12.09.2013 / Rahmi Saltuk Yeniden Sahnede

Saltuk, Rahmi

     Hayati Asılyazıcı hocamızla birlikte “Bindallı Sanat Galerisi”nde Rahmi Saltuk’la buluştuk. Hem Hayati Asılyazıcı hem Rahmi Saltuk, dolu dolu görgülü ve kültürlü entelletüellerimizden ve onların söyleşisinde araya sızdım ve canlı tarih ve sanat dersleri aldım diyebilirim.

     Harika tabloların arasında saatler süren keyifli ve bana çok şey katan sohbetin tamamını ne yazık ki yer darlığı sebebi ile buraya taşıyamadım. Rahmi Saltuk, içi gülen gözleri ile karşımıza gelip oturduğunda, hayatımda ilk defa bir insanın koşulsuz insan sevgisini hissettim. Türkülerinde söylediği gibi olan bir adam ve öyle yaşayan bir insan olan Rahmi Saltuk’la tanışabildiğim için son derece mutluyum.

     “En sevdiğiniz türküler” diye sorduğumuzda, “Yozgat Sürmelisi” ve “Dersini Almış da Ediyor Ezber” deyiveriyor, ışıl ışıl gözleriyle anlıyorum ki türküler o anda içinden geçiyor. “Erkan Oğur’da okudu bunu” diyor “hele İbrahim Tatlıses’in okuması çok iyiydi, ikisi de iyiydi. Tatlıses müthiş bir ses, her ikisini de çok beğendim. Ama benim tarzımda üzerime okuyan yoktur” diyecek kadar açık sözlü bir adam. Bu sözler üzerine sanmayın ki kibirli, büyük bir okuldan müzik direktörü olması için teklif geldiğinde, olur mu yahu ben alaylıyım, Ruhi Su’yu taklit ederek başladım, öğretmenlik çok önemli iş, doğru dürüst besteci bile sayılmam, benim becereceğim bir iş değil diye reddetmiş. Başka isimler önermiş.

     “Sanatçı Donanımlı Olmalıdır”

     Sanatçı tanımı yapmasını istediğimizde ise kimseyi kırmak istemiyor, ama o kadar sıkıştırdım ki en sonunda patladı, dedi ki sanatçı hep vermek, hep anlatmak, hep halkını ileri götürmek isteyen biridir, kendi sınırlarını bilir, hep gelişme peşindedir diyor. Değilse değildir diyor. Sörf yapmak gibi düşünün; sanatçı insan birikimli ve donanımlı olmalıdır, halkın arzularını bir sörfçü gibi dalgaların üzerinde kalır gibi hayatına almalıdır diyor. Küçük bir örnek vermesini istediğimizde şu cümleler dökülüyor: “Herkesin kendine göre bir duruşu vardır. Politik görüşüm yok diyen halt etmiştir. Yaşamak bir politik duruş şeklidir, nasıl yaşadığın bir duruştur. Örneğin diyelim ki, fukara Erzincanlı geldi, geziye kazara katıldı, sonra kalktı gitti, başbakanın önünde diz çöktü. Hele sanatçı denen adam sokakta yürüyen adam değil ki? Diz çökmek de ne demek? İşte aslında o çocuk sörf yapmak istedi. Ama birikim yok, alt yapı yok, sörf tahtasının üzerinde duramadı. Baktı ki karşılıklı dalgalar arasında boğulacak, hemen güvenli bir yere attı kendini. Fakat Mehmet Ali Alabora’yı tutarlılığı nedeniyle çok beğeniyorum. Gezi olaylarındaki tavrını siyasete paraya çevirmedi. Pek çok partiden teklif var kabul etmedi.”

     “İçim Kıpır Kıpır”

     Hayati Asılyazıcı’dan Rahmi Saltuk’u tanımlamasını istediğimde ise hiç duraksamadı:

     “Türk halk müziğini kendi biçeminde okuyan, yorumuyla büyük katkı sağlayan bir sanatçımız. Rahmi’yi dinlemek hem ayrıcalık hem zevktir. Şimdi benim ne düşündüğümü bırak, yıllar sonra büyük bir konser verecek. Ne düşünüyor, neler hissediyor, seyirciye neler hazırlamış. Onun hakkında konser sonrası konser hakkında çok güzel şeyler yazabiliriz ama konser öncesi duygularını öğren bakalım” diyor. Ben de sordum, siz de buyurun:

     - Rahmi Bey, heyecanlı mısınız?
     - Elbette içim kıpır kıpır. 1986’dan bu yana yasaklardan sonra ilk kez 13 Eylül’de “İzmir Fuar Açıkhava”da büyük dinleyici kitlesi ile buluşacağım. Nasıl karşılayacaklar acaba? Gerçi ufak bir denemesini yaptık geçen hafta. “1 Eylül Dünya Barış Günü”nde “Bornova Belediyesi” konsere çağırdı. Kemik dinleyicim orada karşıladı beni. Vaktiyle denirdi ki Rahmi Saltuk demek binlerce kişilik koro demektir. Yine öyle oldu. Gençlikten koptun deniyor. Olur mu gençlik benden kopmadı.

     - Neler söyleyeceksiniz?
     - Nazım Hikmet’ten Ruhi Su’ya adında bir projem var, her şeyi ile hazır, sadece stüdyoya girip kayıt yapılacak. Bakalım belki yarın bir teklif gelir, hemen CD olarak piyasaya süreriz.

