05.09.2011 / Zülfü Livaneli - THY ve Müzik

     Yaptığım işler ve “Unesco” görevim dolayısıyla çok dolaşmam gerekiyor. Babamın deyimiyle “Hayatım havada geçiyor.” Bu yolculukların hemen hemen hepsini “Türk Hava Yolları” uçaklarıyla yapıyorum.

     Çok da memnunum. Çünkü yabancı bir ülke havaalanında uçağa adım attığım anda görevlilerin güler yüzü, hoş sözleri; benimle ilgili anı ve düşüncelerini aktarmaları içimi ısıtıyor, bir anda memleket hasretini gideriyor.

     Memleket hasreti dediysem dışarıda öyle aylarca falan kaldığımı sanmayın. Bana bir haller oldu; üç gün bile dışarıda kalsam fena halde daüssılaya (sıla hasretine) kapılıyorum artık.

     Rahmetli Turan Güneş Stockholm’e geldiğinde “Buralarda nasıl yaşıyorsunuz anlamıyorum” demişti. “Ben üç gün kuru fasulye yemesem çıldırırım.”

     Şimdi rahmetliyi çok iyi anlıyorum. Beni de dünyada nereye götürürseniz götürün, kuru fasulye, yaprak sarma, beyaz peynir yemezsem dayanamam; altın kafeslerde “Ah vatanım!” derim.

     “THY” uçaklarının yemekleri çok iyi. Hem bizim zengin mutfak geleneğimizi yansıtıyor, hem de bunları uluslararası damak zevkine uygun hale getiriyor. Harika.

     Zaten “THY”nin başarısı, sadece ödüller almasından değil, yükselen itibarından, artan uçak ve yolcu sayısından da belli. Artık İstanbul, batı ile doğu arasında vazgeçilemeyecek bir havaalanı haline geldi. Amerikalı yolcuları bile Afrika’ya biz taşıyoruz.

     Kısacası “Sezar’ın hakkı Sezar’a” teslim edilmeli. “THY” çok iyi. Kutlarım.

     Ama “kadı kızı bile olsa” bir kusuru var: O da kalkışlarda ve inişlerde çalınan müzik. Genellikle inleyen klarnetler, mezarlık çağrıştıran ağlayan neyler duyuluyor.

     Türkiye yıllarca -ne yazık ki- arabesk denilen ağlama-inleme türüne alıştırıldığı için belki de birçok kişi bu müziği duymuyor ya da rahatsız olmuyor ama unutmamalı ki “THY” uluslararası bir marka. Birçok yabancı uçuyor. Bu yolcuların, çalınan müzikten aşırı derecede rahatsız olduğuna şahidim. Zaten ben de kulaklarımı tıkıyorum.

     “THY” gibi değerli bir marka, Türk müziğini arabeske indirgeyerek, taksi şoförünün çaldığı müziği sunamaz ki. Aynen yemek düzeninde olduğu gibi bizim motiflerimizi yansıtan zarif ve yolcuyu rahatsız etmeyecek bir müzik tarzı bulması gerekir. (Ki böyle bazı eserler de çalınıyor THY’de ama ender.)

     Müziği yazıyla anlatmak zor. Bu yüzden bir anımı aktarayım: Geçenlerde “New York Central Park”taki konserimin provalarını yaparken arabesk motiflere heves eden bir yabancı müzisyene aynen şunları söylemiştim. “Müzikte gerçek olanla sahte olanı ayırmak gerekir. Her halkın müziği gibi Arap müziği de saygın ve zevklidir. Hiçbir itirazım olmaz. Ama arabesk uydurmadır, köksüzdür, müziğimin icrasında bu motiflere izin veremem.”

     Ayrıca klarnet, ney, keman gibi çalgılar istismar edilmeye çok müsaittir. Son yıllarda Türkiye’nin müzik zevki o kadar bozuldu ki; kim ana melodiden ayrılıp bu çalgıları daha çok ağlatırsa o makbul sayılıyor.

     Sayın “THY” yöneticileri; bu tarz bizim geleneğimiz değil.

     Sinan’ın camileriyle, kaçak mahallelerin çirkin binalarını karşılaştırın. İşte fark bu.

     Uçaklarda çalınan müzik, yolcuyu rahatsız etmeyecek, yabancı yolcuda Türk müziği hakkında olumlu izlenimler bırakacak; korku, karamsarlık ve ölüm duyguları uyandırmayacak bir “arka plan müziği” olmalı. Fazla ses inişleri ve yükselişleriyle dikkat çekmemeli.

     En önemlisi ise, taşıdığınız on binlerce yabancı yolcuda “Türk müziği dedikleri çok iğrenç bir şeymiş” izlenimi bırakmamalı.

     Dede Efendi’den, Tamburi Cemil Bey’den saz eserleri ya da gerçek Osmanlı müziği, halk müziği çalın, itirazım olmaz. Çünkü onlar dünya çapında değerli eserlerdir.

     Ama ne olur, uçaklarımızda arabesk gazino yavelerini duymayalım.

     Böylece sizleri hem kutlamış, hem de ufak bir uyarıda bulunmuş oldum.

     Umarım dikkate alırsınız.

     Gazete Vatan - 05.09.2011, Pazartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5744855
Online Ziyaretçi Sayısı:9
Bugünlük Ziyaret :180

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.