Günümüz Türkiyesi'nde Toplumun Müzik Anlayışı ve Bir Paradoks

"Sanatın Yaşamsal Bir Zorunluluğu Olarak Sosyalleşirken

Estetik Değer ve Etkilerinden Ödün Vermesi" 

 

Türkiye Estetik Kongresi
"Türkiye'de Estetik"
22–24 Kasım 2006 / Ankara

 

Düzenleyenler:
ODTÜ Felsefe Bölümü,
ODTÜ Mimarlık Fakültesi,
ODTÜ Güzel Sanatlar ve Müzik Bölümü
ve SANART

Yrd. Doç. Gülay KARAMAHMUTOĞLU
İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı

_____________________________________________________________________

     Özet

     Bir toplumun kültürü, sanat eserinde kendi somut biçimini bulur. Bu nedenle sanat eserleri ulusların düşün hayatının görülür anıtları oldukları gibi, bir ülkede yaşayan toplum varlığının da inkâr edilemeyecek birer kanıtı olarak karşımıza çıkarlar.

     Hızla gelişen teknolojik yenilikler, sanatı ve her sanat dalını olduğu kadar müziği de etkilemiştir. Bu yenilikler sāyesinde bugün klasik beste(leme) ve müzik yapma biçimi dāhi değişmiş; hâttā herkes için kolaylaşmıştır.

     Ticārî değerlerle sanatsal değerlerin kasten olmasa da birbirine karıştırıldığı günümüzde sanat, ticārî değerinin sıkça vurgulanması ve toplumdaki mutlu, zengin bir azınlığın eğlence, diğerlerinin ise günlük sıkıntılarından kurtulabilmesini sağlayan anlık bir rahatlama aracı haline gelmiştir. Sıradan olanın içine girerek benzersizliğini yitiren sanat, böylece bir tür toplumsal sermayeye dönüşmüştür.

     Korunabilmesi için büyük ölçüde topluma mal olmak zorunda olan sanatın böylece sosyalleşmek (bir bakıma kurumsallaşmak) adına estetik değer ve etkilerinden ödün verdiği görülür ki, bu bir paradokstur. Yaşamı boyunca her dāim insanla birlikte oluşu nedeniyle diğer sanatlardan ayrılan müzik, günümüzde bundan en çok nasîbini almış sanat dallarının başında gelmektedir.

     Bu bildiride genel bir bakış açısı ile ülkemizdeki müzik anlayışı ve beğenisinde tespît edilen sorunlar ele alınarak, söz konusu paradoks çerçevesinde incelenip sorgulanmaya çalışılacaktır.

Anahtar Sözcükler:
Sanatın sosyalleşmesi,
Estetik ve Estetik değer,
Sanatın estetik değeri ve etkileri,
Günümüz Türkiyesi'nde toplumun müzik anlayışı.

 

Günümüz Türkiyesi'nde Toplumun Müzik Anlayışı
ve Bir Paradoks

"Sanatın Yaşamsal Bir Zorunluluğu Olarak Sosyalleşirken Estetik Değer ve Etkilerinden Ödün Vermesi"

     Giriş

     Her yeni iletişim yolu bir toplumun kültüründe değiştirici bir rol oynamıştır ki, matbaanın icādı buna güzel bir örnektir. Böylece bilginin dolaysız aktarımı, öğretmen(üstat)-öğrenci arasında yer alan insānî ilişki, (diğerine göre daha soyut ve soğuk olmasına karşın) kitap sayfalarının lehine ortadan kalkmıştır. Pek çok eğitimci, sosyolog ve yazar "Gutenberg Galaksisi"nin bugün, kitlesel bilgi dağıtım yollarının yāni "radyo–sinema–televizyon–video"nun saldırısına uğrayarak can çekişmekte olduğu konusunda fikir birliği içerisindedirler. Aynı kitle iletişim araçlarının, (özellikle besteci-yorumcu-dinleyici ilişkisi bağlamında) müzik üzerine de benzer bir etkisinden söz etmek mümkündür.

     Hızla gelişen teknolojik yenilikler, sanatı ve her sanat dalını olduğu kadar müziği de etkilemeye devam etmektedir. Bu yenilikler sāyesinde bugün klasik beste(leme) ve müzik yapma biçimi dāhi değişmiş; hâttā herkes için kolaylaşmıştır.

     Ticārî değerlerle sanatsal değerlerin kasten olmasa da birbirine karıştırıldığı günümüzde, sanat, ticārî değerinin sıkça vurgulanması ve toplumdaki mutlu, zengin bir azınlığın eğlencesi, diğerlerinin ise günlük sıkıntılarından kurtulabilmesi için, anlık bir rahatlama aracı hāline gelmiştir. Böylece sanat, sıradan olanın içine girerek benzersizliğini yitirmiş ve bir tür toplumsal sermayeye dönüşmüştür.

