29.03.2011 / Reha Muhtar - Fazıl Say'ın Kaybolan Piyanosu...

     Orhan Pamuk “Nobel Edebiyat Ödülü”nü alırken şöyle demişti: “Babam hep yazar olmak istemişti... Keşke bu ödülü alabildiğimi görseydi...”

     Boğazımda hıçkırık olan bir sözdü bu...

     Babalarla çocukları arasında, “yarım kalmış doyurulamamış özlemlerin” ancak kuşaklarla giderilebildiğini anlatan hazin sözcüklerdi onlar...

     Ahmet Say’ın “Ağaçlar Çiçekteydi” isimli kitabından, dün Can Dündar kardeşimin aktardığı öyküyü bir kez daha okuyunca, bu öyküyü anlatmaya karar verdim size:

     ***

     Matematikçi Fazıl Bey ile felsefe öğretmeni Nüzhet Hanım, 1940’ların çoğu aydın ailesi gibi, daha Ahmet doğmadan eve bir Alman piyanosu alırlar...

     Ahmet Say, savaş yıllarında Yahudi bir “matmazel”den piyano dersleri alarak büyür...

     Annesi, Ahmet’in ilerde ünlü bir piyanist olacağını düşlüyor...

     Babası ise “İki bilinmeyenli denklem çözemeyen, Thomas Moore’dan, Voltaire’den habersiz bir çocuk piyanist olamaz” diyor...

     Ahmet, ilkokulu bitirince konservatuvara giriyor piyanist olmak üzere.

     O sırada 3 yaşındaki kardeşi Mehmet, onulmaz bir hastalığa yakalanıyor... Çok sevdiği kardeşinin, gözünün önünde eridiğini görmesin diye Ahmet, apatopar İzmir’e, teyzesine gönderiliyor...

     Çok istediği konservatuvar eğitimi kesiliyor...

     Hasta kardeşi için zihninden beste yapıyor İzmir’de...

     Bir gün annesi geliyor İzmir’e...

     Kardeşi “Memo’nun öldüğünü” söylüyor...

     Hayatı boyunca hiç ağlamadığı kadar ağlıyor Ahmet...

     ***

     Eve dönüyorlar...

     Döndüklerinde Ahmet evde gördükleri karşısında donup kalıyor...

     Kardeşi Memo’yu yaşatabilmek için İsviçre’den gelen ilaçlara para yetiştirebilmek uğruna aile bütün eşyalarını satmıştır...

     Ahmet’in çok sevdiği piyanosu da gitmiştir...

     Baba oğlunun burukluğunu görünce “Üzülme Ahmet” diyor “Sana yeni bir piyano alırız...”

     Borca batmış babanın bu tesellisi hiçbir zaman gerçekleşmiyor, evlat acısına dayanamayan baba, birkaç yıl sonra vefat ediyor...

     ***

     Ahmet Say, babasının “kardeşini yaşatmak uğruna verdiği inanılmaz mücadeleyi ve trajik ölümünü” hiçbir zaman unutamıyor...

     20 yıl sonra çocuğu olduğunda çocuğuna ad olarak babasının adını veriyor...

     Fazıl Say...

     Bir de babasının “kardeşini yaşatabilmek uğruna satmak zorunda kaldığı ve söz verdiği halde kendisine bir daha alamadığı bir piyano”yu satın alıyor...

     Ancak bir kuşak sonra evde kalabilen o piyanonun sonunda bugün dünyanın en ünlü piyanistlerinden biri olan Fazıl Say doğuyor...

     Dede Fazıl Say’ın babada yarım kalan düşü, torun Fazıl Say’da tamamlanıyor...

     Fazıl Say dünya çapında bir piyanist oluyor...

     Kendi hayatından eksilenleri biriktirip oğluna sunan Ahmet Say, “Sadece iyi piyano çalan bir çocuk değil, Thomas Moore’dan, Voltaire’e, dünyadan haberdar bir aydın çocuk yetiştirmiş olmanın mutluluğunda” izlemekteydi kendi gerçekleştiremediği konserin piyanosunun tuşlarına oğlu basmaktayken...

     ***

     Bilmiyorum ki, hangi yarım kalan duygularımı gerçekleştirecek yavrularım?..

     Ben ne gibi özlemlerini gerçekleştirdim acaba annemin ve babamın?..

     Hayatın gerçeği, Orhan’ın veya Fazıl’ın babalarının çocuklarında yaratmaya çalıştıkları tohumlarda filizlenen değişik yaşamlardadır...

     Her babanın çocuğunda “tahayyül edilmiş” ancak direkten dönmüş bir gerçek, hayali kurulmuş ancak ulaşılamamış bir özlem, farklı inanç ve farklı bir renkten bir “hülya”nın izdüşümleri vardır...

     Onlar anlaşılmadan demokrasi anlaşılmaz...

     O farklılıklar özümsenmeden özgürlükler kutsanmaz...

     Hayatın gerçeğini günlük tartışmalarda sanan budalalar...

     Yaşamın iksirinin, tohumlarda olduğunun farkına varmazlar...

     ***
     …………………………………….

     Gazete Vatan - 29.03.2011, Salı




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5763783
Online Ziyaretçi Sayısı:21
Bugünlük Ziyaret :1526

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.