04.01.2020 / Halil Atılgan - Türk Halk Müziğinin Atası Muzaffer Sarısözen

Yurttan Sesler


     “Yurttan Sesler’in fedakar işçileri, bugün öyle bir kale yapmakla meşguldürler ki; tamamlanınca değme toprak onu yıkamaz.”


 

     Muzaffer Sarısözen, 1900 yılında (bazı belgelerde doğum yılının 1904 olduğu belirtilmektedir) Sivas ilinin “Cami-i Kebir Mahallesi”nde dünyaya gelir. Babası Sarıhatipzadelerden Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi, annesi Zeliha Hanım. Asıl adı Muzaffereddin Mazhar olup soyadı kanunundan önce Muzaffereddin, Muzaffer Sözen gibi isimleri de kullanmıştır (1). Ailesi yörede alim, şair ve musikişinas yetiştiren bir aile olarak bilinir. Ondaki müzik aşkı da ailesinden gelmektedir. İlkokul tahsilini Sivas’ta tamamladıktan sonra “Sivas Lisesi”nin sekizinci sınıfındayken “Çanakkale Savaşı”na katılır. Döndükten sonra 7 Aralık 1922’de mezun olur. “Mekatib-i İbtidaiyye” (İlk Okullar) muallim (öğretmen) muavinliği (yardımcılığı) imtihanını (sınavını) vererek “Sivas Sanayi Mektebi”ne muallim yardımcılığına getirilir. Kazandıktan sonra “Sivas Sanayi Mektebi”nde muallim (öğretmen), yardımcısı olarak göreve başlar (18 Kasım 1918). 31 Ağustos 1920’de ikinci defa askerlik yapmak için bu görevinden ayrılır. Dönüşünde “Sivas Muallim Mektebi”ne (Öğretmen Okulu) Türkçe öğretmeni olarak atanır (2 Mart 1921). 1 Mayıs 1923’te “Sivas Lisesi”nde musiki muallimi olarak görevlendirilir (2).


 

     O’nun halk müziğine yakınlığı ailesinin ve çevresinin dikkatini çeker. Bu ilgi ve yetenek “Darü’l Elhan” yetkililerinden Rauf Yekta, Ekrem Besim ve Yusuf Ziya Demirci’nin Sivas’a yaptığı bir derleme gezisinde keşfedilir. Dönemin valisine ricada bulunan Yusuf Ziya Bey, Sarısözen’in İstanbul’da “Darü’l Elhan”da yani “İstanbul Belediyesi Konservatuvarı”nda müzik tahsili yapmasını sağlar. 31 Ağustos 1927 tarihinde “İstanbul Konservatuvarı” Müdürü Yusuf Ziya Bey’in (Demirci) isteğiyle keman eğitimi almak üzere “İstanbul Konservatuvarı”na gönderilir. 14 Mart 1929’da konservatuvardan mezun olur ve “Sivas Lisesi”ndeki görevine geri döner. 1925 yılında müzik tahsilini tamamlayan Sarısözen “Sivas Lisesi”nde ve sanat okulunda müzik öğretmenliği görevine atanır. İşte bu başlangıç O’nun hayatının halk müziğine adanmasını sağlar.


 

     Sarısözen 1930 yılının Eylül ayında Sivas’ta Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapan Ahmet Kutsi Tecer ile tanışır. Tecer, Sarısözen ile tanıştıktan sonra 1930’da “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kurar ve Sarısözen de genel katip olur. 1930 yılında Sivas’ta gerçekleştirilen bu şairler bayramı Türkiye’de bir ilk olarak kayıtlara geçer. İşte Aşık Veysel de 1930 yılında yapılan bu şairler bayramı münasebetiyle tespit edilir. Bayram sonunda çıkarılan “Sivas Halk Şairleri Bayramı” adlı broşürde Sarısözen, “Sivas Halayları” başlıklı yazısını halayların notalarıyla birlikte yayınlar. Bu yazı büyük bir ihtimalle bizde halaylar hakkında yazılmış ilk notalı makale olarak kayıtlara geçer.