     1. Problem:

     Toplum ve bireyler arasında iki yönlü bir etkileşim ve iletişim vardır. Bireyler toplumun yapısal şekillenmesinde etkin bir rol oynarken, toplum da bireylerin kimlik oluşturma süreçlerinde etkin bir rol oynar. Kültür, bireyin dünyaya gelişinden başlayarak, yaşamı boyunca bilinçli ve/veya bilinçsiz edindiği, özümsediği bir bilgiler bütünüdür ve müzik de (tıpkı öteki sanat dalları gibi), kültürel bir dışavurum eylemidir.

     Birbirine çok benzeyen basit ezgi kalıplarından meydana gelmiş, müziksel, düşünsel, sözel açıdan pek fazla (hâttā hiç) bir anlamı olmayan, bu nedenle de üzerinde pek düşünmeye gerek duyulmadan, –kolay anlaşılabilirliğinden ötürü– toplum tarafından çabuk benimsenip aynı çabuklukta tüketilen müzik ürünlerinin (sanat yapıtı demek zor), günümüz koşullarında çeşitli kitle iletişim araçlarının geniş teknolojik olanaklarıyla bir takım kazanç sahipleri tarafından dayatılmasının nihāi bir sonucu olarak; bu "sözde" müzikler diğer bir deyişle "müziğimsi (şey)"lerin yol açtığı kalitesizlik ortamı müzikal–kültürel yozlaşmanın da ötesinde, toplumdaki entellektüel seviyenin hızla düşmesine yol açmaktadır.

     Görünen o ki, günümüzde amaç bir "sanat öncüsü" olmaktan ziyāde bir "medya sanatçısı" olmaktır yāni, daha çok kendilerini popülerleştirecek bir dinleyici (hayran) kitlesine sahip olarak hak ettikleri(ne inandıkları) üne kavuşmakla ilgilidirler. Bu düşünce onları bir sanatçı olmaktan çok, kendilerini ünlü yapan kitleyi (onların ilgisini kaybetmemek adına) eğlendirme işini üstlenen eğlendiriciler olmaya götürür ki, eğer salt bir eğlendirici olmayı kabul etmişlerse zāten artık kendileri de (kendi) hayran kitlesini eğlendirirken eğlenen ünlüler olmuşlardır (ama sanatçı kimlikleri acaba hâlâ devam etmekte midir?). Devamlı içli–dışlı olduğu medya tarafından, çarçabuk yetiştirilip geçici bir toplumsal olgu haline dönüştürülmüş bir sanatçıdırlar artık. Kitlelerin güncel mutsuzluklarını, sorunlarını kısa bir süreliğine ertelemeyi sağlayan, bir an için onları neşelendirme görevini üstlenmiş kişiler olmaktan öteye gidemezler.

     Kaprow'a göre, sanat ve yaşam rekābet hālindedir ve bir zamanlar sanat yaşamdan üstün bir konumda iken, bugünkü modern dönemde yaşam sanattan daha üstün bir konuma gelmiştir. Yaşamın sanata gālip gelişi sonucu, sanat yaşama katılmaya başlamıştır ve bu da dolaylı olarak, sanatın yaşam tarafından sömürgeleştirilmesine yol açmıştır/açmaktadır. Sanat, bir yerde yaşama teslim olmuş, günlük yaşamın fazlasıyla içerisine girmiş, bundan ötürü de sıradanlaşarak özgünlüğünü kaybetmiştir.

     Aslında, günümüzde sanatın insānî değerini bilmeye pek gerek kalmamış gibi görünmektedir, sanki sadece piyasadaki değerinin bilinmesi yeterlidir. Pazarlama, değerleri birbirine karıştırmış; dinleyici/müziksever artık bir ‘müşteri’ olmuştur. Ticārî saygınlık ile eleştirel dolayısı ile, "estetik saygınlık" kelimeleri bugün artık birbirinin yerine kullanılır olmuştur. Bunun nihāî bir sonucu olarak da güncel yaşam koşulları ve anlayışlar, sanatçıyı aynı zamanda bir "iş adamı" gibi düşünmek zorunda bırakmıştır: Ya eleştirel süreçten geçirilmiş, estetik değerlerinden ödün vermeden, oluşturulan yapıtlar, ya da günün koşullarında teknolojik olanakların sağladığı kolaylıklarla yapılan, çabuk tüketilebilir ticārî bir meta unsuru (müziğimsi şeyler) ürünler yapacaktır. Gerçek sanatçı için sorun tam da bu noktada kendini gösterir...

