bölüm şu sözlerle biter: “Bu akşam, Annie Miller kendisini gizemli ve şiddetli bir salgının merkezinde buldu. Karşılaştığı şey maddi bir hastalıktan çok bir vicdan vebasıydı; erkeklere terbiye, rıza ve korkuyu yok sayma izni veren bir veba. Ve bu akşam, birkaç zararsız küçük taş erkekleri canavara dönüştürmeye yetti.”



     Sezonun bence en iyisi olan bölümdeyse, bir polisin siyahi ana-oğula yönelik ırkçı saldırganlığı, siyahilerin mücadele tarihine sahip çıkıp örgütlenmesi sayesinde ortadan kaldırılıyor.


 

     Bu yeni sezonda anlatılan öyküler geçmiş sezonlara göre daha “hayal gücünden yoksun”, “daha az fantastik” bulunabilir. Çünkü “Alacakaranlık Kuşağı”ndaki fantastik dünyalar kolayca bizim gündelik gerçekliğimize dönüşebiliyor.


 

     Dünya artık “Alacakaranlık Kuşağı”nın doğal setine dönüşmüş durumda; fonda korona günleri, iktidarda “PutinRTETrumpgiller” varken her taraf alacakaranlık, her yer distopya… Ama işin heyecanı da burada zaten: Distopyayı yerle bir etme olanaklarını araştırmanın heyecanı!



     BirGün Gazetesi - 30.03.2020, Pazartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:6228359
Online Ziyaretçi Sayısı:1
Bugünlük Ziyaret :185

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.