Boston

1834–1903 yılları arasında yaşamış olan James Abbott McNeill Whistler Lowel siyah renge düşkün bir ressamdı. Tablolarını başka renklerle yapsa da, hatta başka renklerle isimlendirse de siyah renk etrafında dönüp durmaktaydı. Bunun nedeni kendisinin Massachusetts (ABD)'de doğmuş olması ya da 1843–1848 döneminde babasının işi nedeniyle St. Petersburg'da kalmış olması değildir. Bunun ana etkeni yaşamı boyunca hayran kaldığı ve kendisini hristiyanlığa adamış olan annesi Anna Matilda McNeill olabilir. Belki de en ünlü tablosu olan "Arrangement in Gray and Black No.1, Portrait of the Artist's Mother" (1871) bu teze iyi bir cevap gibi görünebilir. Gerçi Whistler siyahlarına 1870 yılında yaptığı "Arrangement in Black, Portrait of F. R. Leyland" ile başlamış sayılabilir, ama o zaten Abbott olan orta ismini çoktan annesinin genç kızlık soyadı olan McNeill ile değiştirmişti bile. O'nun siyahlarında çizimden başka hiçbir konuda başarılı olamadan atılacağı "West Point" (ABD Askeri Akademisi) yıllarının da etkisi belki vardır. Fakat o "West Point"te geçirdiği üç yılı hep özlemle andı. Hem zaten 1866'da Şili'nin İspanya ile savaşının sürdüğü Güney Amerika'ya gittiğinde de savaş üzerine bir günlük tutmuştu. 1855'de Amerika'dan ayrıldı ve Paris'e gitti. Gustave Courbet (1819–77)'nin sanatına hayranlık duyuyordu. Belki bu hayranlık renklerini biraz olsun koyulaştırmış olabilir. "École Impériale et Spéciale de Dessin"deki kısa bir dönemin sonrasında Charles–Gabriel Gleyre (1806–74)'in stüdyosuna devam etmeye başladı. Böylece Edward Poynter (1836–1919), Thomas Armstrong (1832–1911), Thomas Lamont (1826–98) ve George du Maurier (1834–96) ile bir araya geldiler. Sanatçı 1858'de Alsace–Lorraine ve Rhineland'e gitti. Bu O'nun doğa resimlerinin başlangıcı oldu. İlk piyano yaratısı beğenilmediyse de1861'de hem metresi, hem de modeli olan Jo için bir sinfoni yazdı: "Symphony in White No.1". Daha sonra "Pre–Raphaelite Grubu"na katıldı. Whistler'in sanatının temelinin 1859 yılında atılmaya başladığını söylemek mümkündür. Bu da zaten ilk siyahlarını yaptığı yıllardı. Siyaha boyadığı ve bu renkle isimlendirdiği tablolarında belki gece görüntülerini resimlemek istemesi önemli bir neden olabilir. Çünkü 1877'de, Londra'da, Thames nehrinin gece görüntüleri üzerine, ismini kendisinin "Ay Işıkları" olarak koymak istemesine karşın Frederick Leyland'ın önerisi ile "Nocturnes" olarak anılacak resimlerine başladı. Bu resimlerinde koyu maviler siyahlara çok yaklaşıyordu, ama altın pırıltılar da unutulmamıştı. 1877'de "Grosvenor Gallery"de açtığı sergi için eleştirmen John Ruskin halkın suratına boya fırlatmak için pahalı resimler diyecekti. Whistler, Ruskin'i mahkemeye verdi ve kazandı. Bu arada ünlü "Peacock Room"un (Londra) dekorasyonunu da üstlenmişti. Ancak işi O'na veren Frederick Leyland ile dekorasyon konusunda hiç anlaşamadılar. Bu tartışmalar ve Ruskin ile mahkemesi O'nu parasal olarak güç bir duruma sokmuştu. 1879'da iflasını isteyerek daha çok pastellerini yapacağı Venedik'e gitti. Portrelerinin yanı sıra deniz manzaraları ile de ünlenmeye başlamıştı. 1884 ve 1886'daki iki başarılı sergi sırasında, iki yıl sonra başkanı olacağı "Society of British Artists" üyeliğine kabul edildi. 1886'da resmini yaptığı heykeltraş John Bernie Philip'in kızı ve aynı zamanda da bir ressam olan Beatrice Godwin ile iki yıl sonra evlendi. 1892'de birlikte Paris'e taşındılar. Ancak, Beatrice dört yıl sonra öldü. Mali durumu iyiye gidiyordu. 1891'de annesinin tablosu Fransa tarafından satın alındı. Bu O'nun profesyonel tavrına en belirgin örneği oluşturdu. Çünkü hayran olduğu annesinin resmini Fransa'nın almak istemesine belki de direnmesi kişiliğine daha uygun olurdu. Aynı yıl "Glasgow Corporation" "Portrait of Thomas Carlyle" adlı tablosuna bin gine ödedi. Pek çok sergi açtı, sayısız ödül kazandı. 