     2. Kapsam

     Müzik algısının temeli insanın doğasında yatar. Bunun tersi, tam zıttı bir diğer düşünce de, müziği algılama ve kavramanın temelde bir alışkanlık ürünü olduğu ve buna bağlı olarak müziğin yapısının kendi doğası ile iç içe geçmiş sonsuzluğa uzanan bir unsurken, müzik dinlemenin insanın kültürlenmesi ile yakın ilişki içinde tarihselleştirilebildiği fikridir.

     Her tarihsel dönemde "müzik" sözcüğüne farklı bir gerçeklik yüklenmiş ve aynı şekilde "müzik kültürü"ne farklı bir perspektiften bakılmıştır. Kültürel içeriğin, 'zaman' ve 'zemin' faktörlerinin etkisiyle çok renklilik göstermesinden ötürü, her çağın kendine özgü ve sosyal olarak meydana gelmiş bir "kültürel kimlik modeli" vardır. Bu açıdan (bir bakıma) müzikal kompozisyonu yönlendiren kurallar, büyük oranda kültürün ve aynı zamanda tarihsel sürecin ve (tarihsel) birikimin sonucudur. Ancak:

     Her sanat gibi bir gerçeklik görünüşü olan müzik, görünüş değil de gerçekliğin kendisi olunca, o artık ideoloji olur, ideoloji olarak, toplumsal yanlış bilincin kaynağı olarak müzik, işlevsel müziktir. Bu durum müziğin kendisini toplumda kullandırması durumudur. O zaman müzik toplumsal olmaz. Ancak toplumsal eğilim, müzikte yankılanınca, müzik toplumsallaşır.1

     Günümüzde müzik, "söz ve görüntü uygarlığı"nın engellenemez yükselişine teslim olmuşa benzemektedir. Bugün müzik (hâttā tüm sanat dalları), doğası ve yaşamda üstelendiği rol üzerine, bir kendini sorgulama sürecinden geçmektedir. Artık eskisi gibi beste(leme) yapılmamaktadır; müzik eskisi gibi sadece konser (salonu) ortamında dinleyiciye ulaşmamaktadır. Müzik bir süredir kendini kendi dışında aramakta; resim ve edebiyat, dahası video klip gibi diğer ifāde biçimlerinin özgül olanaklarından yararlanmakta, ama aynı zamanda bilgisayar kullanımından, imgelem ve beste-icrā için yeni bir alan yaratılmasına kadar uzanan özel teknikleri de araştırarak kullanmayı sürdürmektedir.

     2. a) 'Sözde' Müzikler: "Müziğimsi (şey)"ler

     Geleneksel tarzları temsil eden, eleştirmenler tarafından benimsenmiş, eğitim kurumlarında da öğretilen, bestecinin üslûbu kadar müziğin içeriğine de duyarlı olan dinleyicilere yönelik yerleşmiş bir "salon (konser) müziği" vardır. Buna paralel olarak tüketim toplumunun popüler kültürü ve ideolojisi üzerine kurulmuş, müziği andıran "müziğimsi (şey)" de denilebilecek bir başka müzik daha vardır… Bu müzik, eğlenmek (ancak, düşünmeden, anlamsızca eğlenmek) ve güncel bunalımlardan kaçıp kurtulmak için, günlük sorunların klişeleşmiş nakaratlarda dile getirildiği, nispeten propagandist, basit melodilerin iki-üç kereden fazla tekrarlanmasıyla meydana gelmiş, güftenin ve güftede yer alan anlamın (eğer varsa tabii) ağırlıklı olduğu, görsellikle bütünlenen bir tür şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Basit sözel bir yapıdaki, ritim ağırlıklı ve ezgisel kurgusu (oldukça) zayıf bu müzik, görsel öğelerle zenginleştirilerek "seyirlik unsur" hāline getirilmiş ve televizyon, hâttā internet –dahası video kaset, VCD, DVD– aracılığı ile geniş bir dinleyici kitlesine ucuza mutlu olma (halk dilinde 'deşarj olma') ve eğlenme olanağı sunmaktadır.

     2. b) Görsel İletişim Araçlarının Müziğe Etkileri ve Konser (Salonu) Ortamında Müzik

     Televizyonla ilgili en yaygın eleştiri, düşünceyi standartlaştırması, dahası bireyi düşünme yetisinden uzaklaştırarak hayal gücünü öldürmesi üzerinedir. Klasik bir konser salonunda paylaşılan müzikal kompozisyondaki ezgisel bütünlük, zenginlik icrācı(lar)dan dinleyicilere değişen, çeşitlenen eleştirel öğeleri de içeren zengin duygu(lanım)lar uyandırır; konser ortamındaki (konser salonundaki) sinerji, televizyonda toplumun kültürlenmesine yardımcı olacağı düşüncesiyle yayınlanan konser kayıtlarında yoktur. Televizyon ya da konserin görsel kaydının bulunduğu herhangi bir kayıt, dinleyiciye daha doğrusu izleyiciye tek bir görünüm sunar, kameranın ve (ses-görüntü) kayıt cihazının yakaladığını...

