Gitarımın Telleri (Sinan Seyfittinoğlu)

Sinan Seyfittinoğlu

     Yaşamının ince bir tel gibi kopup gitmesini hiç istemedi. Ama; yalnız dünyasında, o ülkenin en soğuk yerinde, başka bir yaşamdan kalma servetle yaşayacaktı. Günlerini gitar çalarak geçiriyor, akustik gitarının ezgileriyle kendinden geçiyordu. Henüz on yaşındayken başladı gitar çalmaya. Bir tutkuyla bağlandı. Hayatı gitara, gitarı da hayata benzetirdi.

     Kendini sürekli olarak İtalyanca bir müzik terimi olan Agile diye tanıttığından olsa gerek, kelimenin anlamı gereği çevik ve çabuk karar verdi. Agile, soğuk ülkesinde yalnız yaşamak istemiyordu. Kısa bir araştırma sonrası sıcak bir ülkeye, Hawai adalarına gidecekti. Orada yeni bir gitarla yeni bir hayat kurmaktı amacı.

     Deli doluluk bu ya; küçük bir sırt çantası ve gitarıyla İstanbul’a geldi. Fazla kalmadan yeni bir gitarla Hawai’ye gitmekti niyeti. Özel bir müzik mağazasında her biri ayrı bir hayat kadar canlı gitarları seyrediyordu.

     Sırtı dönükte olsa arkadan gelen ses ile adeta içi titreyen ve heyecan duyan Agile, yüzünü döndüğünde olağanüstü bir melodiyle karşılaştı. Yeşil gözleriyle doğayı, kızıl saçlarıyla özlediği güneşi gördü sanki.

     Bayan; “nasıl yardımcı olabilirim” diye sorduğunda; Agile sadece “gitar” diyebildi… “Akustik gitar”.

     Kısa bir sohbet sonrası Agile neredeyse gitarı dahi unutacaktı. Bu muhteşem kadının adı Ezgi’ydi. Zaten müzik tutkunu olan Agile kıza aşık olduğu kadar ismine de aşık oldu.Asılı gitarlar arasından seçki yapmak zordu ama Ezgi; müşterisinin beğeneceğini umduğu bir dizin önünde durdu.

     “Bence siz duygusal bir gitar almalısınız” dedi. “Burada dünyanın en kaliteli gitarları olarak sayılan Washbourne, Ibanez ve Fender’ler var.”

     Agile büyülendi. İbanez marka bir gitarın önünde durdu. Gitarın arka kısmında çok hoş bir göz damlası motifi vardı. Dokunurken bile elleri titredi İbanez’e. Dokunduğunda Ezgi de Agile'nin elini tutuyordu artık…

     İstanbul durağını birkaç hafta daha uzatan Agile, sevgilisi Ezgi’yle beraber aşk’ın başkentindeydi. Köklü ve unutulmaz bir aşkın yaşanabileceği en merkezi yerde; İstanbul’da denizi seyrediyorlar, martılara müzik yapıyorlardı. Bir simit paylaşıyor, aynı bardaktan içiyor, gözleriyle konuşuyorlardı.

     Kalabalıklardan uzak bir park içinde çimlere uzanıp yanıbaşlarında gitarlarıyla el ele tutuşup gökyüzünü seyrediyor, doyasıya sevişiyorlardı. Ezgi’nin dünyası Agile, Agile’nin dünyası Ezgi’ydi artık.

     Her ikisi de ayrılmaz bir bütün oldular. Sımsıcak bir bağ ile sıcak ülkeye de beraber gideceklerdi. Agile önce gitarını sonra çantasını alarak o sıcak ülkeye bir aşk eşliğinde yol aldı.

     Agile sürekli gitar çalıyor, Ezgi Agile’yi hayranlıkla izliyor ve her geçen dakika ona daha fazla aşık oluyordu. Bir gün Agile; büyük aşkı doğa gözlere döndü, onun güneş saçlarını okşayarak;

     “Aşkım benim.. Bak; bu gitarda altı tel var. En üstteki tel bundan sonra sensin. Bir sonraki senin geçmiş yaşamın, bir alttaki bundan sonraki yaşamımız, dördüncü tel bizim yaşamımız, bir alttaki tel benim geçmişim ve son tel ise benim.” dedi.

