Sibel Paşaoğlu-Yöndem - Sosyo–Kültürel Yap–Boz'un Önemli Bileşenleri ya da Trakya Bölgesi Geleneksel Müzik Kültürüne Dair...


     Türkiye'de Trakya bölgesi müzik kültüründen söz edildiğinde, çoğu kimsenin aklına, oynak çiftetelliler, kıvrak Roman oyunları, yöreye özgü kasap havaları, karşılamalar ve belki de dünya eğlence kültürü var olduğundan bu yana pek çok kültürde varlık gösteren adeta "olmazsa olmaz" davul-zurna ikilisi gibi flaş imajlar gelmektedir… Kuşkusuz bu imajların tümü doğrudur, ancak ne denli eskilere dayalı ciddi bir tarihsel ve sosyo-kültürel geçmişi olduğu herkesçe iyi bilinen Trakya'nın, tüm kültürel-sanatsal üretimlerinde olduğu gibi, müzik kültürü alanında da rengarenk dokular sergiliyor olması çoğu zaman gözden kaçabilmiştir. Dil, din, adet, gelenek, görenek, uygulama, masal, şiir, türkü, oyun gibi çeşitlilik bakımından son derece zengin örneklerle dolu özgün yapıda olması, özellikle günümüzde (medyanın popüler kültür dayatmaları ile sınırlandırılarak) yapay bir biçimde soluklaştırılmış, deyim yerinde ise adeta "tek renkli, gri" bir hal aldırılmıştır…

     Roman (Çingene) folkloru, bölge eğlence yaşamına tartışmasız biçimde öteden beri büyük renk katmıştır. Bununla birlikte, yüz yıllardır içiçe yaşamış olan farklı dil, din ve ırkların Balkan kökenli kültürlerinden de beslenerek, bu birbirinden belli yönleri ile ayrılan kültürel ürünleri kendilerine özgü biçimde yorumlama, özgün kültürel süzgeçlerinden geçirerek, yeniden şekillendirme yoluna gitmiştir… Pekçoğu yine bilinen müzisyen ailelerden gelen, yetenekli Roman müzisyenlerin, usta çalgıcıların emprovizasyonları ile, bazen herkesçe çok iyi bilinen bir Rumeli halk türküsünün, sözel, melodik ve ritmik yapısının abartılı serbest yorumla "zenginleştirilmesi" ve "ustalık performansı sergilenmesi" adına nerdeyse bambaşka bir kimlik kazanabildiği görülmüştür... Bilindiği gibi, emprovizasyon, ancak çok iyi müzisyenlerin ustalıkla baş edebileceği "serbest, sınırsız, ölçüsüz" doğaçlama gösterisi, özgür yorum sahasıdır... Tıpkı diasporadaki çoğu müzisyen Yahudi gibi, Balkan ve Trakya Romanları da (Bulgar, Yunan, Sırp, Macar, Romen, bunların arasında sanat alanındaki başarılarıyla herkesten ayrı bir yerde olan Rus ve İspanyol Çingenelerini de saymalıyız) olağanüstü yetenekli müzisyenler yetiştiren etnik gruplardandır... Bu usta müzisyenler, bulundukları bölge veya ülkenin geleneksel halk müziğini, oyunlarını, türkü/şarkılarını, gelenek–görenek ve adetlerini, eğlence kültürlerini kendi üsluplarıyla yorumlamada hiçbir sakınca görmemiş, bunu doğal kabul etmişlerdir. Bulundukları bölgenin kültürüne uyum sağlama çabaları ve herkesçe bilinen üstün sosyal adaptasyon yetenekleri, çoğu zaman bölge halkının maddi–manevi takdir, teşvik ve beğenileri ile karşılanmış, kendilerini çeşitli toplu eğlence ve kutlamalarda aranan kimseler, sevilen–sayılan müzisyenler haline getirmiştir.