     Konser salonunda ise, icrācı-dinleyici arasında yaşanan eleştirel bakış açısı ve yorumla müzik yapıtı ādetā tekrar ortaya çıkarılmakta, "yaratma edimi", besteci–icrācı–dinleyici üçgeninde (paylaşılarak) devam etmektedir. Yapıtın müziksel anlamının ortaya çıkarılışında televizyon, video...vb. dinleyicisi (aslında seyircisi demek daha doğru olacak) edilgen bir tutum sergilerken, konser salonundaki dinleyici tamamen etkin bir durum sergilemektedir. Aynı şekilde yapıtı seslendiren sanatçı(lar) da, orada var olan etkin dinleyici topluluğu ile birlikte, her konserde yeniden ve farklı bir yorumla bu "yaratma edimi"ne etkin olarak katılmaktadır. Oysa, bir konser kaydı ile dinleyiciye (aslında seyirciye), kameranın çekimlerinin yansıtmak istediği şekilde ve yansıtabildiği ölçüde çekimi yapılan konser ānındaki –aslında bir çeşit imâl edilmiş/üretilmiş– (hazır) anlam dayatılmaktadır. İcrācı ile birlikte yapıtın anlamının ortaya çıkarılışına katılan etkin dinleyicinin aksine, edilgen televizyon-video izleyicisi (dinleyicisi değil!), önceden imâl edilmiş bir anlamı izlemektedir.

     Aynanın diğer yüzünden bakılınca, dikkatten kaçırılmaması gereken önemli bir nokta vardır ki, o da bir müzik yapıtının televizyon–video çekimine uyarlanmasının, özellikle bilinçli ve örgütlü bir yayın ve tanıtım kampanyası ile birlikte yürütüldüğünde, (belki de bir süre) dinleyicinin ilgisine uzak kalmış bir yapıtın keşfedilmesine, dolayısı ile hem yapıtın hem de bestecisinin yeniden kendini göstermesine yardım edebilmektedir. Bu önemli noktadan hareketle, (tüm belirtilen özürlerine karşın) televizyon aracılığıyla geniş bir kitleye ulaştırılmaya çalışılan klasik konser programlarının yayınlanmasındaki amaç, toplumun kültürlenmesidir ve bu yolla (az da olsa) istenilen amaca ulaşılabildiği göz ardı edilemez bir gerçektir.

     Çokkültürlü ve çokdilli toplumların ortaya çıktığı beşerî ve siyāsal karışımlar, kitlesel basın yayın organları tarafından hızlandırılan davranışlardaki standartlaşma, bireylerin yetişmesinde bilimsel ve teknolojik öğretilerin gitgide artan önemi, Üçüncü ve Dördüncü Dünya İnsanının hayatta kalma endişeleri, her tür denetimden kaçan ve evrensel olarak benimsenmiş hiçbir değere bel bağlamayan insanlık kaderinin karşısında hissedilen yaygın sıkıntılar, bütün bu altüst oluşlar eşliğinde müziği, "estetik kaygı taşıyan bir anlatımın konusu" olarak ele almak hâlâ mümkün müdür ya da ne derece mümkündür?

     Günümüz koşullarında bir besteci her şeyden önce güç bir seçim yapmak zorundadır: Ya yalnız āit olduğu toplulukça (ki, sanatı 'sanat' olarak alımlayan ve değerlendirebilen bu toplulukta bulunanların sayısı oldukça azdır) anlaşılmak ve dinlenmekle yetinmek, ya da eğitimini aldığı, inandığı estetik değerlerden ödün vermek pahasına, herkes tarafından tanınmak, biraz da para kazanmak için toplumun çoğunluğuna hitāp ederek alkışlanmak, ün yapmak, müziği ve sanatını ticārî meta olarak kabul etmeyi içine sindir(ebil)mek (ki, sanatın estetik kaygı ve amaçlar dışında başka amaçlara bağımlı olduğunda, en kötüsü de sığ sloganlara teslim olduğunda, yaratıcılığın kısırlaştığı sonucunu bildiği hâlde!)...

     Bestecinin içine düştüğü bu ikilemin, onu ve sanatını, dolayısı ile müzik sanatını bir kriz ortamına ittiği yadsınamaz. Gelişen teknolojinin insanlığa sağladığı faydaların yanında özellikle sanatta herşeyin kolaylaşarak zanaatleşmesi sorunu ile birlikte bugün, karşımıza sanatımsı ve müziğimsi örnekler bolca çıkmakta, giderek en karşıt düşüncedeki kişilerin bile gözleri, kulakları buna alışmaktadır.

