31.01.2020 / Tunca Arslan - Türk Sinemasında Deprem Manzaraları


     Deprem, uzun süredir günlük gerçeğimiz halinde ve depremle yatıp kalktığımız, tuhaf bir “beklenti” içinde olduğumuz ortada. Sinema tarihinde özel bir tür oluşturan “felaket filmleri”nin en sarsıcı olanları da depremleri öyküleyenler. Çoğu gerçekten yaşanmış deprem felaketlerinden hareketle onlarca film yapılmış, dipten gelen dalgalar beyazperdeyi de sarsmış, o berbat uğultu sinemaseverlerin kulaklarından eksik olmamış.


 

     Fay hattı Türk sinemasından da geçiyor kuşkusuz ve “deprem filmleri” bizde de hayli geniş bir yelpaze oluşturuyor. İşte bazı örnekler:


Köprüaltı Çocukları

 

     Daha çok aktörlüğüyle tanıdığımız Renan Fosforoğlu’nun yönetmenliği denediği ilk filmi “Köprüaltı Çocukları” (1953) deprem felaketi nedeniyle memleketlerini terk ederek İstanbul’a gelen ama burada da dolandırılıp ikinci bir felaket yaşayan üç kişilik ailenin öyküsünü sunarken, Remzi Cöntürk, 1966 yapımı “Yaşamak Haram Oldu” ile Varto’da yaşanan deprem felaketini yansıtır beyazperdeye.


 

     Depremi “İçinde Duymak”


 

     Lütfi Akad’ın “Gökçe Çiçek”i de (1973) teknik açıdan başarıyla kotarılmış bir deprem sahnesiyle yer alır sinema tarihimizde. “Gökçe Çiçek”e sevdalı Selman Ali ve Ahmet, hayvanlarıyla birlikte bir geçitten geçerlerken yer sarsılır. Deprem olmuş, tüm kayalar geçittekilerin üstüne inmiş, hayvanların tümü telef olmuş, bir kişi de ölmüştür. Yarı ermiş kişilikteki “Gökçe Çiçek”, depremi “içinde duymuştur”, haykırarak tüm obaya haber verir...


 

     Yine 1973’ten bir başka film, Orhan Elmas’ın yönettiği “Aşkın Zaferi” herhangi bir deprem sahnesine yer vermemekle birlikte “depremden söz eden” bir film olarak yer buluyor listemizde. “Kurtuluş Savaşı” öncesinde, Anadolu’nun bir köyüne tayin olan İstanbullu öğretmen Oya köye ilk geldiği günlerde köyün garibi Bekir’le ilgili sorular sorarken, O’nun mezarlıkta yatıp kalktığını, ana babasının depremde öldüğünü öğrenir.


 

     Sinemamızın depremle ilgili en bilinen, akla ilk gelen filmi Şerif Gören’e ait. Alışılmadık yapıda bir melodram olan “Deprem” (1976), bu doğa olayını “çözüm getirici” özelliğinin altını kalın biçimde çizerek kullanır beyazperdede. Geçkince yaşına rağmen henüz evlenmemiş güzel köylü kızı Zeynep, gururu yüzünden, aslında sevmediği biriyle evlenir, mutsuzluğa gömülür. Gönlü hovarda ruhlu, uçarı delikanlıdadır oysa... Gecikmiş aşkın yol açtığı türlü sıkıntı ve acılar hüküm sürerken, filmin finalinde aniden gelen deprem her şeyin kesin çözümü olacaktır. Zeynep’in doğanın ortasında doğum yapması sırasında yaşanan büyük sarsıntı, öykünün akışı içinde seyirciyi de hazırlıksız yakalar, fena bir sürpriz gerçekleştirir. “Deprem”, yabancı bir filmden alınan deprem görüntüleriyle de olsa, konumuzla ilgili en ünlü örnek olarak sinema tarihimizdeki yerini çoktan almıştır.