     Buradaki önemli olan nokta şudur, bölgede: söz-müzik-ritm-biçim-çalgı-icra tarzı v.b. gibi özel bileşenleri ile özgün bir Roman müzik kültüründen söz edilebildiği gibi, "Romanlaştırılmış" bir sentez-kültürün varlığı da ortadadır. Bunun yanı sıra Trakya bölgesinde günümüzde hala az-çok korunmuş bulunan, farklı dil, din ve ırktan göçmen grupların oluşturduğu bir Balkan göçmen kültürünün varlığı da göz ardı edilmemelidir. Bu Balkanlar eksenli göçmen müzik kültürü ile Türkiye Trakya'sının yerel müzik kültürü ögeleri, yer yer oldukça bütünleşik, yer yer de ayrışık bir yapı sergileyebilmektedir. Osmanlı'dan günümüze, başta Rumeli'nden olmak üzere, farklı imparatorluk topraklarından göç eden ve yine başta Trakya olmak üzere, Ege ve Anadolu'nun farklı bölgelerine yerleştirilen Bulgaristan, Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, Yunanistan ve Romanya Türk ve Müslüman gruplar, günümüzün hızlı sosyo-ekonomik değişimlerinin yarattığı kültürel boşluk ve sosyal kopukluklara rağmen, kendi gelenek-görenek, örf ve adetlerini, özgün lehçe ve günlük/törensel uygulama ve yaşam biçimlerini koruma ve sürdürme konusunda olağanca gayret göstermişlerdir. Son yıllarda hem ülkemizde hem de komşu Bulgaristan ve Yunanistan’da kurulan ve faaliyet gösteren pek çok sosyal toplum kuruluşuna bağlı organizasyonlar, halk kültürünü koruma ve yaşatabilme çabalarının sonucu başarılı çalışmaları ile dikkat çekmektedir. Bunların çoğunda, gençlerin oluşturduğu folk-gruplar mevcuttur: halk oyunları, türküler, halk şiirleri, yaygın gelenek-görenek, adet ve uygulamaların eski-yeni yorumları ile karşımıza çıkmaktadır… Bu bağlamda, Trakya bölgesi yöresel halk oyunlarını, günümüze ulaşan bazı örnekleri ile çok genel alt başlıklarda toplamak gerekirse, kadın, erkek, karma ve bazı seyirlik oyunlarının varlığından söz edilebilir.

     Kadın Oyunları: Yörenin bilinen, sevilen türküleri ve def (tef), zilli maşa, daire (daare) gibi, yine eğlenceye katılan kadınlarca çalınan vurmalı (ritm) çalgılar eşliğinde, çoğu iki kadının karşılıklı olarak oynadığı oyunlardır. "Yüksek Yüksek Tepelere..", "Kaave Yemenden Gelir", "Püskül Pencereden Uçtu", "Sülüman Aga", "Kızılcıklar Oldu mu", "Baaçelerde Börülce", "Bağa Gider Oduna" gb. pekçok örnek verilebilir…

     Erkek Oyunları: Yine aynı biçimde, iki (ya da daha fazla) erkeğin karşılıklı olarak oynadıkları ve çoğunlukla iki zurna, iki davul, bazen Türk klarineti ya da gırnata olarak bilinen G (sol) klarinet, bağlama, keman, darbuka v.b. çalgılardan oluşan yerel çalgı gruplarının eşlik ettiği yöreye özgü oyunlardır. "Kabadayı", "Yarım Kasap", "Yarım Burgaz", "Debreli", "İstanbul Kasabı", "Düz Kasap", gb.

     Karma Oyunlar: Kadın-erkek karma oynanan ve özellikle son dönemde çeşitli folklor gösteri ekiplerince de çok sevilen: "Arzu ile Kamber", "Selanik", "Kazibem", "Galamata", "Pomak Gaydası", "Balkan Gaydası", "Gel Seyrek", "Tulum", "Zigoş" gb.

     Bunların yanı sıra Seyirlik Oyunlar olarak adlandırılabilecek bir takım geleneksel oyunların varlığı da bilinmektedir. Bunlar: "Deveci Oyunu", "Köroğlu Oyunu", "Leblebici Oyunu", "Değirmenci Oyunu", "Domuzu Bataktan Çıkarma Oyunu", "Deli İnek Oyunu", "Mevlana Oyunu", "Karadalak" gibi adlarla oynanan, bir tür "geleneksel halk tiyatrosu" tarzındaki sahne gösterileridir, tıpkı diğer oyunlar gibi, bunlar da, renkli yöresel lehçeleri, bazen oldukça müstehcen sözleri, çoğunlukla oyuna özel kılık-kıyafetleri ve belli ritm-eşlik çalgılarının da katılmasıyla, yöreye özgü görsel-işitsel eğlence kültürünün önemli tamamlayıcılarındandır…