     “Kuvay-ı Milliye Destanını Söyleyeceğim”

     - O projeden türküler söyleyeceğim. “Kuvay-ı Milliye Destanı”nı söyleyeceğim, “Yemen Türküleri”ni söyleyeceğim. İnsanın içi kan ağlıyor aslında. “Gezi”de, Ankara’da, Hatay’da ölen çocuklar var, Suriye sorunları var, planlamamıştım ama “Yemen Türküleri” tam denk düştü. “Yemen Türküleri” dört dörtlük savaş karşıtı türküler. Eh tabi söylemeden sahneden inmeme izin verilmeyecek türküler de var mesela. Ahmed Arif’ten “Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin”, çok var hangisini saysam bilemedim.

     - Siz baroya kayıtlı bir avukatsınız. Ve bildiğim kadarı ile sadece bir kez avukatlık yaptınız ve sadece destek olmak amaçlı Fehmi Işıklar’ın vekili olarak 2 kez “DİSK Davası”na girdiniz. Müzik nasıl başladı?
     - Aslında ben önceden müzisyendim, sonra hukukçu oldum. Hiç avukatlık yapmadım. Elbette “İstanbul Hukuk” bana çok şey kattı, fakat ben bir müzisyenim. İlk çıkışım nasıl oldu derseniz, Erol Toy’un “Pir Sultan Abdal Oyunu”nda oynadığım yıllardı. Sanırım Türkiye’de en çok oynanan oyundur. Aynı zamanda da en çok yasaklanan oyunudur. Tabi oyunda türkü söylüyorum. Dilden dile yayıldı diyebilirim, orada bir çocuk var, bir türkü söylüyor, duymanız lazım diye. Fakat esas kıvılcım 3 Haziran 1968 tarihinde oldu.

     “Beni Sahneye Attılar”

     - O zamanlar Nesimi Çimen İstanbul’a yerleşmiş, Tarlabaşı’nda gecekonduda oturuyor, Nesimi Çimen’e destek gecesi düzenlendi. Ruhi Su gelecek sahneye çıkacak, büyük bir topluluk. “Açıkhava Tiyatrosu”nda salkım saçak dolu her yer. Tabi o zaman İzmir’den gelecek, Ruhi Su sık sık uçak yok bir sabah bir akşam ve Ruhi abi gelemedi. Beni sahneye attılar. İşte o zaman ilk çıkışım oldu, kıvılcım çaktı.

     - Türk filmleri gibi bir durum yani?
     - Aynen öyle. Ben Ankara’ya gidince “Pir Sultan Abdal” kapalı gişe oynamaya başladı tespit için söylüyorum, övünmek için söylemiyorum. “Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi”nde konser koyacağız gelir misin dediler, tabi gelirim dedim. Benim arkadaşımın kardeşi Ali Demir sunuculuk yaptı. Buradan derin saygı ve sevgilerimi göndereyim kendisine. Beni sundu ama “Dev-Genç”li olarak sundu. Konser sonrası bak dedim, Ali sen yeni geldin belki sen bilmiyorsundur, ben “Dev-Genç” üyesi değilim, bunu yapma bilenler var. İki cami arası beynamaz gibi yakışmaz bana dedim. Neyse yine böyle bir gece var dediler, illa geleceksin, gittim ki sokaklara hoparlör konulmuş, binlerce kişi sokaktan dinleyecek yine. Ali Demir kardeşimiz yine beni “Dev-Genç” üyesi diye anons etti. Şimdi Doğu Perinçek benim arkadaşım, en önde oturuyor, yanında Yusuf Küpeli var, Mahir, Ömer Özer Turgut var. Bir yutkundum, vuruyorum sazın teline, kıyamet kopuyor bir yandan da kafamda hesap yapıyorum.

     “Nasıl Birleşeceğiz?”

     - Düşünüyorum açıklayayım kendim neyse en sonunda karar verdim coşku dorukta. Dedim ki bu açıklamayı yapmazsam kendime, sosyalist kişiliğime hakaret sayarım. Ben “Dev-Genç” üyesi değilim “TİP” üyesiyim dedim ve gelin canlar bir olalım diye vurdum sazın teline sonunda saydım beni 7 kişi alkışladı.

     - Şimdi hangi partiye üyesiniz?
     - Partide gözünün üstünde kaşın var diyeni atıyorlardı. Bir gün Behice Hanım’ın duyacağı şekilde açtım ağzımı yumdum gözümü; Yalçın Küçük’ü attılar, ben de eleştiriyorum bunu nasıl yaparsınız? “Yürüyüş Dergisi”nin başyazarı, partinin teorisyeni bu adamı nasıl atarsınız ve ben de kabullenemedim. Beni yine atmadılar. Ben söz vermişim, mahcup oluyorum, gidemezsin dediler, ben de bastım istifayı, o gündür bu gündür hiçbir partiye, kuruluşa üyeliğim yok.

     - Neden senin adamın benim adamın var, neden birleşilemiyor. Nasıl birleşeceğiz?
     - En çok isteyen benim, tabanın birleşmesi lazım masada anlaşarak olmaz. “Taksim Gezi Olayı” tabanların birleşmesine güzel bir örnek mesela ama Taksim gezi olayında örgüt yok, örgütün olmadığı yerde ot bitmez.

     Aydınlık Gazetesi - 12.09.2013, Perşembe (Aysun Bitir)




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5765897
Online Ziyaretçi Sayısı:13
Bugünlük Ziyaret :737

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.