 

     17 Ağustos 1937’de Halil Bedii Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses ve teknisyen Arif Etikan’dan oluşan grup Ankara’dan Sivas’a derleme yapmak amacıyla giderler. Ahmet Kutsi Tecer, Halil Bedii Yönetken’e, Sarısözen’i tavsiye ederek gruba katılmasını söyler. “Maarif Vekili” (Milli Eğitim Bakanı) Saffet Arıkan’ın döneminde başlayan ilk resmi derleme çalışmasına iştirak etmiş olur. Derleme ekibi Almanya’dan getirilen Saca markalı hem elektrik, hem de akü ile çalışan alıcı ve verici ses kaydeden makinelerle derlemeler gerçekleştirilir. Konservatuvarın folklor arşivindeki 10.000 ezginin derlenmesinde, fişlerin doldurulmasında, O’nun bitmek tükenmek bilmeyen sabır ve azmi büyük rol oynamıştır.

 

     1943’te Muzaffer Sarısözen, Halil Bedii Yönetken ve Rıza Yetişen’den oluşan grup Tokat, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon’da, 1944’de Elazığ, Tunceli, Bingöl ve Muş’ta, 1945’te Ankara, Çankırı, Yozgat ve Kırşehir’de, 1946’da İçel, Antakya ve Antalya’da, 1947’de Çanakkale, Bursa ve Tekirdağ’da, 1948’de Bolu, Sinop ve Zonguldak’ta, 1949’da Bilecik ve Eskişehir’de, 1950’de Van, Kars, Çorum ve Ağrı’da, 1951’de İzmit’te, 1952’de İzmir, Siirt, Mardin ve Bitlis’te yapılan derleme gezilerine katılır. Sarısözen bu derleme gezilerinde kendi çabası ile topladığı bağlama, cura, ney, çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, davul, zurna, tef, darbuka gibi birçok halk sazını toplayarak önemli bir koleksiyonun oluşmasını sağlar. Ayrıca derleme gezileri sırasında kaynak kişiler ile halk oyunlarını görüntüleyen fotoğraflardan bir albüm yapar. Muzaffer Sarısözen’in, halk müziğine verdiği hizmet kadar halk oyunlarına verdiği hizmet de büyüktür. 1950 yılında İtalya ve İspanya’daki “Avrupa Uluslararası Raks Müsabakaları”na, Erzurum bar ekibi ve davulcu Kara Yılan, zurnacı Mümtaz Ardıç ile katılır. Madrid’te 68.000 kişinin önünde, Biariz ve San Sebastian’da yapılan 5 yarışmada ekip birinciliği alır.


 

     Vedat Nedim Tör ve Mesut Cemal Bey’in daveti ile “Yurttan Sesler”in başına Muzaffer Sarısözen getirilir. 1946 yılında “Yurttan Sesler Korosu”nu çalıştırmaya başlayarak derlenen türküleri koro üyelerine öğretir ve yayınlara başlar. Program büyük ilgi görür. 1953 yılında İzmir’de, 1954 yılında, İstanbul radyosunda “Yurttan Sesler” topluluklarını kurarak, halk türküleri ve oyunlarının yurt çapında sevilmesi ve tanıtılmasında büyük rol oynar. Muzaffer Sarısözen’e kadar radyolarda düzenli ve programlı halk müziği çalışmaları olmamıştır. “Yurttan Sesler Topluluğu”nu kurduktan sonra, programlarına kaynak kişileri ve bölge sanatçılarını davet ederek radyo sanatçılarına örnek dersler verir. Muzaffer Sarısözen “Yurttan Sesler Topluluğu”nu yetiştirerek ilk koral halk müziği icrasını başlatmış; toplu bağlama çalma geleneğinin uygulayıcısı olmuştur. Halk müziğinde koro seslerini numaralayarak otantik karakterin kaybolmasını önlemiştir.