     Artık günler saatler boyu sevişiyor, sıcak ülkenin denizlerinde yüzüyor, kitaplar okuyor ve gitarlarını çalıyorlardı. Geçmişe dair hiçbir şey, geleceğe dair ise her şeyi konuşuyorlardı. Adeta tek vücut olmuş, bir çocuk büyütürcesine de gitarlarını yanıbaşlarından ayırmıyorlardı..

     Küçük mütevazi evlerinde deniz manzaralı pencerelerinden huzur buluyor, dışarıya pek çıkmıyor birbirlerini tamamlıyorlardı. Yataklarında uzandıklarında pencereden görünen gökyüzüne ve tüm sevimliliğiyle içlerine giren güneşe bakıyor gitarlarıyla aşk yaşıyorlardı.

     Sürekli bir arınma yaşayan çift artık çıplak gezmeye başladıkları evlerinde saçlarını da kazıtıp birbirlerine hediye etmişlerdi. Agile; kızıl saçları, sakladığı yerden sıklıkla okşayıp kokluyor Ezgi, Agile’nin kendisinden ilham aldığını görmekten büyük bir haz duyuyordu.

     O gün Ezgi yalnız başına çarşıda gezecekti. Onu uğurlamak isteyen Agile çalmakta olduğu gitarını ters, teller aşağıya gelecek şekilde yatağa koydu. Kapıdan dönüp gitarına eli uzandığında gitarının arkasındaki gözdamlası motifini gördü.

     Ezgi’nin ölüm haberi geldiğinde yaşadığı en büyük acıyı tadan Agile, büyük bir çaresizlik içinde pencerenin önüne geçti. Oturduğu sandalyeden yakıcı güneşe baktı. Gözlerini kapatıp gitarını aldı. Zaman zaman hızlı zaman zaman da yavaşça gitar çalıyordu. Gelen melodiler insanda olan tüm duyguları kapsıyor, parmakları giderek daha sert şekilde tellere vuruyordu. Saatler sonra Agile kan ter içindeyken gitarın en üst teli koptu.

     Agile artık asla konuşmuyor ve gitar çalmıyordu. Gitarını son kez çaldığı pencerenin önünde kızgın güneşin karşısına koymuş ve tellere hiç dokunmamıştı. Aylar yıllar böyle geçti. Agile yeni bir ezgi aramıyor, yüreğindekini de hiç silemiyordu. Yatağına uzandığında sevgilisini hayal ediyor, çarşafları okşuyordu. Ezgi’nin vücudu, göğüsleri yani sıra yeşil gözleri, kızıl saçları gördüğü, görebildiği tek rüyasıydı.

     Sadece uyuyor, uzandığı yatağından dışarıdaki güneşi seyrediyor ve çoklukla ağlıyordu.

     Ağlıyordu.

     Ağlıyordu.

     Ağlıyordu.

     Artık uzandığı yataktan görünen gökyüzü de onu ilgilendirmiyor güneş hiç sevimli gelmiyordu. Olabildiğince kalın elbiseler içinde traş olmaksızın geçen on yıldan sonra bile çok mutsuzdu.

     O gün Agile kararlı bir şekilde kalktı. Yıllardır sakladığı silahını ve Ezgi’nin kızıl saçlarını aldı. Temizledi, kokladı. Eski günlerdeki gibi traş oldu. Yıkandı.Çıplak kaldı.Tamamen arındı.

     Derin bir nefesle yıllardır güneş karşısında adeta eriyen gitarını aldı. Son bir kez daha tellere dokundu. Gitarın gözyaşı motifine uzun uzun baktı ve aynı şekilde bırakıp, masada duran silah ve kızıla gitti.

     Bir süre sonra gitarın son teli kendi kendine koptu.

     Antakya, 23.09.2006




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5799687
Online Ziyaretçi Sayısı:31
Bugünlük Ziyaret :604

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.