03.09.2010 / Zülfü Livaneli - Dünyanın Zenginliği
İzmir’de sevgili dostum Maria Farandouri ile bir açıkhava konseri verdikten sonra otomobille Ege kıyılarını geçtik.
Şirince’ye, Selçuk’a, Efes’e gitmemiz, bu ülkenin zenginliklerini bir kez daha hatırlatır nitelikteydi.
“Selçuk Müzesi”ndeki orijinal “Artemis Heykeli” ve “Efes Kalıntıları”nın Yunan sanatçılarını nasıl heyecanlandırdığını söylemeye gerek bile yok.
Yıllar önce Theodorakis’le “Efes Antik Tiyatro”da konser verdiğimizde ortada durmuş, “Sofokles’ten 2 bin 500 yıl sonra burada sahneye çıkan ilk Helenim” demişti.
Heyecan sadece “Efes”le sınırlı değil elbette.
Gördükleri her yol tabelası Maria ve arkadaşlarının yerinden zıplamasına yol açıyordu:
“Aaaa, bak Magnesia!”
“Bu da Didyma!”
“Bu Miletos!”
“Bu Halikarnassos!”
Onlara biraz Türkiye’nin diğer zenginliklerinden söz etmek istedim.
Nemrut Dağı heykelleri, Mardin, Antakya, Kapadokya, Zeugma, Büyük İskender, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı eserleri...
Sonra baktım ki hiçbir şey anlatamıyorum.
Çünkü bu toprağın zenginliklerini anlatmaya bir ömür yetmez.
Dünyanın en büyük açık hava müzesinde yaşadığımız gerçeği bir kez daha apaçık gözümün önüne serildi.
Tarih, sadece bizde yok, başka ülkelerde de var.
Ama oralarda tarih tek katmanlı.
Genellikle bir tek medeniyetin izlerini taşıyor.
Bizde ise çok farklı tarihler, katmanlar, uygarlıklar, dinler üst üste yığılmış.
Bu kadim toprağı kazıdıkça altından başka bir şey çıkıyor.
Üstelik bu gerçek, sadece kalıntıları kapsamıyor.
Somut olmayan kültür mirası dediğimiz gelenekler, diller, şiirler, türküler de zengin ve çeşitli.
Türkiye kendi zenginliğinin farkına varıp üstüne titremeye başladığında, dünyanın en vazgeçilmez kültür ülkesi olacak.
Bundan adım gibi eminim.
Mesele, bizim mirasımıza sahip çıkmamızda.
Gazete Vatan – 03.09.2010, Cuma