Fatih Çekirge - Yaralıyım
Zifiri bir karanlığa uyandı...
Bir sessizlik. Bir uçuruma düşer gibi... En ufak bir ışık yok.
Yorgundu. Perdeleri açmak için kalkmak istedi.
Bir el kolundan tuttu.
- “Dur Mehmet!”
- Ne oldu?
- Hatırlıyor musun. Çatışma çıkmıştı. Sen yaralandın...
- Ne yarası?
-Yaralısın.
Böyle uyandı işte Mehmet... Daha doğrusu uyanamadı.
Zifiri karanlıkta perdeleri açmak istedi. Ama perdeler açıktı.
İki gözü de gitmişti Mehmet’in...
Yaralıydı...
Buydu işte haberlerdeki o isimsiz “yaralı”...
Şu kadar şehit verdik bir de “yaralı”...
3 ayda 57 şehit, 115 yaralı...
Peki kim bu yaralılar? Ne yaparlar?
Yaralı diye yeterince ciddiye alınmaz sanki...
Oysa hayatın yarısı belki de daha fazlası gitmiştir elinden...
Gece yarısı “bir kabustan” uyandığını sandığı anda, bacaklarının olmadığını anlayan o çocuklar. Her gece düşlerinde yürürler, koşarlar, otobüste metroda adımlar...
Ve her sabah uyandığında yeniden vurulurlar.
Kimisi tekerlekli sandalyede, kiminin kolu yok, kiminin iki bacağı protez. Kimi görmüyor. Dünyası kararmış...
Bir süre sonra bir istatistik bilgisi halini alır onların yarası...
Yaralının adı yoktur artık. İstatistiklerdeki genel bir bilgidir...
“Sayın Efendim... 3 ayda 57 şehit, 115 yaralımız var” mesela...
Yaranın istatistiği yoktur aslında.
Ölümün hayattaki halidir çünkü...
Büyük adamların ziyaretleri sırasında mecburen gülümseyen bir gözyaşıdır onlar...
19 yaşında karartılmış hayatlardır...
Gözükmezler. Bilinmezler. Unutulurlar...
Törensiz bir acıdır onların yarası...
Kendisine kalır. Annesine, karısına, sevgilisine kalır yaraları...
Törenler yapılır. Hastaneler. İhtimam...
Sonra o haberleri bırakıp başka bir kanala geçeriz bizler...
Bir yarışma programına mesela...
Yapamıyorum
Aslında bunları yazmayacaktım bugün...
Mesela “Gümüşlük Akademisi”nde Latife Tekin’in yaptıklarını anlatacaktım...
Kızı denizin hasretine dayanamadığı için dünya seyahatine ara verip İstanbul’a gelen Osman Atasoy’u anlatacaktım...
Başarıya ve mutluluğa ne kadar susadığımızı yazacaktım...
Ama olmadı... Gözümün önünden gitmiyor o çocuklar...
Şimdi diyorum ki;
Dünyanın hangi ülkesinde böylesine kan akarken kayıtsız kalınabilir.
Sinemacısı, oyuncusu, senaristi, ressamı, bestecisi...
Her sabah bir bedenin kanlar içinde toprağa düştüğünü duyup da;
Nasıl yokmuş gibi yaşayabiliriz...
Beni de işte bu yaralıyor...
Bu kayıtsızlık vuruyor...
Aklıma büyüttüğümüz oğullarımız geliyor...
Bir daha vuruluyorum...
Bu yüzden hiçbir istatistiğe sığmıyor benim sessizce kanayan yaralarım...
Hürriyet Gazetesi – 10.07.2010, Cumartesi