 

     Öyle Bir Göbek Dansı ki…


 

     Reşat Nuri Güntekin’in “Değirmen” romanı, Turgut Özakman’ın bu romandan uyarladığı “Sarıpınar 1914” oyunu ve Atıf Yılmaz’ın tümüyle Güntekin’e bağlı kalarak çektiği “Değirmen” (1986) filmi... “Birinci Dünya Savaşı” yıllarında, kendi dünyalarında yaşayıp giden “Sarıpınar” ahalisinin başına gelenleri anlatan film için rahatlıkla “dünya sinemasındaki en ilginç deprem öyküsü” denilebilir. Güzeller güzeli Bulgar kızı Nadya’nın (Serap Aksoy), katılanları mest ettiği oturak alemleri, kasaba erkeklerinin biricik eğlencesidir. Günün birinde, Nadya’nın göbek dansıyla sallanan evde, “zelzele oluyor” diye panik çıkar; kaçışanlar, pencereden atlayanlar, kaymakam dahil pek çok kişi yaralanır. Deprem haberi kısa sürede yayılır, İstanbul’a ulaşır, padişahın kulağına kadar gider. Depremin yaralarını sarmak için yardımlar gelmeye başlar. Kasabalılar bunun üzerine gerçekten deprem felaketine uğramış gibi davranmaya başlarlar.


 

     Gerçek ve Fantastik Deprem


 

     Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet”inde de söz edilir depremden. 10 yıllık mahkumiyetinin ardından cezaevinden çıkan Yusuf, ailesini depremde kaybetmiştir.


 

     Gani Rüzgar Şavata’nın 2001’de çektiği “Dava”, tümüyle bir Güneydoğu Anadolu öyküsü anlatır. Ancak filmin başında, öyküyle hiç ilgisi olmayan biçimde Şavata’nın İzmit depreminden sonra yıkıntı ve enkazların arasında gezindiğini görür, felaketin acısını yüreğinde hissettiğini anlarız. Yönetmen, ilgili sahneleri sonradan eklemiştir “Dava”ya.


Küçük Kıyamet

 

     17 Ağustos’ta yaşanan büyük felaket sonrasında deprem mağdurlarına para toplamak amacıyla özel bir kanunla çıkarılan bedelli askerlik hakkını kullanan, dünyanın ve Türkiye’nin dört yanından gelen 28 günlük askerlerin öyküsünü anlatan Mustafa Altıoklar filmi “O Şimdi Asker” (2003), değişik yaşlardaki bu insanlardan Nihat’a özel olarak odaklanır. Balıkçılık yapan Nihat, bir gece denize açıldığında meydana gelen depremde, yıkımı görmüş, ailesini ve her şeyini kaybetmiştir. Büyük acı içindedir ve acı içinde askerlik yapmak çok daha zordur. Fakat depremin bu gerçeğiyle yetinmez Altıoklar ve işin tadını kaçırmayı da göze alarak ikinci bir depreme, hem de bu kez hayli fantastik biçimde yer verir. Kahramanlarımızın kendilerini “gerçek asker gibi” hissetmeye başladıkları günlerde yaşanan deprem, “Ege Denizi”nin tam ortasında küçücük bir ada oluşturur, Türkiye ile Yunanistan arasında bu yüzden toprak kavgası patlak verir...


 

     Deprem Paranoyası


Korkuyorum Anne

 

     Reha Erdem’in “Korkuyorum Anne” (2004) filminin sonuna doğru 5.9 şiddetinde bir deprem olurken, Erdem “Şarkı Söyleyen Kadınlar”da da (2013) büyük bir kısmı deprem ihtimali nedeniyle terk edilmiş bir adada, büyük bir evde tek yakını olan köpeğiyle birlikte yaşayan Mesut’u ve deprem paranoyasını getirir karşımıza.


 

     Yağmur Taylan-Durul Taylan’ın çektiği “Küçük Kıyamet” (2006) ise beklenen büyük İstanbul depreminin yol açtığı depresyona odaklanan bir film olarak dikkat çeker. Annesini depremde kaybeden Bilge, artık İstanbul’da yaşayamayacağına karar verir ve yeğenleriyle birlikte güneyde küçük bir kasabaya taşınır. Fakat kaçtıkları korku, burada da karşılarına çıkacaktır.


Enkaz

 

     Vereceğimiz son örnek olan Alpgiray Uğurlu’nun yönettiği “Enkaz” (2016) doğrudan deprem sonrası enkaz altına götürür seyirciyi. Deprem sonrası beton blokların altında kalıp güçlükle nefes alabilirken sesini kurtarma ekiplerine duyurmaya çalışan genç kızın öyküsüdür anlatılan.



     Aydınlık Gazetesi - 31.01.2020, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5765026
Online Ziyaretçi Sayısı:4
Bugünlük Ziyaret :377

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.