30.01.2014 / Melisa Gürpınar - İçimdeki İstanbullu Zorluyor Beni

Gürpınar, Melisa    

     Sanat yaşamında tiyatroyu edebiyatla birlikte yürüten, edebiyat dünyasında önemli yapıtlara imza atan ve pek çok ödül kazanan şair yazar Melisa Gürpınar, “Aydınlık”a konuştu.

     1964 yılında konservatuvardan mezun olduktan sonra tiyatro öğrenimine 1965-1967 yılları arasında Londra’da devam etti. Aynı dönemde, “BBC Türkçe Servisi”nde kültür programları yaptı. 2003 yılında “Ada Şiirleri” adlı kitabıyla “Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü”nü kazanan şair, yazar, “Türkiye Yazarlar Sendikası” ve “PEN” üyesi Melisa Gürpınar, 2011’de “Yunus Nadi Ödülleri”nin şiir dalında da ödül aldı. Melisa Gürpınar’ın yayımlanmamış denemeleri, oyunları, senaryoları, eleştiri yazıları ve şiirleri bulunuyor. Son yıllarda rahatsızlığı nedeniyle, kültür ve edebiyat ortamının biraz uzağında kalarak, çalışmalarını ancak evinde sürdürebiliyor. Melisa Gürpınar’la edebiyat ve yaşamı hakkında söyleşi yaptık:

     - Sanat yaşamınızı tiyatro ve edebiyat ile birlikte götürdünüz. Tiyatro eğitiminden sonra sahneyi değil oyun yazmayı seçtiniz. Özellikle İstanbul’u anlatan çalışmalarınızı anlatır mısınız?
     - Evet, belli bir tiyatro eğitiminden sonra, her alanda tiyatroyla ilgili çalışmalar yaparken sahne şiirinin bir türü olması nedeniyle oyun yazarlığıyla da ilgilendim. Çoğunun da, tiyatro eleştirmenliği yapmam nedeniyle ne basımını ne de sahnelenmesini sağlayabildim. Bu oyunlarda kullandığım fon hep İstanbul’du. Zamansa, öncesi ve sonrasıyla 20. yüzyıl. İstanbul’un yaşadığı dramatik değişimleri sahneye taşımak, tarihe biraz gülümseyerek biraz da acılarını öne çıkararak yaklaşmayı sağlamak, sanki bir görev gibi yüklenmişti omuzlarıma. Yazdığım İstanbul üçlemesinin bir oyun ayağı olan "Yeni Zaman Eski Hayat" 90'lı yıllarda "Şehir Tiyatroları"nda sergilendi.

     Dilek Türker Oynadı

     “Zaman Adında Bir Kadın” adlı tek kişilik oyun da “Tiyatro Ayna”da Dilek Türker tarafından oynandı. Bu iki oyuna da değişik ödüller verildi. “İstanbul’un Gözleri Mahmur” adlı şiirsel öykü kitabıma verilen ödül de aslında bana değil İstanbul’adır. Her türlü sanat yapıtı aracılığıyla bu kentin gündeme getirilmesi, geçmişinin unutturulmaması gerçek İstanbullulara iyi gelmiştir bir bakıma. İkisi basılmış, ikisi de dosyada bekleyen dört tane de İstanbul üzerine yazılmış deneme-anlatı kitabım var. Zaten İstanbul’un adını anmasam da, elli yılı aşan yazarlık yaşamımda yazdığım her satıra, her dizeye bir İstanbul kokusu siniyor sanki kendiliğinden. Bu bir kaçınılmazlık benim için. Ya bir borcu ödüyorum. Ya da içimdeki İstanbullu zorluyor beni. Edebi değerini etkilesin etkilemesin, en azından “İstanbul Türkçesi”nin esintileri mutlaka duyumsanıyor yazdıklarımdan. Dil ve biçem, İstanbul söz konusu olduğunda hemen bütünleşiyorlar birbirleriyle.

