Zülfü Livaneli - Karagöz Kimin?

     “Unesco” “Karagöz Gölge Oyunu”nun “Türk Kültürel Mirası”na dahil olduğunu açıklayınca, Yunanistan’da kıyamet kopmuş.

     “Karagöz bizimdir!” feryatları yükselmiş.

     Aslına bakarsanız adı bile “Karagöz” olan bir oyunun milliyetini tartışmak abes değil mi!

     Eğer Yunan olsaydı oyunun adı “Mavromatya” olurdu.

     Ama konunun üzerinde biraz düşününce farklı boyutlar da ortaya çıkmıyor değil.

     Bir arkadaşım bu gölge oyununun “Menkıbeyi Hacivat” adı altında Endonezya’da da ünlü olduğunu söylemişti.

     Bu yüzden köken bulmak zor.

     Ama bundan da önemlisi, “Karagöz”ün bugünkü durumu.

     Biz hemen hemen unuttuk bu oyunu. Sahip çıkmıyoruz, “hayali” adı verilen ustalar teker teker yok oluyor.

     Buna karşılık Yunanistan’da bu oyun hala popüler ve canlı.

     Bu durum aklıma ister istemez Hz. Süleyman’ın bebek meselini getiriyor.

     Bertolt Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi” adıyla oyunlaştırdığı meseli kısaca hatırlayalım.

     Bir ihtilal sırasında kraliçe yeni doğmuş bebeğini terk ederek saraydan kaçar. Bir hizmetçi bebeği alır ve büyütür.

     On yıl sonra geri dönen anne hizmetçiden çocuğunu geri ister.

     O da bebeği kendisinin büyüttüğü gerekçesiyle bu isteği reddeder, mahkemelik olurlar.

     Sonunda iş Hz. Süleyman’ın önüne gider.

     Süleyman ortaya tebeşirle bir daire çizilmesini ve çocuğun bu dairenin içine konulmasını emreder. Bir kolundan biyolojik annesi, öteki kolundan da onu büyüten hizmetçi çekiştirecektir.

     Kim dairenin dışına çekmeyi başarırsa çocuğu o alacaktır.

     “Başlayın” talimatı üzerine Kraliçe var gücüyle çocuğun koluna asılır, hizmetçi ise bu durumda çocuğun parçalanacağından korkarak çekmeyi bırakır.

     Çocuk kraliçenin yanındadır artık ama Hz. Süleyman “Çocuğun annesi hizmetçidir” der, “O’na emek verdiği, büyüttüğü için parçalanmasına yüreği elvermemiştir. Anne odur.”

     Bu mesel bizim Yunanistan’la kültür kavgalarımıza çok benziyor.

     Çünkü birçok şeyin aslı bizde olmasına rağmen, geleneklerimizden utanıyoruz, onlarla birlikte yaşamayı “modernliğe aykırı” sayıyoruz.

     Yunanistan ise var gücüyle sahip çıkıyor.

     Buna en güzel örnek, dünyaca ünlü Yunan çalgısı buzukidir.

     Bu çalgı bağlamanın “bozuk düzen” dediğimiz bir akort sisteminden İzmir’li Rumlar tarafından üretilmiştir. Nasıl cacığa cacıki demişlerse, bozuka da buzuki adını vermişlerdir.

     Bugün Yunanistan’ın en zengin armatörünün yatında, en pahalı lokantalarında buzuki müziği çalınır ama bizim zenginlerimiz sazdan utandıkları ve onu çok ilkel buldukları için Amerikan albümleri çalarlar.

     Hatta işin tuhafı sazdan bozma buzuki bile dinlerler.

     İşte sorun da buradadır.

     Sen bağlamaya, tambura, yanında lokum ve bir bardak suyla ikram edilen kahveye, Karagöz oyununa, musakkaya, karnıyarığa, kehribar tespihe, kısacası seni sen yapan her kültür değerine sırtını döner ve Amerikalı olmaya çalışırsan, elin oğlu bunları alır ve dünyada iftiharla temsil etmeye başlar.

     “Tosbağa çıkmış, kabuğunu beğenmemiş” meselesi.

     Dünyanın en zengin kültür ülkesi olan Türkiye, bu tutumla yani kültüre saygı göstermeyen bir Batı taklitçiliğiyle daha pek çok değerini kaybeder.

     Hiç yakınmayalım, kendimize çeki düzen vermeye bakalım.

     Gazete Vatan – 16.07.2010, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5761230
Online Ziyaretçi Sayısı:14
Bugünlük Ziyaret :1162

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.