Kaan Arslanoğlu - Sanatı Sevdirmek
Sanatı hiç sevmeyen neredeyse yok gibidir. Hemen herkes bir şekilde müzik dinlemekten hoşlanır. Hemen herkes birtakım ezgiler mırıldanır. Film seyretmekten zevk almayan yok gibidir. Hiç değilse birkaç şiiri, maniyi memnuniyetle dinlememiş olan... Pek çokları güzel bir resim gördüğünde duygulanır...
Toplumun belki yüzde doksandokuzunun böyle bir nitelikte sanattan hoşlanıyor olmasını kast etmiyoruz herhalde sanat sevgisiyle. Sanatı sevmek demek, sanatın hiç değilse bir veya birkaç dalına yoğun ilgi duymak demek. Bu ilgiyi belli bir emekle yoğurmak demek.
Hemen örnek vereyim: Diyelim edebiyatı seven biri. Dostoyevski, Tolstoy, Dickens, Hugo, Balzac, Çehov, Kafka’dan hiç değilse birer eser okumamışsa edebiyatı sevmiyor, bilmiyor demektir. Bizden Tanpınar’dan, Reşat Nuri’den, Sait Faik’ten örnekler okumamışsa Türk edebiyatından da hoşlanmıyor anlamına gelir.
Müzik’ten örnekler verelim. Şimdi çok tartışılıyor ya, arabesk mi, klasik müzik mi, diye; arabeski bildiğimizi farz edelim. Çünkü arabesk ürünler (en iyileri pek ender kulağımıza çalınsa da) günlük yaşamımız içinde, belki de kaçınamayacağımız kadar yüz göz bizimle. Ama herhangi bir kişinin ben şunu yeğliyorum diyebilmesi için her iki tarzı da iyi bilmesi, seçimini ondan sonra yapması gerektir. Vivaldi, Beethoven, Brahms, Wagner, Borodin, Prokofiev’in eserlerine aşinalığı bulunmayan birinin, ben klasik müziği değil, arabeski veya halk müziğini seviyorum demesi kadar anlamsız bir şey olabilir mi?
İşte toplumlarda kötü sanatın veya kimine göre gerçek sanatın dışındaki “sanat olmayan”ların bu kadar güçlü ve yaygın kabul görmesi ve gerçek sanatı ezip unutturmasının nedeni odur. Sanatı sevmesine herkes sever de, o konuda yoğun ilgi duymayan ve bir emekle kendini eğitmeyen kişiler ve onların çoğunluğu oluşturduğu toplumlar kötü sanatlara, bayağı sanatlara mahkumdurlar. Dahası o süprüntüleri pek güzel sanat sanırlar.
Şiirden anlamak için şiiri sevmek gerek. Şiiri sevmek için de önce ona yoğunlaşmak, anlama çabası göstermek. Bir şeye girişmeden, azıcık alışmadan, içinde biraz yoğrulmadan sevmek, ancak genetik bakımdan yoğun bir eğilim varsa mümkündür. Aksi halde, ilgi gösterilmeyen, biraz olsun öğrenilmeyen herhangi bir şey sevilemez.
Sonuç nedir o durumda: Önemli diye kabul edilen şairleri okumayan, bunların niye önemli olduğuna dair tartışmaları bilmeyen kişi önüne gelen her uyaklı metni şiir diye kabul eder. Böylece ya kötü örneklerde iyice kemikleşir ya da şiirden hepten soğur.
“Solkültür”ün daha çok okunması için önce işe sanatı sevdirmekten, sorunun özünden, A’sından başlayacağız demiştim ya, üstünde az düşününce, meğer ne zor bir hedef saptamışım dedim kendime. Çünkü o doğrultuda geçmişte pek fazla deneyim yaşanmamış, fazla bir gelenek bırakılmamış bize. Sanatı sevdirmek demek zaten sanata ilgili olan bireyleri (ki her ihtimalde küçük bir azınlıktırlar) çalıştırmak, eğitmek, örgütlemek diye anlaşılmış. Sanat-edebiyat dergilerinin işlevi de hep böyle görülmüş. Okullar, derslerle biraz daha geniş kitleye açılmaya çalışmışlar. Ancak programda ve uygulamada düşülen hatalar nedeniyle ütopya bir türlü gerçekleşmemiş, öğretim kimine gerçekten sanatı sevdirirken, kimini iyice sanattan uzaklaştırmış.
Şu anda aklıma iki yol geliyor. Biri ayıplama düzenekleri yaratmak. İnternet ve televizyon öncesi dönemde bu ayıplama düzeneği hayli iyi işlerdi. Kendine aydın diyen, solcu, sanatçı veya okumuş diyen bir kişi tartışmalarda, sohbetlerde rezil olmamak için önemli sanatçıların hiç değilse birkaç eserini bilmek zorundaydı. Bir de o günlerde toplumda çok konuşulan birkaç romanı okumak, bir iki filmi, oyunu görmüş olmak. Şimdi böyle bir ayıplama düzeneği hiç çalışmıyor. Bir şekilde o silahı (televizyona ve internete rağmen veya onlar yardımıyla) tekrar kullanmak gerekiyor.
Yani bir kişi solcu olacak, komünist olacak ve diyelim “Sokültür”ü izlemeyecek. Böyle bir hali “rezalet” olarak değerlendirecek ortamı yaratabilirsek başarı gelir. Hiç şaka yapmıyorum. Yoksa emeklerimiz yine boşa gider.
Öbür yöntem de mutlaka bilinmesi gereken sanat ürünlerinin listelerini vermek. Bunların okunmasını, izlenmesini denetlemek, teşvik etmek. Edebiyatta mutlaka okunmuş olması gereken eserlerin listelerini vermek, keza müzikte dinlenmiş olması gereken parçaların, sinemada keza izlenmesi gereken eserlerin...
“Solkültür”de böyle şeyler de yapmalıyız.
“Solkültür”ü her gün izlemeyenler ne talihsiz insanlardır!
haber.sol.org.tr sitesinden alınmıştır. – 27.08.2010, Cuma