     - Edebiyat alanındaki çalışmalarınız özellikle şiir ve şairliğinizde odaklanıyor. Özellikle Melisa Gürpınar’ın şiir dünyası farklı boyutlar taşıyor. Bu dünyanızda çizgilerinizi söyler misiniz?
     - Kuşkusuz her şairin kendine göre bir poetikası vardır. Ama gene de, dünyada ülkesinde kendi çağına rast gelen edebi akımlardan ve de gelenekten yararlanır, birikimi, yeteneği ölçüsünde. Buna özel ve evrensel bakışımlar da ekler.

     Yazdığım şiirlerin taşıdığı değişik boyutları, beni diğer şairlerden ayıran olumlu olumsuz özellikleri bilemem kuşkusuz. Hatta kolayına şiir yazdığımı bile dillendiremem. Bildiğim tek gerçek, erkek kadın ayrımı yapılmadan ve yazılan şiirlerin toplumsal bir kolaycılığa sapmadan değerlendirilemediğidir ülkemizde. Hem Doğulu hem kadın hem de şair olmak, bir celladın ipiyle üç kere asılmaktır belki de. Böylesine acılı, çelişkili ve imkansızlığın kol gezdiği ortamlarda, bütün kırılgan sorunları incitmeden şiire dönüştürebilirseniz, bir şair ve hele bir kadın olarak uğraşınızda direnebilir, arayışlarınızı sürdürebilirsiniz sessizce.

     Zaten şiirler de bir dili yarına taşıyarak ömrünü uzatmaktan ve sabır isteyen bir söz işçiliğinden başka nedir ki? Bir de insanın duyarlı bir varlık olduğunu, bugünün gitgide vahşileşen dünyasına umutsuzca fısıldamaktan. Arılar gibi topluca göç edilebilecek başka bir vadi de ufukta görünmediğine göre, yalnızlığa küsmeden masa başına oturup, sözcüklerin gücüne güvenmekten başka çaresi yok şairlerin. Ayrıca bütün zamanlarda umutla umutsuzluk arasında yol alan kervanda, bir nokta olmayı bile düşünmek şairce bir saflık herhalde.

     “Ailemin Bir Kolu Beşyüz Yıldır İstanbullu”

     - İstanbul ile bütünleşmiş bir yaşamı nasıl anlatırsınız?
     - Bu kentle her ne kadar yabancılaşmış olsam da, iç dünyamda kavramsal olarak onunla bütünleştiğim doğrudur. Yazı yazarken bazen ben ona benzerim, bazen de o bana. Çoğu zaman gözümde insanlaşır sanki İstanbul. Yalvarır bana öyküsünü anlatmam için. Ara sıra da susar. Tam eski İstanbullular gibi sırlarından birini bile vermez. Kayıp kent ile kayıp insanlarının ilişkisi böyle bir şey olmalı.

     Yaşadığım tanıklıklara ek olarak, ailemin bir kolunun beşyüz yıldan beri İstanbul’da yaşamış olması, duyduğum söylenceleri çoğaltmış, düşlerimi, imgelerimi, duygularımı ve duyarlık alanlarımı bu kente bağımlı kılmıştır adeta. Üstelik İstanbul’un son altmış yıldaki travmatik değişimi ve sözde gelişim süreci, kentle olan tarihsel bağlantımı doğaldır ki epeyce zedelemiştir. Kentin her anlamda yıkılıp en çirkin betonlara yaslanarak yeniden kurulmasından duyduğum acıyı, isyanı, itirazı, takıntılı bir biçimde durmadan anlatmama yol açmıştır belki de.

     Geçmişinin ve anılarının bu denli yok olup unutulmasını İstanbul hiç hak etmemişti doğrusu. Yaşadıklarımız yalnızca ölçüsüz bir iç göçün değil, yırtıcı bir paylaşım savaşının ve kentin kapanın elinde kalmasının da sonucuydu. Yazdıklarımla, unutulmuş bir çiçek adını bile kurtarabilsem, bu yetmeli bana, bunca yıkımın ve kıyımların yarattığı kargaşada.

     Aydınlık Gazetesi - 30.01.2014, Perşembe (Söyleşiyi Yapan: Hayati Asılyazıcı)




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5768871
Online Ziyaretçi Sayısı:18
Bugünlük Ziyaret :763

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.