11.12.2020 / Tuğrul Göğüş - Büyük Bir İnsanı Daha Yitirdik


     1938 yılında doğan sayın Oktay Dalaysel’i ne yazık ki 28 Kasım 2020 Cumartesi günü yitirdik. Evet, kış geldi ve yaprak dökümü başladı. Büyük değerlerimizi ardı ardına yitiriyoruz. Önce Önder Kütahyalı ve ardından Oktay Dalaysel. Bu isimler bizlerin yol göstericisi ve çoban yıldızlarıydı. Karanlık gecelerde onların ışığına bakarak yol alıyorduk.


 

     Türkiye ekonomik ve sosyal anlamda gerileme sürecine girdiğinden beri sanatın her dalında olduğu gibi müzik sanatında da geriliyoruz. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri her alanda terk edilirken en hızlı kaybı özellikle müzikte yaşıyoruz. İşte kurumlarımızın hali ortada, okullarımızın durumu içler acısı, artık neredeyse her üniversitede bir konservatuvar ya da bir müzik okulu kuruldu, çok sayıda büyük(!) profesörlerimiz türedi.


 

     Yukarıda andığımız isimler; Kütahyalı ve Dalaysel gerilemenin karşısında birer direnişçi idiler. Ama üzülerek söyleyeyim ki arkalarında onların bu cesur tutumunu, ilkelere dayanan hayat tarzını sürdüren pek kimse kalmadı.


 

     Sayın Dalaysel tam 45 yıl “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası” üyesiydi, bu sürenin 30 yılını bu orkestranın baş kemancısı olarak geçirdi. O, “Ankara Devlet Konservatuvarı”nı parasız yatılı olarak okuyan bir Anadolu insanıydı. Zor koşulların insanıydı. Bir eli yağda, öbür eli balda olan ve sanat eğitimini “sanatçı(?) olmak için yapan” varlıklı kesimden değildi. Yaşamın zorluklarını çok iyi bildiği için hiçbir zaman “şımarıklık” yapacak lüksü olmamıştı. Kökenini bildiği için, geçmişini unutmadan yaşadı. Sade bir hayat sürdü ve bu nedenle her isteyene elini uzattı. Bunu da daima büyük bir alçak gönüllülük içinde yaptı.


 

     Oktay Dalaysel fizik yapı olarak zayıftı, uzun ve gösterişli bir dış görünüşü yoktu. Ama bu narin yapıdan çelik bir yürek çıktı, çelimsizliğine karşın çok dirençliydi. Bu nedenle şu cümle O’nun ağzından dolu dolu çıkmıştır: “Ben yaşamımı, toplumun genelinin anlamadığı ve hatta istemediği bir tür müziğe vakfettim.” Dalaysel hocamız yaşamının neredeyse tamamını ideallerinin peşinde koşarak tamamladı. Bu nedenle “Ankara Devlet Konservatuvarı”nın yanısıra “Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü”nde de keman dersleri verdi.


 

     Ben kendisini “Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü”nü kazandıktan sonra tanıdım. Ufak tefek bir adamdı, ama gerçekten adamdı. Kendisiyle kurduğumuz samimiyet ilerledi ve ilişkilerimiz geliştikçe kendisini tanımaktan ötürü ne kadar büyük sevinç hissttiğimi anladım. Senli-benli konuşan, öğrenciye -ve elbette hiç kimseye- tepeden bakmayan, kibirli olmayan, sakin kişilikli bir insan olduğunun farkına vardım. O günden bu yana ben de bu tür özelliklerimi geliştirmeye çabaladım. Hepimiz için ne büyük örnek!


 

     Daha sonra arada bir hocamızın evine gidip gelmeye başladım. Ankara’da “İsrail Evleri”nde oturduğu yıllarda ve ben “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası”na girdikten sonra bağlantımız bir süre devam etti. En çok üzüldüğüm nokta, kalp krizi geçirdikten sonra hareketlerimin oldukça kısıtlanması ve bu yüzden uzun yol yolculuklarına çok çıkamamam, bu yüzden de kendisiyle bağlantımın kopmuş olmasıdır.


 

     Oktay Bey, “Gazi Eğitim Müzik Bölümü”nde hem kendi öğrencileriyle ve hem de kapısını çalan tüm öğrencilerle yakından ilgilendi. O’nun bu tavrı, Anadolu’dan gelen ve “henüz alışkın olmadıkları yeni tür bir müzik eğitimi” alan genç insanların okul bitiminde gerçek müzik savaşçıları ve çağdaş insan olmalarının temelini teşkil etti.


 

     Gerek sanat yaşamımda ve gerekse öğrencilik ya da öğretmenlik yaptığım kurumlarda böylesine duygu dolu, insancıl ve yüksek kalitede insanlarla pek karşılaşamadığım için büyük hayal kırıklıkları yaşadığımı söyleyebilirim. Oktay bey bana tüm sanatçı ve müzikçilerin ulvi birer şahsiyet oldukları konusunda güzel, ama yanıltıcı bir örnekti, gerçek yaşam böyle değilmiş. Çok sayıda olumsuz modelle karşılaşınca sayın Önder Kütahyalı, sayın Ermukan Saydam, sayın Hazar Alapınar ve sayın Oktay Dalaysel gibi kişilikleri mumla arar olduk.


 

     Evinde bir akşam birlikte çay içerken sevgili hocamız şu cümleyi kurmuştu: “Okuldan mezun olduğumda herşeyi öğrenmiş, kemanı tamamlamış, müziği yutmuş hissediyordum kendimi. Ama, Almanya’ya gittiğimde daha gidilecek çok yolum olduğunu anladım. Orkestraya girdikten sonra da pratik içinde daha öğrenecek çok şey olduğunun farkına vardım.”


 

     İşte böyle dürüst ve özeleştirisini yapan, yüreği öğrencileri, sanatı ve ülkesi için çarpan harikulade bir insanı yitirdik. Üzüntümüz çok büyük, çünkü sayın Dalaysel yeri kolayca doldurulabilecek biri değil. Ancak, üzüntümü daha da artıran gerek meslekdaşlarının, gerek öğrencilerinin ve gerekse hizmet verdiği kurumların anlaşılmaz sessizliği. Bir kaç yazı dışında ve bir iki basın haberi dışında Oktay hocamıza sahip çıkan olmadı ne yazık ki… Vefasızlık her tarafımızı sarmış durumda, bu durum değerler erozyonunun hızla artmasına yol açıyor.


 

     Saygun gibi, Erkin gibi, Fenmen gibi, Şimşek gibi büyük ve verimli isimlerini unutan toplumların Oktay Dalaysel’i anılarında yaşatması gerçekten çok güç. Unutan bir toplumuz, bugün sevildiğini ve sayıldığını zanneden bazı sanatçılarımız hiç merak etmesinler, emekli olduktan sonra kapılarını çalan olmayacak.


 

     Ben Oktay Dalaysel hocamızı her zaman belleğimde yaşatacağım. O’nun hizmetlerini unutmayacağım ve unutulmaması için elimden geleni yapacağım. Çok teşekkür ediyorum sayın Dalaysel, tüm çalışmaların, hizmetlerin ve yetiştirdiğin öğrencilerin için. Lütfen huzurla uyu…



     11.12.2020, Cuma - Fethiye




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767454
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :167

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.