02.12.2010 / Zülfü Livaneli - Zevk Bozulması

     Bazı Afrika kabilelerinde metal halkalar takarak küçük kızların boyunlarını uzatıyorlar. Kızlar büyüdükçe halkaların sayısı artıyor ve sonunda gençliğe adım atan kızlar leylek boyunlu oluyor.

     Bu bir güzellik anlayışı.

     Başka kabilelerde kızların ağızlarına, alt dudaklarını ileri doğru uzatacak çemberler koyuyorlar. Kız büyüdüğünde çok acayip bir şey çıkıyor ortaya. Alt dudak, üst dudaktan on santim ileride.

     Bu da bir güzellik anlayışı.

     Çin’de küçük kızların ayaklarını tahta kalıplar içinde sıkarak, onları sakatlıyorlar. Ayaklar, ellerden daha küçük hale geliyor ve kızlar çok zor yürüyorlar.

     Peki, niçin yapıyorlar bunları?

     Kızlarına işkence etmek için değil elbette, onları ‘yerel güzellik’ kavramına yakınlaştırmak için.

     O toplumlarda bu acayip hallere sokulmamış kızlar, güzel sayılmıyor, koca bulamıyor.

     Yanınıza Angelina Jolie’yi, Nicole Kidman’ı alıp gitseniz ‘Aman ne çirkin şeyler!’ diyecekler.

     Çünkü zevkleri ve güzellik anlayışları çarpılmış.

     Güzel çirkin, çirkin güzel olmuş.

     (Bu da onların güzellik anlayışı denemez. Çünkü insan anatomisini korkunç şekilde bozuyorlar.)

     ***

     Yazının kolay kısmı bitti. Gelelim zor kısmına.

     Tahminime göre yazıyı buraya kadar okuyan herkes, düşüncelerime katıldı ama bundan sonra itirazlar başlayacak.

     Çünkü bizim de aynen onlar gibi bir zevk bozulması, estetik değerler çarpılması içine girdiğimizi söyleyeceğim.

     Ve Afrika’dakiler kendi kızlarını çirkinleştirdiklerini nasıl kabul etmiyorsa, bazı Türkler de çirkinliğe alıştığını kabul etmeyecek.

     Çünkü farkında değil.

     ***

     Türkiye’deki zevk bozulmasına birçok örnek verebilirim ama yazının sınırları içinde sadece müziğe değinebileceğim.

     Dünyada müzik -o Afrika kabileleri dahil- bir uyumu; okşayıcı, huzur verici sesleri arar.

     Eskiden Türkiye’nin kentlerinde ve köylerinde de durum buydu.

     Ama ne köylü, ne kentli, her türlü değer ölçüsünden kopuk 40 milyon kişinin bugün dinlediği müzik tek kelimeyle korkunç.

     Her türlü etnik müziği seven bazı Avrupalıların Türk bakkalların önünden geçerken kulaklarını kapattıklarına ve ‘bu nedir böyle?’ diye sorduklarına tanık oldum.

     Çünkü müzik adı altında kulaklarına tornavida sokuluyor.

     Cav cıv yapan bir elektro saz, “THY” uçaklarında insanı utandıracak kadar vıcık vıcık ağlayan klarnetler ve etinden et koparılıyor gibi bağıran, nara atan şarkıcılar, türkücüler.

     İddia ediyorum: Bu ülkede iyi ses kavramı kayboldu. Kim tiz notalardan bağırırsa ona iyi şarkıcı-iyi türkücü deniliyor.

     Mesela Frank Sinatra, Charles Aznavour, Jacques Brel Türk zevkine göre çok kötü seslerdir. (Leonard Cohen ve Bob Dylan’ı saymıyorum bile.)

     Çünkü makul bir tınıyla derin, lirik bir sesle söylüyorlar şarkılarını. Bıçaklanmış gibi haykırmıyorlar.

     ***

     Kennedy’nin ölümünde bir Amerikan radyosu, ‘Sözleri anlamıyoruz ama müzik ve sesteki acı şu andaki duygularımızı yansıtıyor’ diyerek Aşık Veysel çalmıştı.

     Yani bir zamanlar biz de lirik ve güzel müzik dinlerdik; Zeki Müren gibi gerçekten usta seslere hayran olurduk, ‘Bülbülüm altın kafeste’ gibi harika parçalarla duygulanırdık.

     Şimdi o Afrika kabilelerindeki deformasyonlar gibi, anlamsız bir ses çirkinliğinin içinde kaybolduk.

     İğrenç sesleri ‘çok güzel ses’, lirik ve gerçekten güzel sesleri ise ‘berbat’ ilan ediyoruz.

     Çünkü ruhumuzda o saflık ve o duruluk kalmadı.

     Bir kesimin içindeki pislik, dışa vuruyor.

     Gazete Vatan - 02.12.2010, Perşembe




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5687524
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :963

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.