17.03.2011 / Zülfü Livaneli - Vahşet Geni

     İlginç toplantılara katıldığım zaman yakınlarım “Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat!” derler.

     Bu yüzden geçen iki yazımda “Birleşmiş Milletler”deki toplantıya değinmiştim.

     Bugün size, toplantının konusuyla doğrudan doğruya ilgisi olmayan çok ilginç bir sohbeti anlatacağım.

     Katılımcılardan birisi olan Profesör Günter Blobel, moleküler biyoloji alanında çok tanınmış bir bilim adamı.

     1999 yılında, “hücrelerin kendilerini yenileme mekanizması” konusundaki buluşuyla “Nobel Ödülü” kazanmış.

     Uzun sohbetimiz sırasında ondan öğrendiklerimi sadece kendime saklamaya hakkım olmadığını düşünerek, küçük bir yazının elverdiği ölçüde bir özet yapacağım.

     Blobel’in anlattıkları arasında en çok ilgimi çeken şey, “vahşet geni” oldu.

     Profesöre göre bütün canlılarda bir “vahşet geni” var, ayrıca beyinde de bir saldırganlık merkezi bulunuyor.

     Fareler üzerinde yapılan deneylerde, sakin sakin oturan bir farenin zulüm merkezine ışın verildiği zaman birdenbire saldırıp öteki fareyi dişliyor, ısırıyor, kanatıyor ve öldürmek istiyormuş.

     Işın kesilince yine sakinleşip, köşesine çekilerek oturmaya başlıyormuş.

     ***

     Bu deney, Freud’un görüşleriyle bağdaşıyor.

     Çünkü o da insanda yıkıcı bir gen olduğuna inanıyordu.

     Hatta Avrupa’yı yok eden o korkunç savaş sırasında, evini barkını kaybetmiş biçimde Londra’da çene kanserinin korkunç acılarıyla boğuşurken, bir yandan da bilim adamı olarak haklı çıkmanın tatminini yaşıyordu.

     ***

     Blobel’in aktardığı deneyler, dikkatimi farelerin beynine verilen ışın ve onu veren eller üzerine yoğunlaştırdı.

     Bizim de beynimize böyle ışınlar veriliyor.

     Bizim de saldırganlık merkezlerimiz uyarılıyor.

     Biz de aynen fareler gibi birbirimizi öldürmeye zorlanıyoruz.

     Çünkü kafamıza, din, milliyetçilik, ideoloji, ırk, cinsiyet, partizanlık vb. maskesi altında ışınlar veriliyor. Bu ışınlar beynimizi değiştiriyor. Karşımızdaki insanı insan olarak görmemeye başlıyoruz.

     Ve başlıyoruz savaşmaya, dövüşmeye, yakmaya, parçalamaya.

     İşin en kötü yanı da aynen o saldırganlaşan fare gibi birilerinin kafamıza ışınlar yolladığını bilmiyor oluşumuz.

     Hayatımıza biraz geniş bir açıdan bakmayı becerebilsek, kavgalarımızı, nefretlerimizi, kinlerimizi yeniden gözden geçirebilsek, saçma sapan kavgalarla ömür tükettiğimizi, belki de giderek fareleştiğimizi görebileceğiz.

     İşte sanat, edebiyat, felsefe, bilim, iyi müzik bunun için gerekli insanlığa.

     Durumunu bilinçle kavrayıp, beynine gönderilen yıkıcı sinyallerin farkına varıp, saldırgan farelikten kurtulması için.

     Gazete Vatan - 17.03.2011, Perşembe




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5685351
Online Ziyaretçi Sayısı:4
Bugünlük Ziyaret :454

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.