     2. c) Sanatçı (Besteci–İcrācı) ve Toplum

     Sanatçının yapıtını gerçekleştirmek için verdiği mücādele bir dizi çabadan, acı, mutluluk, kabul ve reddedişlerden oluşur; bu süreç bilişsel, duygusal, irādî bir süreçtir. Diğer bir deyişle sanatçının kendi algılamaları ve duygularını, düşüncelerini baştan başa gözden geçirip kendini, sanatı ve yapıtında ortaya koymasıdır. Sanatçı "toplum tarafından yaşadığı dönemde ve sonraki kuşaklar tarafından onaylanma, kabul edilme" umudu içerisinde sanatını ortaya koyar, koymalıdır da çünkü bu aynı zamanda onun bir gereksinimidir.

     Sanatçı toplumsal olmayan özüne dönerek, var oluşundaki özgünlüğü yaşayabilmeli, bireyselliğini ortaya koyabilmelidir. Ancak bu şekilde yaratıcı olmayan bir toplumda, yaratıcı bir şekilde yaşayabilir, yaşamına devam edebilir. Estetik deneyim olmadan sanattan bahsedilemez ve sanatçı, estetik özerklik sahibi olmadan sanatında kişisel özerkliğine kavuşamaz.

     İnsanın özünde hem toplumsal olan hem de toplumsal olmayan yani bireysel yönler vardır ve bu bakımdan sanatçı, sanatı ile varolmaya çalışırken, bu varoluşta hem sanatçı, hem sanat en önemli paradoksu ile karşı karşıya kalmaktadır: Toplumsal rol önem kazandıkça bireysel rolden, bireysel rol önem kazandıkça da toplumsal rolden ödün vermek zorunluluğu...

     2. d) Müziksever / Dinleyici

     Dinleyicinin görevi, yapıtın estetik ölçülere göre ağırlığını, değerini saptamaktır. Dinleyici yapıtın içsel niteliklerini, ortaya çıkarıp yorumlayarak yapıtın dış dünya ile bağlantısını sağlama yoluyla sanatçının yaratma edimine katılmış olur.

     Dinleyici yapıtı her dinleyişinde, ona yeni bir eleştirel yaklaşımda bulunarak yeni bir yorum getirebilmektedir. Eserin her dinlenişi ile yaratma edimi yeniden gerçekleşmekte, yaratım süreci dinleyici–yorumcu ve besteci arasında bu şekilde devam etmektedir. Oysa, günümüzde kitle iletişiminin bir sonucu olarak, dinleyici müziği duymakla birlikte, dinlememektedir yani, dinleyici daha çok görsellikle zenginleştirilmiş, ticārî tüketim aracı (bir meta) hāline getirilmiş, sıradan sığ müziklerle etkin dinleme yetisini yitirmiş durumdadır. Çünkü görsel bir şölenle hazırlanmış 'müziğimsi (şey)'ler sonucunda müzik, kendi başına taşıdığı anlamı ve o anlamı ifāde gücünü yitirerek “destekleyici bir yan öğe” hāline gelmiştir. Bu, kitle iletişiminde yaşanan gelişmenin toplum üzerine yansıyan bir izdüşümünden başka bir şey değildir. Toplum artık müziği duymakta ama dinlememektedir, çünkü daha çok seyretmektedir ve giderek bu bir alışkanlık hālini aldığından, "daha yoğun ve gerçek müzik"ler, kolaya (müziğimsi şeylere) alışmış bireyleri yorduğu için rağbet görmemektedir.

     3. Kavramsal Çerçeve

     3. a) Estetik Deneyim

     Estetik deneyim, aslında bugünün koşullarında, (ne yazık ki) çoktan bir kenara atılmış gibi görünmektedir. Sanatçı, ciddî bir biçimde, 'toplumun gündelik değerlerinin (istekli) temsilcisi' hāline gelmiştir. Sanatçının ve dolayısı ile sanatın bu şekilde kendine yabancılaşmasının bir sonucu olarak, sanat hem estetik amacını hem gücünü yitirerek "toplumsal āidiyet"in bir simgesine dönüşmüştür. Estetik deneyim sāyesinde toplumsal kimliğin yerleşmiş bir şey, bireyin bir yazgısı ve varoluşun tek unsuru olmadığı fark edilir. Toplumsal kimlik bireyselliğin kaynağı değildir, olamaz da; çünkü bireyselliği engeller. Bu bakımdan estetik deneyim, bireyin toplumsal varlığının sürekliliği için gerekli olan "zorunlu davranışlar"a itilerek, yitirmiş olduğu bireysellik ve gerçeklik duygusunu keşfetmesini sağlar.

     Estetik deneyim, toplum içinde paradoksal bir biçimde, "(toplumsal-topluma āit) gerçekliğin eleştirel açıdan sınanması" yolunda öncülük yapar.