 

     Neriman Altındağ Hanım 1941 yılında “Yurttan Sesler Korosu”na girer ve böylece Muzaffer Sarısözen’le de tanışmış olur. Neriman Hanım’ın halk müziğine olan sadakati, gösterdiği gayret ve hassasiyet onların bir araya gelmesine vesile olur. Hoca Neriman Hanım’la Türkü sevdasını paylaşır. İşte bu sevda paylaşımı 1951 yılında evlilikle sonuçlanır. 1952 yılında da oğlu Memil Sarısözen dünyaya gelir.


 

     Halk müziğiyle ilgili radyo yayınları Sarısözen’in 1938’de Ankara’ya gelmesiyle, önceleri birer ikişer solo program olarak devam etmiş. “Milli Musiki Sanatkârları Kolu” adıyla Türk Halk Müziği ve Klasik Türk Müziği çalışmalarını birlikte yürütmüş. Halk müziği yayınlarının dikkatle dinlenmeye başlandığı 1938-1941 yılları arasında, müzik yayınları şefi Mesut Cemil Sel, halk müziğinden sorumlu şef yardımcısı ise Sarısözen’dir. Sarısözen, o yıllarda “Ankara Radyosu”na gelip zaman zaman programlar yapan yöre sanatçılarını bir araya getirip ilk halk müziği programlarını başlatır. 1940 yılından sonra zamanla artan halk müziği yayınları 1941 yılının sonlarına doğru Sarısözen yönetiminde “Biz Türkü Öğreniyoruz” ve “Yurttan Sesler” adı altında “Klasik Türk Müziği Korosu”ndan ayrılarak yayınlarını sürdürmeye başlar. Bu topluluk elemanlarının sayıları gün geçtikçe artar. Böylece “Türkiye Radyoları”nın ilk “Yurttan Sesler Korosu”, Muzaffer Sarısözen’in öncülüğünde resmen kurulmuş olur.


 

     1940’lı yıllarda radyolarda 5-10 kişiyi geçmeyen halk müziğine gönül veren profesyonellerin sayısı bugün binlere ulaşmış durumdadır. Muzaffer Sarısözen, bugün sesini ve sazını dinlediğimiz birçok sanatçının öğretmeni olur. İlk Ankara’ya gelişinde “Ankara Devlet Konservatuvarı Folklor Arşivi”ndeki görevi sırasındayken başlattığı tarih ve halk oyunları öğretmenliğini uzun yıllar sürdürerek, pek çok öğrencinin yetişmesini sağlar. Türkiye’nin birçok yöresinde Mahmut Ragıp Gazimihal, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Nurullah Taşkıran ve Rıza Yetişen’den oluşan derleme ekibiyle birlikte on binlerce türkü derler çoğununun notasını yazarak bugünkü halk müziği repertuvarının oluşmasını sağlar.


 

     O dönemde Türkiye’de az sayıda yapılan halk müziğine ilişkin basılı yayınların başında, 1926’da “İstanbul Belediye Konservatuvarı”nın yayımladığı 14 defter durumundaki “Anadolu Halk Şarkıları” adlı kitapların dışında önemli bir yayın olarak, Sarısözen’in 1941 yılında yayımladığı “Seçme Köy Türküleri” adlı kitabı gelmektedir. Sarısözen daha sonra, 1952 yılında “Yurttan Sesler”, 1962 yılında günümüzde halk müziği ile ilgili önemli bir kaynak olan, “Türk Halk Musikisi Usulleri” adlı kitabını yayınlar. Özellikle halk müziğine ilişkin görüşlerini çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlayıp, genç kuşağı halk müziğinin derlenmesi, araştırılması ve tanıtılması konusunda özendirmeye çalışır.


