16.02.2012 / Yavuz Turgul - İsteseydi Yatları Katları Olurdu Ama...
Yönetmen Yavuz Turgul, yakın dostu Şener Şen’i yazdı...
Yönetmen Yavuz Turgul, “Tempo”nun şubat sayısı için vazgeçilmez oyuncusu ve yakın dostu Şener Şen’i yazdı. İşte o yazıdan önemli bölümler...
Karakterlerinin çoğu repliğini ezbere biliyoruz. “Badi Ekrem”in “kung-fu sahnesi”ni, “Vecihi”nin titreyen sesiyle “Seviyorum, veriyor musun?” diye şarkı söyleyişini, “Züğürt Ağa”yı, “Muhsin Bey”i, “Eşkiya”yı... Ama O’nu ne kadar tanıyoruz? Türk sinemasının büyük ustası kendisinden bahsetmeyi sevmeyecek kadar mütevazi. “Tempo Dergisi”, o yüzden kalemi, “Fahriye Abla” dışında çektiği tüm filmlerde Şener Şen ile çalışan yönetmen Yavuz Turgul’a bıraktı.
Hesabı İlla Kendi Ödemek İster
37 yıldır süren bir yol arkadaşlığının içinden seçmeler yapmak... Hele bu süre içinde hakkımızda yazılıp çizildiyse, yan yana fotoğraflarımız çekildiyse, yan yana ödüller aldıysak, ben O’na ödül verdiysem, kısacası içimiz dışımız biliniyorsa ve hepsi de kayıt altındaysa, internete girip bin yerden öğrenmek mümkünse... Nasıl olacak? Benim gözümden Şener, aslında Türkiye’nin gözündeki Şener ise size nasıl “bir başka açıdan” Şener’i anlatabilirim?
Şener, şen şakrak, kahkahalı, yüksek volümlü gibi görünür ama... Gördüğümüz gerçek Şener midir? Anlaması çok zor. Göründüğü gibi değil. Her gecesinin şenlik tadında geçmesi için programlar yapar, arkadaşlarını toplar, masalar kurar. (Hesabı illa kendi ödemek ister, cüzdanına davrananla itişir, gerekirse güreşir!)
Bir Falcı Gibi Her Şeyi Bilir
Gamlı, tartışma hastası, şeamet tellalı tipleri kendisinden uzak tutar, velhasıl eğlenir, eğlendirirken, yani siz öyle sanarken... O herkesi izler, her şeyi görür, söylemez, kendine saklar.
İnsan kabahatlerine gülümseyerek bakar, derviş gibi kabullenir ve bu hali beni ifrit eder. O görmezden gelip bakışlarını başka yerlere çevirir, ben saldırırım karşımdakine. Kalbine, ruhuna, artık neresine gelirse. Dökülmesini, saçılmasını isterim.
Şener, mahremiyetten yanadır. Kimseye sormaz, sorulmasından hazzetmez. İşin ilginç yanı sormaz ama karşısındakini çoktan okumuştur. Bir falcı gibi bilir. Kimse O’nun gülerken, içerken, şarkı söylerken, şaka yaparken bir iç yolculuğa çıktığını ve geri döndüğünü bilmez.
Yoksulluğu Hepimizden Daha İyi Biliyordu
İstese hanları, hamamları, yatları, atları, dubleks villaları olurdu. Dünya nimetlerini önüne serdiler. Tek yapması gereken anlaşmalara atacağı bir imzaydı. Ama atmadı o imzayı. Çünkü tek bir amacı vardı: İyi bir filmde yer almak. O kadar...
Hiçbir dünya nimeti O’nu yolundan caydırmadı. Tenezzül bile etmedi. Üstelik bu nimetlere gözünün ucuyla bakması için o kadar haklı nedeni vardı ki. Yoksulluğu hepimizden daha iyi biliyordu. Adana’da biliyordu, İstanbul’da, Zeytinburnu’nda gecekondu hayatı yaşarken biliyordu, Doğu’da öğretmenlik yaparken, karlar altında tek göz odalı bir evde yoksulluğunu öğrencileriyle paylaşırken...
Sonra daha da katmerlisini öğrendi, işportacılık yaparken, dublajdan dublaja koşarken, figüran olarak girdiği “İstanbul Şehir Tiyatroları”nda, eşi Oya’yla bakkala ödenecek iki kuruşun hesabını yaparken... Yoksulluğu biliyordu.
Gazete Vatan - 16.02.2012, Perşembe