Tavandaki Huzmeler (Buket Akkaya)

Buket Akkaya

     Çabuk mu geçmişti zaman? Yanıtını o da bilmiyordu. Kaan'dan boşandığından beri perdeleri hiç açmadığını ayrımsadı. Odanın içi zifiri karanlıktı. Hüzünlü, yalnızlık kokan, 'mış' gibi yaşanmış bir yaşamın üstüne çörekleniveren bir karanlık...

     Küçükken annem beni öğlen uykusuna yatırdığında; aklım, sokakta oynayan arkadaşlarımda kalır, önce direnir, sonra çaresiz kapatırdım gözlerimi. Annem, yoklamaya gediğinde; "Minik kızım benim, nasıl da uykuya dalmış!" der, perdeleri örtüp çıkardı odadan. Oysa ben uyumaz ama yataktan da çıkamazdım. Çoğu zaman gözlerim tavandaki yansımalara takılırdı. Öyle korkardım ki, yorganı başıma çekip, bir süre soluk bile alamazdım. Kimdi onlar? Arada bir yorganı aralayıp, tavana bakar, sessiz olmalıya çalışırdım... Odada ki her kim ise, uyuduğumu sanıp gidiverirdi herhalde...

     Kapattı gözlerini, uyuyamıyordu... Doğruldu, el yordamıyla lambayı açtı. Yanı başındaki komodinden bir cd çıkardı Antonio Vivaldi, Dört Mevsim. Ne çok dinlerlerdi bu cd'yi beraberlerken.

     Cd çalara koydu. İlkbahar ezgileri başlamıştı... Müzik onu tanıştıkları yıla götürdü.

     Üniversiteyi yeni bitirmiş iş arıyordu. O gün, bir görüşme için erkenden kalkıp duşunu aldı. Ne giyeceğine karar veremiyordu. Şık ve zarif olmalıydı. Belki birazcıkta resmi... "O halde etek giymeliyim" diye düşündü. Hafif bir makyaj yapıp aynaları çatlatırcasına çıktı odadan. Evden zor attı kendini sokağa. Hemen bir taksi çevirip siyah beyaz tespihini elinde şaklatan şoför'e; "Alsancak Gündoğdu Meydanı lütfen." dedi. "Hayhay" diye yanıtladı şoför. "Biraz hızlı gidemez misiniz? Geç kal…" Gülden lafını bitiremeden şoför dalıverdi sözün ortasına...

     Vercen mi abla ceza paramı? Bilmiyon mu burlarda hız kontrolü var. Adım başı polis kesiyo, anadın mı?

     Gülden yanıtlamadı bile. Sessizce kafasını bir sağa bir sola salladı –bela mısın be kardeşim– der gibi… Yol uzamıştı sanki. Görüşme yapacağı ofis buralarda bir yerde olmalıydı.

     – Sağda uygun bir yerde durur musunuz?

     "Hayhay” dedi şoför yine o kekrem sesiyle. "Sinirlenmeyeceğim işte." dedi dişlerinin arasından. Parasını ödeyip indi arabadan. Sağa sola bakındı, yanlış yerde inmişti. Yeniden taksiye binmek için beklerken hızla bir BMW geçti önünden. Arabanın rüzgârıyla elindeki dosya yere savrulmuş, içindeki kâğıtlar caddenin ortasına dağılmış neye uğradığını anlayamamıştı ki BMW geri geri gelip önünde durdu. Arka koltukta oturan koyu renk takım elbiseli adam başını camdan hafifçe çıkartıp; "Özür dilerim, istemeden oldu. Yetişmem gereken bir toplantı var." deyip hızla uzaklaştı yanından. "Lanet olsun... Benim de bir toplantım olabileceği gelmiyor mu aklına?"

     Yere dökülen kâğıtlarını toplamaya başladı. Üstü başı çamur içinde, dokunsalar ağlayabilirdi. Bu halde nasıl giderdi? Telefon etse miydi? Zaman daralıyordu. Belki görüşmeyi yarına erteletebilirdi. Numarayı çevirdi. Bir kaç sinyalden sonra o iğrenç mekanik ses çıktı karşısına. "İyi günler Zorlu Holding'e hoş geldiniz numarayı bi..." çekti telefonu kulağından "Hadi açın artık yaaa. Mecbur muyum bu cazırtıyı dinlemeye?"

     – İyi günler ben Semra nasıl yardımcı olabilirim?

     Boğazını temizleyip, yutkundu.

     Ben Gülden Yazar. Bugün saat 13.30'da bir görüşmem vardı. Ama yetişemedim. Rica etsem görüşmeyi başka bir güne alabilir misiniz?

     – Özür dilerim Gülden Hanım, on dakika sizi bekledikten sonra, bir başkası görüşmeye alındı ve işe kabul edildi. Üzgünüm iyi günler...

     – Ama nasıl olur? Bi on dakii...”

     Did did did...

     Yapacak bir şey yoktu. Bir süre amaçsızca yürüdü öylesine. Kendini kötü hissediyordu, üstelik yorgundu. Önüne gelen ilk kafeye daldı. Her taraf öyle kalabalıktı ki, oturacak tek bir koltuk bile yoktu. Az ilerdeki müşteri hesabı ödüyordu. Koşar adım boşalan masaya gitti. Ama garson ondan önce masaya ulaşmış ve –rezerve– yazısını koyuvermişti. Umursamadı. Eğer biraz daha ayakta kalırsa düşüp bayılabilirdi. Nerden de giymişti bu topuklu ayakkabıları? Oturdu masaya, kendini şaşkın gözlerle izleyen garsona; "Bir kahve lütfen, az şekerli olsun." dedi.

