01.08.1965 / Hikmet Şimşek - Lübnan Müzik Yarışması ve Ulusal Sanatın Doğuşu

Lübnan Müzik Yarışması'nda Uluslararası Jüri


     Doğuya doğru gelindikçe, bilhassa müzik bakımından, çağdaş kültür coğrafyasının hudutları aşağı yukarı Türkiye ile sınırlanır. Yurdumuzdan Japonya’ya kadar binlerce kilometrelik çöl içinde ancak birkaç “müzik vahası”na rastlanabilir. Bunların başlıcaları İsrail, İran ve Lübnan’dır. İsrail, öteki alanlarda olduğu gibi, bu alanda da bir “istisna” teşkil eder. Kısa sürede elde edilen başarının sırrı, dünyanın her yanından kopup gelen yoğun ve seçkin insan potansiyelinin çok düzenli bir şekilde uygulama alanına itilmesi olmuştur. Çeşitli sebepler yüzünden İran’da geç başlayabilen çağdaş müzik sanatı hareketleri, henüz yolunu aramak ve kurumlarını kurmak çabası içinde bulunmaktadır. Konumuz olan Lübnan bu yönden başkalık göstermektedir. Fransız egemenliği sırasında çağdaş kültür hareketleri ve kurumları ülkeye gelmiş, ancak işgal yönetiminin doğal sonucu olarak, çok dar bir çevrenin tekelinde kalmış, geniş kitlelere ulaşamamıştır. Lübnan’ın müzik bakımından temel problemi, öteki doğu ülkelerinin de ortak problemi olan “çok sesliliğe geçiş”tir. Ülkenin tek konservatuvarı bu problemi çözmeye yardım edeceği yerde davranış ve prensip yanlışlığı yüzünden mesafenin daha da çok açılmasına sebep olmaktadır. Bunun sebebi, normal konservatuvar eğitiminin yanısıra tek sesli müzik, özel deyimi ile “alaturka” müzik öğretiminin de yapılmasıdır. (500’e yakın öğrencinin yarısı bu bölümü takip etmektedir.) Devlet, bu şekilde bir eliyle yaptığını öteki eliyle yıkmaktadır. Burada bir parantez açarak, konservatuvarlarımızda yıllar boyu alaturka müzik öğretimi yaptırmak için uğraşanların kulaklarını çınlatmak isterim. Bu kişilerin kanısına göre ulusal müzik ancak böyle “ıslah” edilir ve gelecekteki ulusal müzik bu yolla yaratılabilir. Lübnan’daki örnek bu düşüncenin iflasını göstermektedir. İran’da da bu şekilde çalışmalar yapılmış, hatta batı çalgılarının da katıldığı kalabalığı ile “büyük icra grupları” (orkestra demeye dilim varmıyor) bile kurulmuştur. Ama sonuç bir ucuz özenti, taklit olmaktan öteye gidememiş, modern ulusal müzik doğacağına, eski de olsa kendi hudutları içinde orijinal olan yerli müzikleri, banal armonizasyon denemeleri ile dejenere olmaktan ileriye gidilememiştir.


 