 

     1962 yılında Sarısözen prostattan rahatsızdır. Rahatsızlığından dolayı Ankara’da “Devlet Demiryolları Hastanesi”ne yatar. Doktorlar hocanın ameliyat olmasına karar verirler. Sonuçta kendi öğrencisi olan bir operatör hocayı ameliyat eder. Ameliyattan sonra ağabeyi Abdulkadir Sarısözen’in evine çıkar. Fakat hastalık yakasını bırakmaz. Tekrar rahatsızlandığında “Ankara Hastanesi”ne kaldırılır. Fakat tedavi cevap vermez. Hoca maalesef sağlığına kavuşamaz. Daha genç sayılacak yaşta iken 04 Ocak 1963 tarihinde 63 yaşında vefat eder. Büyük bir törenle “Ankara Asri Mezarlığı”na defnedilir. Bin rahmet olsun. O “Türk Halk Müziği”nin ustası Sarısözen... Türküler var oldukça O da var olacaktır. O Halk müziğinin atasıdır. Şu an “Türk Halk Müziği” var ise teşkilatlanarak varlığını sürdürüyor, genç nesillere kendini kabul ettiriyorsa O’nun sayesindedir. Her ülke de müziğin bir öncüsü vardır. O da Cumhuriyet döneminde ülkemizin “Tük Halk Müziği” öncüsüdür. O’nun derlediği türküler sayesinde ahraz dile, arı bala, bülbül güle gelir. Bir Karadeniz türküsü de şu dizelerle çıkar karşınıza:


 

     “Gel otur konuşalım

     Dizin dizime vursun

     Öyle bir sarılalım

     Akan dereler dursun”


 

     Eyyy türkü sevenler... Ey Türk genci... Öyle bir sarılacaksın ki... Akan dereler duracak. Bu nasıl bir anlatım nasıl bir estetik. Sözlerdeki estetik, o nefis anlatım, sevdiğine değer verme türkülerimizde olağanüstü bir anlatımla dile getirilmiş. Çorumlu Şekip Şahadoğru:


 

     “Hak’kı küstürdünse gel ki barışak

     Hakikatın kervanına karışak

     Derman senin olsun derdi bölüşek

     Şekip’in bağrını delip durursun”


 

     Bu dörtlükteki deyiş de olağanüstü bir anlatıma sahiptir. Onu diyen yürek nasıl bir yürektir. “Dermanı sevdiğine ver - O’nun derdini bölüş.” Bu deyiş can çekişen bir yüreğin sevgiliyle can bulması gibi, olağanüstü bir fedakarlık örneği göstermektedir. Bu menfaat dünyasında dermanı sevdiğine verecek, derdini bölüşecek kaç kişi bulabilirsiniz acaba? Bu cefaya ancak bir deli yürek katlanır. O da türkülerimizdeki deli yürektir. “Kendini okyanusta bir damla sanma / Bir damlanın içinde kocaman bir okyanussun” diyen Mevlana sanki türkülerimizdeki o deli yüreğin özelliklerini ve güzelliklerini, “Kemiğim tarak et zülfün teline / Hatıra geldikçe tara sevdiğim” diyen inceliği anlatmaya çalışmış. O deli yürek bir Kastamonu türküsünde “Yassıl dağlar Osman Efe’m geliyor” diyecek kadar güçlü ve de korkusuzdur. Osman Efe’nin heybetinden dağların yassılması, enginleşmesi nasıl bir değerdir, nasıl bir anlatımdır. İşte bu güzelliklerin, anlatımların hepsi o eşsiz insana, Sarısözen Usta’ya borçludur. O’nu anlamak için türkü dinlemek gerekir.

     _________________________________________

 

     * (1) ve (2): https://islamansiklopedisi.org.tr/sarisozen-muzaffer: Müellif Süleyman Şenel

     Aydınlık Gazetesi - 04.01.2020, Cumartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5797170
Online Ziyaretçi Sayısı:23
Bugünlük Ziyaret :1219

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.