1903'de Londra'da siyahlarına kavuştu; yaşamı boyunca çok etkili siyahlar yaptı. Akademiye giriş öncesi yapılması gereken işlerle uğraşırken genç öğrenci korkunç bir şok yaşadı; berberle karşı karşıya geldi. Bütün çabalarına rağmen West Point'in berberini akademinin kuralları dışında bir saç kesimine ikna edemedi. Uzun, kıvırcık, siyah saçlarına akademide kalacağı süre için veda etmek zorunda kaldı. Buna rağmen geriye kalan saçları hala koyu ve lüleliydi. Bu da ona askeriyenin dışında yabancı biri havası veriyordu. Bu özelliğine bir de miyop olması eklenince pek kolay arkadaş edineceğe benzemiyordu. Akademideki ordu yetkilileri kısa bir zaman içinde çok yol kat edecek olan fotoğraf bilimini sonunda ciddiye almaya başladılar. Savaş alanlarının doğru dürüst yapılmış haritalarına ve ayrıntılı çizimlerine ihtiyaçları olduğundan, akademide ders vermek için tanınmış bir ressamı işe aldılar. Profesör, Lee'ye de Grant'e de çizim sanatı dersleri vermişti. Genç öğrenci bu profesörün derslerine daha önce hiçbir derse göstermediği bir ilgiyle giriyordu. Ayrıca bu ders O'nun akademik ortalamasını yükseltmek için de bir fırsat olmuştu. Genç öğrenciyi savaş alanı çizimleri ve haritalarının hazırlanması işi büyülemişti. Yaptığı topografik çalışma, gölgeleme, karalama gibi farklılıkların çizime aktarılmasına da yardım ediyordu. Miyop olmasına rağmen hızla ilerlemişti. Ayrıca bulabildiği zamanlarda figüratif çizimler de yapıyordu. Çalışmaları profesörün beğenisini kazandığı için ona çizimlerini yapacağı özel bir oda verdiler. Avrupa'da görmüş olduğu profesyonel stüdyolar gibiydi. Yüksek tavanlı, ışığı bol alan, geniş pencereli büyük bir odaydı. Odada ayrıca daha önceden profesörün kullandığı resim sehpası ve gerekli boyalarla vernik de vardı. Genç öğrenci kendini hiç hissetmediği kadar mutlu ve zinde hissediyordu. Spor faaliyetlerindeki beceriksizliği ve diğer derslerdeki ilgisizlik yerini resme verdiği ilgi ve bu alandaki gelişime bırakmıştı. West Point civarında gördüğü her şeyi çizmeye başlamıştı. Nöbet bekleyen, işini yaparken uyuyakalan öğrencileri ve subayları resmediyordu. Hudson Vadisi'ni de. Çizim yapmak için eline geçen her şeyi, çadır bezini, kağıt parçalarını, defter sayfalarını, ders kitaplarını ve bulabildiği zamanlarda da tuvali kullanıyordu. Çizim ve taslaklar içinde kendini kaybettiğinden sınıf derecesi gittikçe düşmeye başlamıştı. Cebir, İngilizce ve diğer derslerde neredeyse sınıf sonuncusuydu. Sırasında otururken diğer arkadaşlarından daha uzunca olan saçlarını elleriyle tarayıp öğretmenlerini sinir ederdi. Öğretmeni ile tartıştığı için kimyadan da kalmıştı. Derslerdeki durumunun dışında aldığı ihtarların sayısı Grant'inkini bile geçmişti. Yer ölçümü dersinden kaçıp uyumaya gitmişti. Yoklamalarda eğitmenlerinin bilgisi ya da izni olmadan ortadan kayboluyor, "yok" rapor ediliyordu. Derslerde küstah davranıyordu. Sonuç olarak ihtar sayısı 218'e çıkmıştı. Bu da üst sınırın 18 fazlasıydı ve okuldan atılmaya gerekçe oluşturuyordu. Atılgan ve cüretli karakterine uygun düşecek şekilde hemen Washington D.C.'ye, Savaş Bakanı olan Jefferson Davis'le okula geri alınmasını sağlamak için görüşmeye gitti. Ayrıca Denizcilik Bakanı'na da Annapolis'teki "Denizcilik Akademisi"ne kabul edilmesi için başvuruda bulundu. Kurallara aykırı olduğu için ve de yaş sınırı yüzünden Annapolis'e kabul edilmeyince askeri kariyerini noktaladı. Garip olan şu ki, hayatının geri kalanında West Point'teki günlerinden söz ederken hep mezun olmuş gibi konuşması, kovulmuş olduğunu hiçbir zaman ifade etmemesidir. 