     3. b) Günümüzde Sanat "Yüksek Sanat" Anlayışına Genel Bakış

     Eric Fromm'un da belirttiği üzere: "Modern çağda baskın olan anlayış… pazarlama yönelişidir"2 ve yine Fromm'un vurguladığı gibi, yeni bir piyasa gelişmiştir: 'Kişilik piyasası…' Hem kişilik piyasasında hem de meta piyasasında değerlendirme ilkesi aynıdır: Birinde kişilikler satışa çıkarılır, diğerinde ise mallar satışa çıkarılır. Her iki durumda da değer, değişim değeridir ve kullanım değeri, değişim değeri için gereklidir, ama yeterli değildir…. Ne var ki, başarının koşulu olarak yeteneğin ve kişiliğin göreli ağırlığı sorgulanacak olursa, başarının yalnızca istisnāî durumlarda yeteneğin ve dürüstlük, terbiye, doğruluk gibi insansal niteliklerin bir sonucu olduğu görülür. Başarı, büyük ölçüde bir kişinin piyasada kendini ne kadar iyi sattığına/pazarladığına, kişiliğini karşıya ne kadar iyi yansıtabildiğine, 'ambalaj'ının ne kadar güzel olduğuna bağlıdır.3 Kişi kendini "hem satıcı, hem de satılacak meta" olarak görür4, kendi değerini bir yerde değişim değerine kurban eder.

     "Günümüzde "yüksek sanat" terimini kullanmak, seçkinci, dışlayıcı, erişilmez, günlük olgulardan farklı, (bu yüzden de) kendi kendine ayrıcalık tanıyan bir olgudan ve günlük yaşamın amacının dışında kalan bir şeyden söz etmek anlamına"5 gelmektedir. Sırf eşsiz ve daha yüksek bir deneyim gibi görünmesi ve herkesin talebine cevap vermemesi –yani sanatın kültürel mağazasında satılık olmaması ve bu yönüyle paha biçilmez ve bünyesinde "pazarlanabilirlik" barındırmayan bir şey olması– nedeniyle yüksek sanat ifādesi, toplumsal ve politik açıdan sakınca teşkil eder ve herşeyden önce ortak bir deneyim olmamasından ötürü toplumsal demokratikleşme içermez. 

     'Yüksek Sanat' toplumun büyük bir kısmını oluşturan yaşamın günlük sıkıntıları altında ezilerek hayatına devam etmeye çalışan mutsuz çoğunluğa pek bir şey ifāde etmez; o daha çok toplumun diğer tarafında yer alan az sayıdaki mutlu azınlığa hitāp eder. Yüksek sanat mutsuz çoğunluğun günlük yaşamlarında karşılaştıkları insan, mekân ve olayları anlamalarına yardım edemeyecek kadar çapraşık bir yapıdadır. İyi de bu durumda, yüksek sanatın içerdiği incelik ve zarafet, günlük yaşamın yoğun ve sığ, eyleme yönelik, çaba gerektiren, bunalımlarla dolu dünyasında ne işe yarar, ne gibi bir işleve sahiptir? Peki ya yüksek sanatın sunduğu iddia edilen "estetik deneyim"in –yani günlük deneyimin zıttı olan, yüksek deneyim denen şeyin- günlük yaşam açısından ne gibi bir önemi vardır?6

     Bu düşüncelerin bir neticesi olarak, gerçek sanatın karşısında, sanatın yaşama karışımı sonucunda sıradanlaşarak toplumsal yığına mal olan, başlı başına bir "sanayi" tarafından üretilen popüler kültüre āit (onun bir ürünü olan) müzik yer almaktadır. Genç nüfusun kolayca ulaşabildiği ve anlayabildiği, daha doğrusu bir anlamlandırma gereksinimi duy(umsa)madan çabucak tükettiği ticārî (meta) müzik, endüstriyel sistemdeki standartlaşmanın bir uzantısından, bir görüntüsünden başka bir şey değildir. Gelişmekte olan toplumlar tamamen bir sanayi ürünü müziğimsi şeylerden oluşan müzik kültürünün (egemen olma) tehdidi ile karşı karşıyadırlar.

     3. c) Dönüşüm: Sanatın bir 'meta' hāline gelmesi...

     Meta kimliği, estetik kimliğine tam bir üstünlük elde ettiğinde (yani tamamen ticārîleştiklerinde), sanat yapıtları gündelik ürünler hāline gelirler. Bunun bir sonucu olarak, popüler yapıta 'sanatsal eleştirellik'ten uzak bir anlayışla, estetik önem ve değer verilmeye başlanır. Böylece, "yaratıcı edim"in özünde yer alan, "estetik olgusu"ndan uzaklaşılmış olunur.

