Tuğrul Göğüş - İsmet İnönü ve Müzik

     Aşağıda yer alan metin, orkestra yönetkeni Sayın Hikmet Şimşek tarafından “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası”nın vermiş olduğu 6 Nisan 1990 (Cuma) tarihli dinleti öncesinde yapmış olduğu konuşmadan bant çözümlemesi yolu ile kağıda aktarılmıştır. Bilindiği gibi “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Müdürlüğü” haftalık olağan izlenceleri içerisinde yer alan 6-7 Nisan 1990 (Cuma/Cumartesi) tarihli dinletilerini büyük devlet adamı ve saygın insan rahmetli “İsmet İnönü”ye ayırmış ve “İnönü’yü Anma Konseri” olarak isimlendirmişti. Böylelikle yakın tarihimizin bu önemli isminin müzikle ve Türk müzik yaşamı ile kurduğu yakınlık ve gösterdiği derin ilgi bir kez daha müzikseverlere anımsatılmış oldu. Sayın Hikmet Şimşek’in yapmış olduğu konuşmayı yazıya dönüştürmekle hem müzik tarihimize bir katkıda bulunduğuma ve hem de Sayın İnönü’nün sanatçı kişiliğini bir tanığın sözleri ile pekiştirdiğime inanıyorum. Yazıya dökme aşamasında doğal olarak yer alması gereken küçük düzeltmeler dışında hiçbir kısaltma ya da ekleme yapılmamıştır.

     Tuğrul Göğüş

     ________________

     Sayın Konuklarımız;

     Bu akşamki konserimizin iki özelliği var (*). Bir tanesi altmış yılı aşan yayın hayatında Atatürk ilkelerinin savunucusu, Atatürk devrimlerinin yapıcısı olan “Cumhuriyet” gazetemizin gene Atatürk devrimlerinin en önemli konularından biri olan müzik atılımını perçinlemek ve yön vermek üzere bundan ellibeş yıl önce açmış olduğu bir yarışmada -ki Türkiye’de devlet dahi yarışma açmaz iken Cumhuriyet gazetemize nasip olmuştur- birinciliği kazanan değerli bestecimiz Faik Canselen’in yapıtının ilk orkestra seslendirmesini yapmaktır. Çok sayıda Türk yapıtının ilk seslendirmesini yapan “İzmir Devlet Senfoni Orkestra”mız, bunlara bu yapıtı da katmakla ayrıca kıvanç duymaktadır.

     İkinci özelliğimiz de, bu konserimizin büyük müziksever ve “Atatürk Müzik Devrimi”nin yorulmaz takipçisi olan ve O’nu geliştiren “İsmet İnönü”nün saygın adına adanmış olmasıdır. Bilirsiniz; hobiler biraz derinleştikçe tutku haline gelir. Rahmetli İsmet Paşa’nın da iki hobisi -iki tutkusu- vardı. Birisi spor dalında, ötekisi de sanat dalında... Ben bu iki tutkunun görgü şahidi olarak bir kaç hususu sizlere iletmek istiyorum:

     “Harp Okulu” öğrencisi iken, haftanın birçok gününde hasretle İsmet Paşa’nın yolunu gözlerdik. O, atla Çankaya’dan çıkar, Dikmen sırtlarını dolaşır ve mutlaka “Harp Okulu”na uğrar, biz öğrencilerle konuşur, dertlerimizi dinler, bize moral verir ve ayrılırdı.

