12.06.2020 / Tunca Arslan - ‘Platform’- Alttakiler, Üsttekiler, Düşenler

Alttakiler, Üsttekiler


     Michel Foucault, alanında klasikleşmiş eseri “Hapishanenin Doğuşu”nda suç, yargılama ve ceza zincirinin halkalarını incelerken, modern yargının iktidarla bağlantısına odaklanır ve insan ruhunun da insan bedeninin hapishanesi olduğunu göstermeye çalışır. Sinema tarihinde çok özel bir kategori oluşturan “hapishane filmlerinin” büyük çoğunluğunda gördüğümüz şey bu ilişkinin yansımalarıdır aslında.


 

     Başyapıt düzeyinde onlarca örneğin sayılabileceği, kendi adıma her zaman özel ilgi duyduğum hapishane filmleri içinde unutamadıklarımdan biri, Avustralyalı yönetmen John Hillcoat’ın 1988’de çektiği “Yaşayan Ölülerin Hayaletleri”dir (Ghosts of the Civil Dead). Hillcoat, modern bir hapishanede elektrikli sandalyeye oturtulmayı bekleyen idam mahkumu aracılığıyla modern cezalandırma sisteminin inceliklerini ve mahkumların içinde bulunduğu gerçekliği çok çarpıcı biçimde sergiler bu filminde.


 

     Değişim İçin Mücadele


 

     Galder Gaztelu-Urritia’nın yönettiği İspanyol yapımı “Platfom” (El Hoyo) da şimdiden söyleyebilirim ki gelecek yıllarda kendinden çokça söz ettirecek, bolca gönderme yapılacak ve kolayca unutulmayacak bir film. Bunda, çok özel atmosferinin, şimdiye dek gördüğümüz en ilginç hapishane dekorunda geçmesinin, pek çok sahnede yoğun şiddet-vahşet içermesinin ve metaforik anlatımının etkisi var kuşkusuz. Gerçekçi yapıdaki “Yaşayan Ölülerin Hayaletleri”nin yaklaşık 30 yıl geliştirilmiş bilimkurgusal versiyonu gibi bir filme imza atmış Urritia.


 

     Dış dünyayı hiç görmediğimiz distopik bir zaman diliminde geçen filmde dikey bir hapishaneye giriyoruz. Binanın kaç katlı olduğu belli değil; belki 250, belki 350… Her katta iki mahkum kalıyor ve yiyecekler, hücrelerinin tam ortasındaki boşlukta gidip gelen bir asansör-platformla gönderiliyor. En üstte kuş sütünün bile eksik olmadığı bir şölen sofrası hazırlanıyor ve platform sırayla aşağı doğru iniyor, her katta belli bir süre kalıyor. Yiyecek giderek azalıyor ve sofra belli bir kattan sonra tamamen artıklardan ibaret hale geliyor. Herkes ihtiyacı kadar yese, alttakileri de düşünse tüm hapishaneye yetebilecek bu zengin sofra, belli bir kattan sonra mide kaldıracak bir çöplüğe dönüşüyor ve günün birinde bir mahkum bu mekanizmayı zor kullanarak da olsa değiştirmek için harekete geçiyor. “Değişim asla kendiliğinden olmaz” diyen bu mahkum, yemeği en alt kata da indirmek ve “Delik”in mekanizmasını bozmak için “Don Kişotvari” bir mücadeleye atılıyor.


 

     İsa’nın Eti ve Kanı


 

     Hapishane metaforuyla dünyayı “Yukarıdakiler vardır, alttakiler vardır, bir de düşenler vardır” diyerek tanımlayan “Platform”, çok genel hatlarıyla bir sistem eleştirisine girişen, bunu oldukça sert ve kanlı bir anlatım tutturarak gerçekleştiren bir film. Senaryo, üstü son derece kapalı biçimde İsa’nın eti ve kanıyla sembollenen komünyon ayinlerinden Don Kişot romanına açılan yelpazede at koşturuyor ve Urritia bir yandan Hıristiyan teolojisine göndermeler yaparken bir yandan da Marksizme, toplumsal dayanışma, adil paylaşım, eşitlik mücadelesi gibi kavramlara ve hatta “devrimci şiddete” göz kırpıyor. “Kanımı iç, sana söyleyeceğim her şeyin coşkusunu bulacaksın; etimi ye, başka hiçbir şey seni doyurmayacak” diyen İsa’nın buyruklarına itaat etmemenin ve ruhun da bir hapishane olması gerçeğinin sonuçlarını sarsıcı biçimde beyazperdeye yansıtan “Platform”, bizzat yönetmeninin de belirttiği gibi bir “eleştiri”nin değil bir “özeleştirinin” filmi.


 

     Koronavirüs günlerinde gördüğümüz stokçuluk ve birbirini ezme görüntülerine paralel biçimde, “Filmdeki platformda yemek değil de tuvalet kağıdı ya da maske olsaydı gene benzer sonuçlar yaşanırdı” diyen yönetmen Urritia çok da haksız sayılmaz.



     Aydınlık Gazetesi - 12.06.2020, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5765568
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :635

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.