21.11.2011 / İclal Aydın - Eksik
Audrey Hepburn’ün hayatını okuyorum. Faşist düşüncenin Avrupa’da örgütlenmesi için çalışan barones bir anne ve üvey babanın sevgisiz, otoriter eğitimi altında büyüyen küçük kız, direnişçilerle çalışacak kadar cesurmuş meğer... Hollanda’da açlık ve sefaletle mücadele ettikleri günlerde İngiliz askerleri tarafından kurtarılan Hepburn, tütün kokan İngiliz askerinin ikram ettiği çikolatayı ve sigarayı hayatı boyunca özgürlüğün simgesi olarak görmüş ve ikisinin de tiryakisi olmuş... Her zarif kuğu gibi O da ürkekliği ile aklımızda yer etmiş isimlerden biri.
Bütün dünyayı etkisi altında bırakmış efsanevi bir isim olmasına rağmen kendine güvensizliğiyle yaşamının tadını çıkaramamışlardan...
Öz babasının ardından üvey babasının da terk etmesi O’nun içinde asla iyileşmeyen bir yaranın açılmasına sebep olmuş. Ve bu yüzden hayatı boyunca sevginin kalıcı olabileceğine asla inanmamış. Şefkat konusunda güvensiz olduğunu, şefkat gösteren herkese müthiş bir minnet duyduğunu saklamazmış hiç. Bu güvensizlik tüm ilişkilerinde onunla olmuş hep. Aşık olup evlendikten sonra bile sürekli bir terk edilme korkusuyla yaşamış...
***
Biyografi okumayı çok severim. Hele iyi araştırılmışsa ve objektif bir yazar tarafından kaleme alındıysa. Söz konusu yaşam öyküsünün üzerinden tarihi bir kez daha görebilmek olağanüstü gelir...
Garip bir biçimde büyük yıldızların çoğunun en büyük sorunlarının kendilerine güvensizlikleri olduğu çıkıyor ortaya.
Bu Marliyn Monroe da olsa, Marlon Brando da olsa değişmeyen bir yazgı sanki...
Küçücük bir iyilik karşısında ederinden fazla bir bağlılık duyan bu insanların mutsuz ilişkiler içinde savrulmalarına şaşırmamak gerek...
***
Uzun zaman sonra çıktığım tiyatro sahnesindeydim... Perde kapandığında yükselen alkışlar, gözümde patlayan ışıklar, ayaktaki seyircinin muhteşem tezahüratı, kulisime yığılan çiçekler, boynuma sarılan arkadaşlarım, kızım, ailem, beni hiçbir işimde yalnız bırakmayan sevenlerimle sarmalanmış olmama rağmen...
Bu olağanüstü dakikalar içinde aklımda hep bir tek şey vardı... “Birazdan bitecek” diyordum...
Birazdan bitecek ve gidecekler...
Sabaha dek tuttum çocukluk arkadaşlarımı, gün ışırken gittiler evlerine...
Kapıyı kapattığımda “hep bir eksik...” diye düşündüm...
Gün ışıyordu...
Audrey Hepburn’ün güvensizliği öyle tanıdık geldi ki bana... Anlatması güç ama... Hiçbir alkışın ve onayın onaramayacağı bir hasardır o güvensizlik aslında...
Hep bir eksikle hep “bir” eksik yaşarsın sonunda...
***
Bu Kapağın Altında Gizli!
Amma da gürültü kopardı. Üstelik ilk de değilmiş. Bugüne kadar Türkiye’den dört isim de aynı ‘tencereye’ kapak olmuş! Tencere diyorum diye kimse kızmasın. Keza çok nefis, harikulade yemekler çıkıyor oradan, “Time” dergisinin mutfağından.
***
“Black Eyed Peas”in bir şarkısı varmış; bilir misiniz? Ben de dün benimle şarkıyı paylaşan bir arkadaşımdan duydum. Şarkının adı “The Time...” Arkadaşım bir de e-mail atmış bana. Diyor ki “Bu şarkı -hayatımı yaşadım ve hiç böyle hissetmedim ve yemin ederim ki bu doğru ve bunu tamamen sana borçluyum- diye devam eder... Şarkıyı iyi dinle ve benim için köşende şu soruyu sor: Acaba Erdoğan’ın bugün geldiği yerde ‘Bunu tamamen sana borçluyum’ dediği biri ya da bir şey var mıdır?”
***
Sorunun cevabı tabii ki bende yok. Başbakan’ın kendisinde gizli.
Kim bilir, bir gün denk getirir sorarım. Belki de bu yazıdan hareketle birileri sorar, Başbakan cevap verirse yazar ve biz de öğrenmiş oluruz.
Ama arkadaşımın sorduğu soruyu bir başka gazeteci arkadaşımla paylaştım. O da şu mail’i gönderdi. Sordum, sizinle paylaşmamın bir sakıncası yokmuş...
“İclalcim...
‘Black Eyed Peas’i ömrümde ilk kez senden duydum. Ama dinleyeceğim. O kapağın altında ne var diye soruyorsan cevabım şudur:
Minareler süngümüz, kubbeler miğfer...
Camiler kışlamız, müminler asker...
Bu ilahi ordu dinimi bekler...
Allahu ekber, Allahu ekber...”
…………………………………………..
Gazete Vatan - 21.11.2011, Pazartesi