     Sonra, konservatuvar öğrencisi olduğum vakitler ikinci tutkusuna da yakından tanık oldum: Müzik tutkusu... Mütevazi bir aile çocuğu ve bir asker olan İsmet Paşa hayatında hiç klasik müzik, çoksesli müzik dinlememişti ama, savaşta ele geçirdiği bir gramofonda külüstür taş plaklardan çoksesli müziği tanımıştı. Keşfettiği yepyeni bir dünya idi ve O, bu dünyayı kendi içinde hep devam ettirmişti. “Ankara Devlet Konservatuvarı”nın küçücük salonunda yapılan haftalık konserlere -eğer önemli bir devlet işi olmazsa- mutlaka gelirdi. Yalnız kendisi gelmekle yetinmez, devlet adamlarını ve bakanlar kurulunu özellikle mutlaka ister ve adeta yoklama yapardı; falan bakan geldi mi, filan bakan geldi mi? diye... Ve bakanlar ister sevsinler, ister sevmesinler koyu elbiseler içinde O’nu beklerlerdi. İşin asıl önemli yönü, konserlerden sonra İnönü müdür odasında sanatçıları kabul eder, öğrencilerle teker teker meşgul olur, yetişmiş öğrencileri tanır ve onların konserlerine de gelir, tel meselesinden yay meselesine kadar eksiklerimizle ilgilenir, tamamlanmasını ister, sağlar, emrederdi.

     İsmet Paşa’nın Beethoven’in “Dokuzuncu Senfonisi”nin icrasında ve ayrıca ilk operanın açılışındaki davranışlarını da asla unutamam. Tabii tarihe geçmiş bu olayları özetlemeye bile olanak yoktur. Ama, bütün dünya müzik tarihine geçecek bir olayı daha var İsmet Paşa’nın: Elli yaşından sonra viyolonsele başlaması... Hani “kırkından sonra saz çalınmaz” diye bir söz vardır, O da biliyordu elli yaşından sonra sertleşmiş parmaklarıyla viyolonsele egemen olamayacağını... Ancak, tıpkı ikibin yıl önce “Sokrates”in yaptığı gibi şunu öğrenmek istemişti: “İster kendi tarafından fizyolojik olsun, isterse çalgı tarafından fiziksel olsun, müzik sesi nasıl çıkar?” Sokrates te çok ileri yaşlarında müziğe başlamıştı, O da biliyordu lir çalmakta büyük bir seviye elde edemeyeceğini... Bir vakitler çok iyi bir viyolonsel hocamız vardı: David Zirkin... Zirkin, Türkiye’de viyolonsel ekolünün temelini atan insandır. İşte, Zirkin her hafta gider ve İsmet İnönü’ye ders verirdi. İsmet Paşa da gündelik egzersizlerine o kadar devlet işinin arasında devam ederdi. 

     Böyle saygın bir kişi olan Sayın İnönü -ki müzik varlığımızın bugüne gelmesinde, bugüne yetişmesinde çok büyük etkisi olmuştur- adına da bir konser vermekten orkestramız olarak duyduğumuz kıvancı sizlere arzetmekten büyük onur duyuyorum.

     Saygılarımla...

_____________

     (*) Dinleti izlencesi Faik Canselen’in “Köy Düğünü” isimli yaratısıyla başladı ve Andrea Shestakova’nın solist olduğu Wolfgang Amadeus Mozart’ın KV 216 sırasayılı, büyük so’dan 3 numaralı keman konçertosuyla devam etti. Dinleti aradan sonra seslendirilen Felix Bartholdy Mendelssohn’un Op. 56 sırasayılı küçük la’dan 3 numaralı İskoç Sinfonisi ile bitti.

_____________

     Yazarın Notu 1: Bu yazı Haziran-Temmuz 1990 tarihli “Mavi Derinlik Ortak Kitap”ın 8. Sayısında yayınlanmıştır. (Yıl: 2, Sayı: 4)

     Yazarın Notu 2: “Mavi Derinlik Ortak Kitap" rahmetli Orhan Doğantuğ ağabeyimizin yoğun emekleri ile yayınlanmakta idi. O’nun çabalarını burada derin bir saygı ile anmayı bir borç biliyorum. Sayın Orhan Doğantuğ iyi niyeti, çalışkanlığı ve sevgisi ile hepimize örnek olmaya devam ediyor. Ne mutlu O’nun gibi olabilenlere, O’nun gibi olmaya çalışanlara...




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767148
Online Ziyaretçi Sayısı:12
Bugünlük Ziyaret :1524

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.