     Tüm yukarıda belirtilen/sıralananların, farklı etnik grup ve topluluklara göre belirgin benzerlik ve farklılıklar gösterebildikleri açıktır. Boşnak, Pomak, Mübadil, Muhacir köyleri, Alevi/Sünni köyleri tüm rengarenk yapıları, kendine özgü lehçeleri, giyim-kuşam, günlük yaşam ve törensel uygulamalar, geleneksel mutfak, türkü söyleme, saz çalma, oyun oynama çeşitliliği ve biçimleri ile adeta Türk kilimine benzetilebilecek özgün ve değerli dokularıyla, araştırmacılar için günümüzde dahi bulunmaz bir çalışma sahası oluşturmaya devam etmektedir… Tıpkı Balkanlardaki gibi, bu kültürün göçle taşınan maddi-manevi ögelerine ev sahipliği yapmış olan Trakya bölgemizde de aynı şarkı/türkü/masalın birden fazla lehçe ya da dilde birden çok versiyonuyla karşılaşabilmekteyiz. Balkanların alışılan ve en az bi-lingual olan dil yapısı göz önünde bulundurulduğunda bu son derece doğal bir durum sayılmalıdır. Müslüman Türk komşusunun anlattığı bir anekdotu, okuduğu neşeli/hüzünlü türküyü kendi soydaş, dindaşlarıyla paylaşmak isteyen bir Yunanlı ya da Bulgar arkadaşının söylediği bir maniyi kendi diline uyarlayıp herkesi güldürmek isteyen bir Arnavut olması, bu örneklerin tam tersinin yaşanması, bölge sosyo-kültürel yapısı ve yaşam tarzı incelendiğinde son derece olağan durumlar olarak karşımıza çıkacaktır. Yüzyıllarca pek çok acı iz bırakarak yaşanan iki yönlü göç ve mübadele hareketleri ile özellikle manevi kültür üretimlerinin sınırlar–arası, hatta sınırlar-üstü transferleri, bu bağlamda yapısal anlamda korunmaları ya da değişime uğramaları, nesilden nesile aktarılmaya çalışılmaları yine olağanca doğal bir sonuç olarak karşılanmalıdır. Burada mesele sığ ve dayanaksız bir "bizim şarkı"-"sizin şarkı" yaklaşımından öte konmalıdır. Mevcut ise belgeler ortaya çıkarılmalı ve ancak bilimsel anlamda kanıt niteliği taşıyorlarsa kesin bir yargı öne sürülmelidir. Çoğunlukla olduğu gibi –bu tarz bir kanıt mevcut değilse– dayanaksız ama bir o kadar da keskin ifadelerden uzak durulmalı, sorun farklı bir bakış açısıyla çözümlenmeye çalışılmalıdır. Ortak bir geçmişin ürünü olan ve tam da bu nedenle paha biçilmez nitelikte bir kültürel miras değeri olarak bakılabilmelidir. Birazdan ülkemizde sevilen kent şarkılarından bazılarına ait örnekler dinleyeceğiz. Bu örneklerin bizde (Türkiye'de) söz-müzik yazarları bilinmediği için - kayıtlarda anonim olarak geçmektedir oysa aynı şarkılar Yunanistan'da, Yunanca söylenmekte, söz–müzik yazarlarının adlarının da belirtildiği bilinmektedir. Buradan bu şarkıların aslında Yunanca şarkılar oldukları ve zaman içinde Türkçeleştirilmiş versiyonlarının şekillendiği sonucunu çıkarmak tıpkı tam tersi - bu şarkıların öteden beri söylenegelen Türk şarkıları olduğu ve Yunanistan'a göç eden İstanbullu Rumlar tarafından sözleri Yunancaya çevrilerek okundukları sonucuna ulaşmak kadar temelsiz olacaktır. Ancak derinlemesine bir bilimsel araştırmanın ve verilerin tarafsız bir gözle değerlendirilmesinin ertesinde bu tarz bağlayıcı sonuçlara gidilmelidir. Belki de bunlara ortak geçmişimizin zengin sanatsal ve kültürel paylaşımlarından biri olarak bakmak daha yerinde olacaktır.