     "Ticārî değerler ile sanatsal değerlerin bilmeyerek de olsa, birbirine karıştırılması etik bir hatadır – bu da sanatın can çekişmekte olduğunun bir göstergesidir."7 Sanat topluma mal edilerek gizlice zehirlenmiştir; diğ er bir deyişle, ticārî değerine yapılan vurgu ve üst sınıfların eğlence aracı olarak görülmesi sanatı, ādetā bir tür toplumsal yatırıma dönüştürmüştür. Sanat sıradan olanın içine girerek, sıradanlaşmış ve benzersizliğini, özgünlüğünü yitirmiştir. Sanatçı olmak için bir "kavram"a sahip olunmasının yettiği inancı sanatı aşındırmıştır; söz konusu inanç, sanat kavramının da sanatçı kavramının da artık bilinen açık anlamını yitirdiğini gözler önüne serer. Biraz yetenek sahibi herkesin bir yer ya da şeyle ilgili olarak sahip olduğu gözde bir kavramı, inancı ve buna bağlı olarak da bir sloganı (zaten) bulunmaktadır. Bu nedenledir ki, az biraz yeteneği olan, –hâttā olmayanlar bile– günümüzde, medyanın da dayatması sonucu, kendisini sanatçı sanmaktadır. Mevcut müziğimsi şeylere (toplumu bilinçlendirmek adına!) taşımadıkları sanal anlamların yüklenmesi ile, "yüksek sanat" olmayan her (endüstriyel, ticārî) ürün, artık neredeyse "yüksek sanat" olarak kabul edilir hāle gelmiştir.

     Üst düzeyde (yāni gerçekten sanat olan) sanatın, popüler ve açıkça gösterilip popüler ticārî sanatın ise pan>yeni(likçi) bir üst düzey sanat olarak gösterilmeye çalışılarak aradaki farkın yok edilmesi sāyesinde her tür(!) sanat, topluma önemli görünmeye başlar ve sanat, eşi görülmedik (ve hiç de eleştirel olmayan) bir biçimde yaygınlaşır.

     Böylece sanatta ciddiyeti belirlemek için artık hiçbir ciddî kriter kalmadığından herkes kolaylıkla "ciddî sanatçı" hāline gelir. Artık sanat olanla, sanat olmayan yāni gerçek müzik ile müziğimsi şey birbirinden ayırt edilemez duruma gelmiştir.

n style="font-family: 'times new roman', times;">     Sanatçı olarak adlandırılmayı arzu edenlerin, edimlerinin ve düşüncelerinin bir kısmının ya da tamamının sanat olarak değerlendirilmesi için yapmaları gereken tek şey çevrelerine sanatsal açıdan bakmak(!) ve bunu açıklayarak çevrelerindeki insanları iknā etmek yāni, reklâm yapmaktır.

     Marshall McLuhan'ın belirttiği gibi acaba günümüzde "sanat, yutturulabilen şey"8 mi olmuştur? "Yapılan bu etkinlikler sanat olmayacak çünkü onlara çok fazla insan erişebilecek"9 demek yanlış mıdır?

     Sanat, saygınlığını, seçkinliğini, bireysellik ve özgünlüğünü, yaratma edimi sırasında geçirdiği zorlu aşamaları, derin ve kimi zaman gizemli (keşfedilmeyi bekleyen) anlamını, düşünsel yoğunluğunu yitirdiğinde, geriye sanat denilebilecek bir şey kalır mı? Ortaya çıkan ve bu özelliklerden uzak “şey”, sanatın her paylaşımında, tekrar tekrar yaşattığı o yaratıcı edim ve eleştirel düşünce yoğunluğunu yaşatabilir mi?

     Ciddî bir müzikseverin, bir müzik yapıtını estetik açıdan bir kez daha onaylaması demek, onu ādetā yeniden yaratması demektir ki, bu da sanatçının o yapıtı  yaratması ile aynı mānevî amaca yöneliktir. Yaratıcılık –yaratıcı edim–, üzerinde yaşadığımız dünyanın günlük bilincinden kaçmanın ve hâttā ondan tamamen kopmanın bir yoludur. Sanatçı, konusuyla bir yandan günlük olanın içinde yaşamını sürdürmekte öte yandan yapıtında, onu (gerçek yaşamda var olanı) estetik olarak yeniden yaratarak aşmaktadır.

     Mevcut sanat yapıtları(!), günlük yaşamın bir parçası oldukları yāni sıradanlaştıkları oranda insanlara güven vermekte ve çekici gelip sevilmektedir ki, bu da gündelik bilincin insan yaşamında tek geçerli bilinç olduğunu doğrulamaktadır. Günümüzde artık sanatçı, günlük yaşamın içinde eriyip neredeyse  yok olmuş, gündelik yaşamla bütünleşerek sıradanlaşmıştır. Sanat artık, 'estetik deneyim kaynağı' olarak ayrıcalıklı yerini kaybederek, salt eğlence ve maddî kültürün herhangi bir örneğinden ibāret kalmıştır. Yeniden yorumlanan klasik yapıtlar ile (ki burada belirli sanatsal kriterler kapsamında yer alanlardan bahsedilmediğini özellikle vurgulamak isterim), sanat kaçınılmaz bir şekilde günlük yaşamın içinde eriyerek bu duruma uyum sağlamış görünmektedir.