     Ulusal sanatın doğması ancak ulusal dehanın yaratmaları ile mümkündür. Hiç bir peşin hüküm veya “dirijan” davranış bunu sağlayamaz. Topluluğun yapacağı, yapabileceği tek şey, gelişmeyi sağlayacak ortamı meydana getirmek, yaratıcı dehanın muhtaç olduğu “yaratma hürriyetini” vermek ve sonuç olarak yapıtları değerlendirmektir. Bu genellemeden sonra tekrar konumuza bağlanmak üzere Avrupa üzerinden Lübnan’a dönelim. “İkinci Dünya Savaşı”ndan sonra Belçika’da bazı müzik idealistleri “Jeunesses Musicales - Müzik Gençliği” adlı bir dernek kurdular. Derneğin amacı yorgun, zedelenmiş ve umutsuz savaş sonu gençliğini müziğin kaynaştırıcı havasında birleştirmekti. Dernek kısa sürede çok gelişti ve belli başlı ülkelerin çoğunda şubeler açtı. Yapılabilmekte olan karşılıklı sanatçı değişimleri ve müzik şenlikleri ile çeşitli uluslardan gençler aynı amaç etrafında birleşmekteler. Hareketin önemini anlıyan bir kaç Lübnanlı idealist genç 1952 yılında derneğin Beyrut şubesini açtılar. Kısa zamanda büyük gelişme gösteren “Lübnan Jeunesses Musicales”i, bugün ülkenin müzik hayatında vaz geçilemez bir unsur olarak, en büyük rolü oynamaktadır. Derneğin üç kentte şubesi ve 500’e yakın faal üyesi vardır. 3.000’den fazla okul öğrencisinin müzik eğitimine fiilen yardımcı olmaktadır. Bütçesi 700.00 TL.’na yakındır. Bunun 200.000 lirası devlet, 60.000 lirası radyo, geri kalanı da bankalar, çeşitli kurumlar ve konser ücretlerinden sağlanmaktadır. Dernek çalışmalarını iki yönden yapmaktadır: Öğretim ve eğitim için okullarda dersler verilmekte, kurslar yapılmakta, konferanslar ve açıklamalı konserler düzenlenmektedir. Sanat çalışmaları için 30 kişilik bir orkestrası, yaylı çalgılar dörtlüsü ve biri büyük üç korosu vardır. Ayrıca uluslararası değerde sanatçılar getirterek yılda 20 kadar konser düzenlenmektedir. Programlar mümkün oranda öteki kentlerde de tekrarlanmaktadır. Ayrıca, “Lübnan Radyosu”nda haftada bir saatlik düzenli yayınları vardır. Bir başka ilgi çekici yönü üye ve yöneticilerden büyük bir bölümünün amatör oluşudur. Derneğin şimdiki başkanı Bay Bercoff 25 yaşında bir matematik öğretmenidir.


 

     Bütün bu çalışmalar bir batı ülkesinin herhangi bir şehri için çok olağan bir şeydir. Ama doğu ülkelerinin koşulları göz önüne alınırsa yapılan işin değeri ve büyüklüğü ortaya çıkar. Bu dernek için asıl övgü kazandıracak ve bana yazımın başlığını esinleten konuya şimdi değineceğim: Bir Türk sanatçısı olarak bende adeta kıskançlığa yakın bir gıpta doğuran bu davranış ulusal sanatı yaratmak isteyenlere iyi bir örnektir. Bir ulusun gerçek sanatının ancak yaratıcı sanatla doğabileceğini anlıyan Lübnanlı genç “Jeunesses Musicales”çiler iki yıldan beri büyük bir davranışı gerçekleştirmektedirler: Her yıl bir kompozisyon yarışması yapmak! Yarışmaların değerini arttırmak için iyi ödüller konulmuştur. (TL. olarak yaklaşık değerle) 1. Ödül - 6.000, 2. Ödül - 4.000, 3. Ödül - 3.000, 4. Ödül - 2.000, 5. Ödül - 1.000 liradır. Ayrıca birinci ödülü kazanana bir yıllık Avrupa bursu verilmekte ve eserinin basılması ile çeşitli ülkelerde çalınması da sağlanmaktadır. Yarışmanın uluslararası değer ölçüsünde olabilmesi için jüri üyeleri çeşitli uluslardan seçilmektedir. Bu yılın jürisi şu kişilerden oluşmakta idi: Fransa’dan Pierre Petit (Besteci, “Ecole Normale de Musique Direktörü), Belçika’dan André Souris (müzikolog, “Brüksel” ve “Paris” konservatuvarları profesörü), İspanya’dan Louis de Pablo (besteci, “Madrid Bienali” yöneticisi), Polonya’dan Kazimierz Serocki (besteci, “Varşova Müzik Festivali” kurucusu), Türkiye’den de bu satırların yazarı. Jürinin herhangi bir etki altında kalmaması için her çeşit tedbir alınmıştı: Yerli sanatçılarla konuşmak dahi yasaktı. Esasen (üyeler) gelir gelmez Beyrut sayfiyelerinden birine götürülerek adeta “tecrit” ediliyordu. 10 besteci 27 eserle şifreli olarak yarışmaya katılmıştı. Jüri üç gün süren çok sıkı bir çalışmadan sonra kararını verdi. Genel kanı aynı eserler üzerinde ufak farklarla toplanmıştı. Bu yılki yarışmanın sürprizi birinci, ikinci ve dördüncü ödülün aynı kişi tarafından kazanılmasıydı. Bu erişilmesi pek kolay olmayan rekorun sahibi “Beyrut Amerikan Üniversitesi” müzik öğretmenlerinden Salvador Arnita idi. İşin başka ilgi çeken yönü her eserin çok başka tarzda olmasıydı.


