21.09.2011 / İclal Aydın - Gözünden Hasret Akan Yıldız...
Yıllar önce ben O’nun herhangi bir dinleyicisiyken başlamıştı bizim hikayemiz... Sesine vurulmuştum.. Vuruluş o vuruluş...
Neredeyse iki yılı aşkın bir süredir görüşemiyoruz. Türkiye’ye yerleşmesinin ardından bir gün davetimi kırmamıştı ve evimde oturup gerçekleştirdiğimiz o şahane sohbette, kahkahasına ve cesur yürekliliğine hayran kalmıştım. Henüz öğrendiği Türkçesiyle o kadar güzel anlatıyordu ki yaşamını...
Yaşadıklarıyla, yaşattıklarıyla, yazdıklarıyla ve daha çok yazacaklarıyla her yaşında yeniden hayat bulan biri o, Yıldız Usmanova... Benim cesur yürekli güzel kadınım... Gürül gürül akan bir nehrin sesi gibi. İçten...
Geçenlerde gazeteden yine bir sürü zarf geldi... Aralarından beklediğim albüm de çıktı. İki yıl sonra yeni bir Türkçe albüm çıkarmıştı nihayet. Yıldız Usmanova albümlerinden mutlaka kendime bir ya da iki şarkı seçerim...
Uzun yolda, kısa yolda, evde, bahçede, yürüyüşlerimde, içime kapandığımda, kabuğumu kırdığımda, kırıldığımda, sevdiğimde, sevildiğimde...
Eskimez, ben eskitemem... O ses, o şarkılar baharıma güneş gönderir, kıştan yaza geçişlerim olur... Kısacası her sayfamın mutlak bir şarkısı vardır Yıldız Usmanova’dan...
Bir Şans Ver... Yazdığı ilk Türkçe sözler... Bu nedenle albüme “Bir Şans Ver” adını vermiş sevgili Yıldız... Hasretin şarkısı... Nasıl da canından okumuş ‘Ana Yurdum’u... Bu şarkıyı ağlayarak okumuş... Söz biter işte burada... Hasret başlar, özlem başlar. Orta Doğu’nun Madonna’sı bu pazar akşamı (25 Eylül akşamı) “Kuruçeşme Arena”da Türkiye’deki ilk solo konserini verecek. Ben de seyirciler arasında yerimi alacağım ve gözlerinin içine baka baka şarkılarına eşlik edeceğim...
***
2009 yılında yazdığım bir yazımda Yıldız’ın yaşamından bahsetmiştim size... İki yıl aradan sonra o yazıyı bir kez daha okurken sanki o günleri, o dertleri, o mutlulukları hiç yaşamamış gibi kahkaha atabilmesine şaşırdım...
Bakın o yazımda nasıl anlatmışım Yıldız’ın hayatını...
***
“1963 yılı... Bir kız çocuğu doğar Özbek diyarında.. Margilan kasabasında işçi bir babanın altıncı çocuğu olarak doğan bu güzel bebeğe Yıldız adını verir babası. Sonra bir gün, kızında başka bir ışık fark eder. Küçük kızının içinden taşan bu sesi akışına bırakmaz ve onu ‘Taşkent Silkfactory Konservatuvarı’na gönderir. Yıldız’ın görkemli ve acı dolu hikayesi burada başlar...
Yıldız’ın sesi duyanda olağanüstü bir etki bırakırken yazdığı şarkıların sözleri irkiltir. Sarsar, ürkütür... Çünkü dini inançların gizli yaşandığı bir zamanda ve ülkede şarkılarında yaradandan, kaderden bahsetmektedir ve kırgınlığını, yalnızlığını sakınmamaktadır. Düpedüz isyankardır.
Sovyet yöneticileri şarkılarının içindeki kelimelerden rejimi yıkmaya yönelik tehditler bulup çıkarırlar ve Yıldız’ı şarkı sözleri yüzünden hapse atarlar. Yıldız hapishanedeki yapayalnız tecrit günlerinde ‘Yalan’ isimli şarkısını yazar. Şarkı Türkiye’de Candan Erçetin’in sesiyle tanınır ve çok sevilir.
Bu şarkı yüzünden ve isyan etmekten vazgeçmeyişi, dik duruşu, halk tarafından çok sevilmesiyle sadece yönetimin değil, meslektaşlarının, mafyanın öfkesini de çeker. Ailesine yönelik tehditlerle ve pek çok yıldırma çabasıyla uğraşırken sonunda sürgüne gönderilir...
Oysa duvar yıkılmış, dünya değişmeye başlamıştır... Almanya’da efsanevi ‘Dünya' isimli şarkısını yapar...
İlk albümü 5 milyon adet satmış, kırktan fazla albümü olan, Tina Turner’dan, Peter Gabriel’a dünyaca ünlü müziyenlerle çalışan, ‘Hollanda Kraliyet Orkestrası’ eşliğinde 60 bin kişiye şarkı söyleyen Yıldız Usmanova uzun, hüzünlü ama başarılarla dolu bu serüvenin sonunda ülkesinde 2000-2004 yılları arasında milletvekilliği yapmıştır ve Türkiye’de de çok sevilmektedir.”
İşte böyle sevgili Yıldız...
Sen yaşadıkça, sen yazdıkça, sen besteledikçe ve sen okudukça biz senin masalını okumaya hep devam edeceğiz...
En çok da ben...
Gazete Vatan - 21.09.2011, Çarşamba