01.06.1987 / Onur Akdoğu - Bolahenk Düzenin Sakıncaları Mansur Düzenin Yararları


     Türk müziğinde bugün kullanılan bolahenk düzenin, 440 frekanslı “la” sesinin “re” olarak kabul edilmesiyle oluştuğu, hepimizin bildiği bir gerçektir. İşte; Türk müziğinde yıllardır süregelmiş bu işlemin, hiçbir olumlu temele dayanmadığını burada itiraf etmek yanlış olmaz.


     Bilindiği gibi "Bolahenk Düzen" şeklinin kullanılması ve benimsenmesi; çalgılarımızda kullandığımız tellerin, "la""la" olarak çekersek, yani "Mansur Düzeni" kullanırsak, "kopacağı"nı söyleyebilecek kadar "bilinçsiz" kişilerin çokluğundan tutun da, alışkanlığında kötü de olsa vazgeçmeyen tutucu düşüncelerin müziğimizde bunca yıl etkin olmasına kadar türlü ve saçma-sapan nedenler sonucu olmuştur.


     Oysa, "Bolahenk Düzen"in sakıncaları sayılamayacak kadar çoktur. Önemli bir-ikisini sıralayacak olursak:


     1. Bu düzenin kullanılması sonucu; insan seslerini genişlik ve tınılarına göre sınıflandıramayışımız, dolayısıyla, yalnızca bize özgü "bir sesten, dört sesten, beş sesten" çalma gibi tümüyle uydurma kavramların müziğimize girmiş olması,


     2. Dolayısıyla "şu çalgı" veya "şu ses için eser yazma" geleneğinin müziğimize girememiş olması,


     3. En önemlisi de; bunca savaşım verdiğimiz "müzikte çağdaşlaşmanın" karşısına, bir Batı müziği ve bir Türk müziği müzisyeninin yanyana geldiğinde, "aktarma" (transpoze) yapmadan aynı eseri çalamadığını ve bunun nedeninin de "Bolahenk Düzen" olduğunu bile bile, bu düzeni savunmanın, müziğimizin etrafını "ezgisel abluka" olarak saran çağ dışılığı ayakta tutması, beslemesidir.


     Bütün bu sakıncaların ortadan kalkması, ancak, tüm çağdaş ulusların kabul etmiş olduğu 440 frekanslı "la""la" olarak kabul etmemiz, yani "Mansur Düzen"i benimseyip, uygulamaya koymamızla mümkün olabilir.


     Bunun için ne yapılmalıdır?


     Yapılacak ilk iş, "Mansur Düzen"in benimsenmesidir. Bu düzeni uygulama fikri benimsendikten sonra ise, daha çok bestecileri ve ardından icracıları ilgilendiren bir geçiş süreci karşımıza çıkacaktır.


     Bu sürecin aşamalarını şu şekilde sıralamak mümkün olabilir:


     1. Çalan kişi, çalgısının tellerini yeni bir sese eşleştirme, dolayısıyla telin kopması gibi bir sorunla kesinlikle karşı karşıya değildir. Yapılacak tek şey, bugüne değin "Re" olarak bildiğimiz sese veya tele "La" diyebilecek iradeye sahip olmaktır. Ki bizler, bir sesten, dört sesten çalarken bu işi zaman zaman yapıyoruz. Örneğin, udu ele alacak olursak; bugüne değin "sol-re-la-mi-si-fa" olarak kabul edilen telleri bu kez, "re-la-mi-si-fa-do" olarak kabul etmektir. Yani adlandırmada, şekilsel bir değişiklik vardır. Ne ses değişmesi, ne de seslerin dizek üzerindeki yerlerinin değişmesi söz konusu değildir.


     2. Makamlar için iki seçenek karşımıza çıkmaktadır: Ya makamlar şekilsel olarak aynı bırakılacak, dolayısıyla bugüne kadar yazılmış tüm kitaplar ve yayınlar geçerliliğini sürdürecekler ya da makamları da şekilsel değişikliğe uğratarak, sesleri, asıl tınladıkları yere aktaracağız.


     Aslında, aktarma en sağlıklı yoldur. Örneğin, rast makamında durak olarak kabul ettiğimiz "sol" (rast) sesi, batıdaki "re" sesiyle aynı tınlar. Bu durumda "Rast Makamı""sol" sesi yerine "re" sesi üzerinde yazarsak, makam tınlayış olarak aynı kalacak, yalnızca şekilsel değişikliğe uğramış olacaktır. Bütün sorun, "rast" denilince "sol sesi" üzerinde dizi düşünmek yerine, aynı diziyi "re sesi" üzerinde de düşünebilmek ve yazabilmektir. Bu da gözde fazla büyütülmesi gereken bir sorun değildir. Kuşkusuz ki, böyle bir durumda eskiden yazılmış tüm kitaplar, yeniden ve "Mansur Düzeni"ne göre süratle yazılmalıdır.


     3. Seslerin adlarının değişip, değişmemesi de iki ayrı seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani; "sol" sesine ya yine "rast" diyeceğiz ya da tınlamayı ve makamsal dokuları gözönüne alarak, "re" sesine "rast" diyeceğiz ve bu sesten sonra gelen sesleri de bilinen sıraya göre adlandıracağız. Aslında "sol" sesinin "rast" olup, "la" sesinin de ikinci yer anlamına gelen "dügah" olması mantıklı değildir. Çünkü "rast" birinci yer değildir. Bilindiği gibi birinci yer "yegah" sözüyle ifade edilir. Bu durumda da "rast"ın yeni yeri olan "re" sesine "yegah" dememiz ve ondan sonra gelen sesleri de "dügah", "segah" olarak adlandırmamız mantıklı olacaktır.


     4. Bütün bunların dışında; insan seslerini ve çalgılarımızı ses genişliklerine ve tınılarına göre ayırarak her insan sesi ve çalgı için ayrı notalama yapmak gerekecektir. Zaten, en sağlıklı yol da budur. Bariton veya bas bir sesin tenor ses genişliğini içeren bir eseri okuması gibi gülünç ve mantıksız bir davranış da "Mansur Düzen"e geçilmesiyle ortadan kalkacaktır.


     Kuşkusuz bütün bunlar basit, ama basit olduğu ölçüde, bildirimin başında da anlattığım nedenlerle uygulaması güçtür. Çünkü uygulamada birçok tepki ve dudak bükmeyle karşılaşma olasılığı oldukça fazladır. Ama, gerçekleşmesi olanaksız da değildir. Burada; benim anlayışıma göre bütün sorumluluk "İstanbul" ve "İzmir Türk Müziği Konservatuvarları" ile "TRT" ye düşmektedir. Bu üç kurum tarafından ortaklaşa oluşturulacak bir bilim kurulunda "Mansur Düzen"e geçme kararı alınıp, uygulamaya yönelik tüm etkinliklerin Türkiye’deki Türk müziği eğitim kurumlarına yansıtılması, "Bolahenk Düzen"de yazılıp çizilenlerin tümünün yanlış kabul edilmesi, Türk müziğinin çağdaş bir platforma oturmasını akıl almaz bir süratle gerçekleştirecektir. Buna yürekten inanıyorum.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5795297
Online Ziyaretçi Sayısı:28
Bugünlük Ziyaret :1103

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.