     Ülkemiz sınırları içinde bile bu tarz tasnif ve belirleme yanlışlarıyla karşılaşılmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında "Ankara Devlet Konservatuvarı" ve Muzaffer Sarısözen önderliğinde gerçekleştirilen türkü derleme çalışmalarında toplanan değerli türkü materyalinin ne yazık gerçek kökeni hakkında pek detaylı araştırmalar yapılamadan - nerede derlendiyse o yerin türküsü olarak bakılageldiği, hatta TRT arşivlerinde bu biçimiyle yer verildiği bilinmektedir.[1] Oysa anavatana çeşitli tarihlerde Balkanlardan göçle gelen ve Anadolu'nun neredeyse her yerine yerleştirilen pek çok göçmen grup, doğal olarak beraberlerinde getirdikleri maddi-manevi kültürlerini uygulamayı sürdürmüş, kendi türkülerini, oyunlarını, eğlencelerini korumuş ve genç nesillere aktara gelmiştir. Bir türkünün Eskişehir'de, Ankara'da, Konya'da derlenmiş olması, o türkünün Eskişehir, Ankara ya da Konya türküsü olmasını gerektirmediği gerçeği yazık ki bazen göz ardı edilmiştir. Türkünün kimden derlendiğinin, o kişinin o türküyü nerede, kimlerden duyduğunun, nerede söylendiğinin, bunların hiç biri bilinmiyorsa – türkünün ezgisel, ritmik ve sözel yapısının incelenmesi, araştırmaların daha derinlemesine yapılması ve sağlam bilimsel dayanaklarla desteklenmesi son derece önemlidir.


     Yaşamlarını yüzyıllardır barış içinde sürdürebilen, birbirlerine, geleneksel kültürlerine saygı ve anlayış çerçevesinde yaklaşan, zor zamanlarda dil, din, mezhep ayırmaksızın birbirlerine destek olabilen, sahip çıkan bölge halkının yolundan gitmenin, gelecek nesillere bıraktıkları değerleri korumaya ve iletmeye özen göstermenin, bu sosyo–kültürel "yap–boz"un olmazsa olmaz parçacıklarını olabildiğince eksiksiz tamamlamak ve tanıtabilmek için çabalamanın bölge ve dünya için taşıdığı öneme olan inancımı hiçbir zaman yitirmemekteyim.


     Trakya'da, birbirinden farklı pekçok etnik grubun inanılmaz bir uyum içinde şekillendirdiği bu tarihi coğrafyada, herkesin yeri özel ve bellidir. Burada, şu ve ya bu biçimde –sahip olunan etnik kimlikten öte– dürüst, düzgün, güvenilir insan olmak, başarılı, toplumsal yararı olan işler yapabilmek gibi parametrelerle değerlendirilmek adetten olmuştur. Kültür, kendisini tarihsel görgü–bilgi birikimleri doğrultusunda üreten, tüketen, şekillendiren ve ileten bireylerin ve toplumsal grupların belleğinde yaşatılan, aktarılan sınırlar üstü bir kavramdır. Unutulmamalıdır ki bölgenin rengarenk, özgün kültürel mozayiğini, değerinden yitirmeden koruyabilmek çok önemlidir. Daha görsel bir benzetme yapacak olursak: o mozayiğin, irili ufaklı taşlarının giderek canlı renklerini kaybetmesi, şu ve ya bu biçimde yıpranıp, solması ya da daha da kötüsü tamamen ortadan kaybolması, kaldırılması ya da yok sayılması ile -sanatsal ifadesinden, kültürel bütünlüğünden, tüm bunlarla birlikte "biricik" olabilme özelliğinden pek çok şey yitirmiş- değersiz bir boyalı taş yığınından öte bir şey ifade etmeyecektir…


Dinleti Örnekleri:


1. 9/8 Edirne'nin Ardı da Bayler; Rumeli Dilberi (derleme F. Y.)
2. 7/8 Arzu ve Kamber,
3. 5/8 Selanik Türküsü; Hatçem (derleme Faruk Yılmaz)
4. 4/4 Aman Be Dostlar (derleme F. Y.)
5. 9/4 Zigoş
6. 9/8 Roman (Çingene)
7. Ada Sahillerinde Bekliyorum / Matia moy, matia moy (Türkçe/Yunanca)
8. Kadifeden Kesesi / Kadifhe (Türkçe/Yunanca)

_______________________________________________________________

[1] Bkz. Soyyanmaz, İ. H., “Rumeli Serhat Türküleri Antolojisine Giriş”, Cilt I, Eser Matbaacılık, 2003, Edirne.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5790852
Online Ziyaretçi Sayısı:12
Bugünlük Ziyaret :1059

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.