 

     Eserlerin müzikal karakterlerine gelince: Katılan eserlerin hiç birinde genel olarak ulusal veya orijinal bir tarz yoktu. Lübnanlı bestecilerin henüz polifoniye geçişin arama devresinde oldukları görülüyordu. Bu gibi yarışmalar süregeldikçe ve yarışma koşulları daha da daraltılıp belirli hedeflere doğru yöneltildikçe kısa süre içinde ulusal bir yaratma gücünün filizleneceğine inanıyorum. Gayet tabiidir ki, son söz, yukarıda da söylediğimiz gibi ulusal dehanın olacaktır. (Sonuçların muhasebesinin yapıldığı bir toplantıda ilerideki yarışmalar söz konusu edildiğinde, ulusal müziğin doğması ve bilhassa geniş halk kitlelerinin polifoniye alıştırılması için bestecilerin halk müziğine eğilmeleri zorunluluğunu -bizden örnekler vererek- göstermeye çalıştım ve yarışma koşullarının buna göre de düşünülmesinin yararlı olacağını açıkladım.)


 

     Müzik dünyasının bir vatandaşı kimliği ile bu çok olumlu olayı selamlamak, yapıcılarını kutlamak hepimizin ödevidir. Bu ödevi yerine getirirken “darısı bizim de başımıza” demek kaçmış fırsatların tesellisi, gelecek ihtimallerin umudu olmaktadır. Vaktiyle yapılan “İnönü Yarışmaları” süregelseydi müzik hayatımız herhalde başka bir profil kazanırdı bugün için… Hem müzik yapıtlarımız çoğalmış hem de ister istemez çalınmış olurdu. Kültür ve sanat hayatımız için milyonlar sarfeden devletin en büyük ödevi bu çalışmaları taçlandıracak kendi adını taşıyan yarışmalar açması olmalıdır. Bu gerçekleşinceye kadar da “TRT” tarafından düzenlenmekte olduğunu öğrendiğimiz bestecilik yarışmalarının bir engelleme ile karşılaşmaksızın gerçekleşmesini umarız. Büyük takdirle karşılanması gereken bu davranış, iyi düzenlenirse, ileride yapılacak “Devlet Yarışmaları” için hem bir hareket noktası hem de denenmiş örnek olacaktır. Ulusça “Yok”un çaresizliğine katlanmaya hazır ve alışığız. Ama, basit halk deyimi ile un da, şeker de, yağ da varken helva yiyememek Türkiye’nin kaderi olmamalıdır artık. Sanat için dünyada pek az ülkenin verdiği para ve emeği cömertçe sarfeden devletimiz, artık sanat politikasının amaçlarını kesin olarak saptamalı ve yöntemleri ona göre seçmelidir. Bunların başında da “yaratıcı sanatın değerlendirilmesi, geliştirilmesinin sağlanması” gelmektedir. Çünkü, tekrar ediyorum, “ulusal sanat ancak yaratıcı sanatla doğar.”


 

     —————————————————



     “Ankara Filarmoni Derneği”nin yayın organı olan “Ankara Filarmoni Aylık Müzik ve Dergisi”nden alınmıştır. - Ağustos-Eylül 1965, Yıl: 1, Sayı: 11-12, Sayfa: 1-4.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5795677
Online Ziyaretçi Sayısı:32
Bugünlük Ziyaret :1138

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.