     – Özür dilerim hanımefendi, burası az önce ayrıldı. Biraz beklerseniz sizi…

     Tam garsona bağıracağı anda tok bir ses böldü konuşmalarını…

     Hanımefendi rahatsız olmazlarsa birlikte oturabiliriz.

     Gülden başını sesin geldiği yöne çevirdi. Birkaç saat önce iş görüşmesini kaybetmesine neden olan BMW'li adam şimdi karşısında duruyordu.

     – "Siz..." diyebildi. "Ne işiniz var burada? Bugün bana yaptıklarınız yetmedi mi?"

     – İzin verin telafi edeyim lütfen...

     İlk karşılaşmaları böyle oldu Gülden ile Kaan'ın. Yıldırım hızıyla aşk, ardından yıldırım hızıyla verilen evlilik kararı...

     Başını çevirdi cd çalara baktı; –yaz ezgileri– diye mırıldandı. Bir süre müziği dinledi. "Ama sonra?" diye sordu kendi kendine. Sonra buruk bir gülümseme yayıldı yüzüne. Ellerini karnına götürdü, okşadı karnını. "Affet beni bebeğim. Keşke seni dünyaya getirseydim. Korktum işte. Güvenemedim kendime. Şimdi artık istesem de çok geç..."

     Babamla annem, görücü usulü ile evlenmişler. Okumak istermiş hep. Ama zengin bir ailenin biricik oğlu isteyince, büyükler de onu gelin edivermiş. Babam ne yazık ki pek dirlik vermemiş anneme. Bizler için katlanmış hep. "Okumalısınız" derdi. "Hakkımı helal etmem yoksa." Kaan'ı tanıştırdığımda "İyi birisine benziyor. Ama acele ediyorsunuz, biraz tanıyın birbirinizi..." demişti de kızmıştım ona… O nerden bilebilirdi? Hem o hiç âşık olmamıştı ki! Üstelik ben Kaan'ı yeterince tanıyordum.

     Hoş geldin sevgilim.

     Canım merhaba. Nasıl geçti günün anlat hadi.

     Sarmaş dolaş salona geçtiler. Gülden mutlu olduğu anlarda bir tüy gibi Kaan'ın kollarına bırakıverirdi kendini. Yine öyle yaptı. Birlikte kanepeye uzandılar.

     – Kaan bugün doktora gittim.!

     – Hayırdır, hasta falan değilsin ya?

     – Tabii ki hasta değilim…

     – Sorun ne o zaman?

     – Kaan, biz yakında üç kişi olacağız.

     Kaan doğruldu kanepeden. Gülden öylece kalakalmış, kocasının boynuna doladığı kolları boşlukta sallanıyordu...

     – Sen, sen ne dedin? Anlayamadım galiba!

     Bunda anlaşılmayacak bir şey yok sevgilim. Hamileyim... Sustun... Sevinmedin mi?

     – Bak tatlım, ben henüz babalığa hazır değilim! Kendine güveniyorsan doğur!

     Gülden şoktaydı, Kaan uzatmadı konuyu... Annesinin sözleri kulağında çınlıyordu şimdi. "Acele ediyorsunuz… Biraz tanıyın birbirinizi..."

     Ertesi sabah soluğu doktorda almıştı. Kürtaj bitip de ayıldığında sürekli aynı şeyleri sayıklıyordu... "Affet beni yavrum. Lütfen affet!"

     Cd'den gelen sonbahar ezgileri Gülden'in hıçkırıklarına karışmıştı. Belki de hayatında hiç bu kadar bağıra bağıra ağlayamamıştı. Tutmadı kendini, ağlayabildiği kadar ağlamak istiyordu.

     Sonunda sakinleşti. Doğruldu yataktan banyoya gitti. Lavabonun üstündeki ışığı açtı yüzünü seyretti. "Korkunç görünüyorum" diye düşündü. Makyaj dolabından bir parça pamuk aldı, temizleme sütüyle göz çevresine bulaşan rimel artıklarını temizledi. Yüzünü yıkadı. Tuvalete oturdu. İçinde tuhaf bir arınma duygusu vardı. Bir süre sonra kalktı tuvaletten duşa girdi. Suyu açtı yaslandı duvara... Suyun başından aşağı akışına bıraktı kendini.

     Sabah olmuştu. Perdelerden hafif bir ışık sızıyordu. Cd'den Vivaldi'yi çıkardı bir süre baktı... "Dört Mevsim" diye mırıldandı. Aldı cd'yi gitti banyodaki çöp kutusuna attı. Komodini tekrar karıştırdı.

     Camille Saint Saens ilişti gözüne. İskeletlerin Dansı... O'nun en çok sevdiği bestesiydi.

     – "Özür dilerim üstat, seni nasıl da unutmuşum."

     Acı bir gülümseme yayıldı yüzüne... Öptü cd'yi cd çalara yerleştirdi, sesini açtı. Saens'ın eseri bütün odaya yayılmıştı. Pencereye doğru ilerledi. Tavana baktı. Huzmelerini aradı. Huzmeler İskeletlerin Dansı'ndaki notalar gibi oradan oraya koşuşturuyordu.

     Perdeleri olanca gücüyle açtı… Güneş esirgemedi ışınlarını. Aktı penceresinden... Yüzüne, bütün bedenine dağıldı...




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5788354
Online Ziyaretçi Sayısı:31
Bugünlük Ziyaret :639

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.