1850'lerde West Point'in kendisine çok yabancı olan dünyasına düşen genç öğrenci, Amerika'nın en ünlü, en önemli ressamlarından biri olan James Abbott McNeill Whistler'dı. Whistler hayatının geri kalanını Amerika'nın dışında geçirecekti. Hayatının uzun bir bölümünü İngiltere'de geçirdiği halde İngilizlerden nefret ederdi. Ülkelerinde kısa sürelerle kalabildiği halde Fransızları severdi. ABD'de kısa bir süre kalmış olsa da Amerika'nın en değerli ressamlarından biriydi. Portreler de dahil olmak üzere resim sanatına katkısı çok büyük olmuştur. Yaptığı resimlerden birkaçının adı "Whistler's Mother", "The White Girl", "The Music Room", "Nocturne in Blue and Gold", "Volpraise", "Arrangement in Black and White", "The Young American", "The Peacock Room"dur. En beğenilen manzara resimlerinde Thames Nehri kıyısını yansıtmıştır. Resmettiği konuyu sevmesi ve farklı zaman ve durumlarda resmetmesi dolayısıyla Thames Nehri'nin resmini en fazla yapan ressam olarak anılmaktadır. James McNeill Whistler'in hayatı üretken bir ressamın hayatından çok bir macera romanı gibidir. Londra ve Paris sosyetesinin üst tabakası arasına girmiş olması, dostlarını da düşmanlarını da artırmıştı. Erkek modasını belirleyen ve sosyete tarafından aranılan biri olduğu gibi aynı zamanda dönemin ileri gelenleriyle çatışmaya giren, dövüş ve düelloya eğilim gösteren ve hakkında birçok dava açılan biriydi. Aynı enerjiyi askeri kariyerine vermiş olsaydı herhalde döneminin ve İç Savaş'ın önemli isimleriyle –tabii ki Güney'in– bir arada anılırdı. Whistler, Şili ve Peru'nun İspanya'ya karşı 1866'da açtıkları savaşa katılmasını isteyen arkadaşlarına duraksamadan olumlu cevap vermişti. Belki de tıp okulu mezunu olan kardeşi Willie'nin İç Savaş'a katılmış ve birçok cephede cesaretini göstermiş olmasından dolayı kendini kötü hissediyordu. Hemen vasiyetini hazırladı ve aynı gece Southampton'a gitti. Diğer arkadaşlarının Kaliforniya'ya gittiğini düşünmelerini sağladı ama deniz yoluyla Panama'ya gitti. Oradan da Şili'ye gitmek ve eyleme katılmak için bir gemiye bindi. İspanya, eski kolonilerine karşı son kalan kuvvetiyle Cape Horn civarına ufak çaplı bir donanma göndermişti. Henüz kolonisi iken biriken borçlarını garantilemek için Peru'dan Chinclia Adaları'nı almıştı. Ardından Şili de Peru'ya katıldı ve böylece kendi topraklarını 31 Mart 1866'daki Valparaiso bombardımanına açmış oldu. Whistler, kişiliğine uygun bir şekilde Şili'ye varır varmaz cumhurbaşkanını aradığını ve O'na hizmete hazır olduğunu söylediğini iddia etmişti. Aynı günlerde, o sırada limanda olan İngiliz, Fransız, Amerikan ve Rus donanmaları hiçbir açıklama yapmaksızın sahneyi İspanyollara bırakmış, İspanyol donanması da şehri bombalamıştı. Bu sırada anlattığına göre, Whistler Şili'nin başkentinin güzel tepeleri üzerinde topladığı adamlarla at biniyormuş, oysa West Point'te at binme konusunda pek çabası olmamıştı. Şehre döndüğündeyse İspanyol denizcilerinin karaya çıkarak bombardımandan dolayı kentte çıkan yangınları söndürmeye yardım ettiklerini görmüştü. İşte Şili'de Whistler'in katıldığı eylemlerin, çatışmanın hepsi bu kadardı. Whistler, West Point yenilgisi ve yaralanmış Güneyli gururunun acısını hafifletmek için o kadar uzağa gitmişti. Yine de eski bir harp akademisi öğrencisi olarak değilse de bir ressam olarak kendini kabul ettirecek kadar Şili'de kalıp, birçok kara ve deniz manzarasını resmetti. "Whistler tekniği" adı verilen gölgeleme tekniğini kullandığı "The Morning After The Revolution Valparaiso" hala klasik eserlerden biri olarak anılır. Eski harp akademisi öğrencisi, şiddeti azalmakta olan savaşa bir daha katılmadı. Artık gerçek mesleğine karar vermiş ve iyi bir yer edinmişti. Amerikan göçmeniydi ama Victoria dönemi İngilteresi'nin kuşkusuz en önemli ressamıydı. Biyografisini yazan Stanley Weintraub'un sözlerini aktaracak olursak: "Herhangi bir insani çıkarın dışında formların ve renklerin düzenlenmesinin bir estetik tatmin duygusu yaratacağını göstermiş ve resim sanatının yeni yüzyıla yenilenmiş bir şekilde girmesini sağlamıştır."

James Abbott McNeill Whistler - Boston




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5768869
Online Ziyaretçi Sayısı:17
Bugünlük Ziyaret :763

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.