     4. Bulgular ve Yorum: Paradokslar...

     Paradoks:

     Sanat, korunmak, varlığını devam ettirebilmek için toplum tarafından kabul edilmeye dolayısı ile topluma mal edilmeye muhtaçtır; ne var ki kurumsallaşması yani, topluma mal edilerek sosyalleşmesi sonucunda sanatın estetik etkisi nötrleşmektedir. Korunabilmesi için büyük ölçüde topluma mal olmak zorunda olan sanatın böylece sosyalleşmek (bir bakıma kurumsallaşmak) adına estetik değer ve etkilerinden ödün verdiği görülür ki, bu bir paradokstur. Yaşamı boyunca her dāim insanla birlikte oluşu nedeniyle müzik, günümüzde bundan en çok nasîbini almış sanat dallarının başında gelmektedir. Sanatın bu paradoksundan türeyen, sanatçının karşılaştığı diğer iki paradoks daha karşımıza çıkar:

     4. a) Birinci Paradoks: Sanatçı estetik deneyim adına bireyselliği seçip toplumsal rolüne kayıtsız kaldığında toplumsal uyumsuzluğa yol açacak; diğer yandan toplumsal rolüne uygun olarak, toplumun daha çok eğlenceye yönelik olarak algıladığı genel sanatsal yaklaşıma uygun yapıtlar ortaya koyması durumunda ise, sanatta bozulmaya/yozlaşmaya yol açacaktır. Sanatçı, estetik deneyim ve bireysel sanatsal edim arzusu (ki, bu onun asıl hedefidir/hedefi olmalıdır) ile toplumda kendine bir yer edinmek, ve toplumsal rolünde ba şarılı olabilmek adına bireyselliğinden, dolayısı ile özgünlüğünden, estetik deneyimden kısaca sanatından vazgeçme gibi bir ikilem yaşamaktadır.

     Bu aynı zamanda sanatçının sanat adına bireyselliğini ortaya koyma yolunda toplumdan uzaklaşarak "toplumsallaşma ihtiyacı"ndan, toplumdaki genel sanat anlayışına uygun yapıtlar aracılığı ile "bireyselliği"nden ve sanatından ödün veriyor olması paradoksudur.

     4. b) İkinci Paradoks: Sanatçının sanatına günümüz şartlarında devam edebilmesi için maddî olanaklara ihtiyacı vardır; ancak bu olanakları sağlayabilmek için yine toplumun yaygın bir kesimi tarafından kabul gören eğlence kültürüne hizmet etmek, belki ilâhî amacı için bir süreliğine estetik ve sanatsal değerlerden ödün vermek zorunda kalacaktır. Ancak, bu belirli süreçte hedeflediği maddî birikime sahip olduğunda, artık kendi bireyselliğini ortaya koyacak, salt inandığı sanatsal değerlere hizmet edecek olsa da, bir zamanlar verdiği ödünlerin (bir bağlamda sanata ihanetinin) ezici etkilerinin iz düşümlerini ruhundan silemeyecektir.

     Sonuç ve Öneri(ler)

     Yaşamsal bir zorunluluğu olarak sosyalleşirken estetik değer ve etkilerinden ödün vermesi paradoksu, sanatın "sanat" olarak var oluşundan bu yana karşı karşıya kaldığı bir paradokstur ve tarihte, özellikle endüstri devriminden sonra olmak üzere, farklı dönemlerde kendini göstermiştir. Gelişen teknolojinin sağladığı kolaylıklar ve kitle iletişiminde yaşanan büyük ilerlemelerin sonucunda söz konusu paradoks günümüz sanatçısını ve toplumu daha çok ilgilendirmektedir. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler, her sanat dalını olduğu gibi müziği de olumlu olduğu kadar, belki daha çok olumsuz yönde etkilemiştir.

     "Fichte'ye göre insan, kendini gerçekleştirmek için sürekli yaratmak ve kurmak zorundadır. Yaratmayan, sadece yaşamın ve doğanın kendisine sundukları ile yetinen bir insan, ölü bir insandır."10 Gerek müzik ve gerekse diğer sanat yapıtları olsun, taşıdıkları anlam(lar)ı öyle kolayca ele vermezler; bu gizemin icrācı–dinleyici ortamında keşfedilmesi gerekir. Bu keşif, “yaratıcı edim”in besteci–icrācı–dinleyici üçgeninde yeniden gerçekleşerek sürmekte olduğunun bir göstergesidir. Dolayısı ile, müzik salt eğlence ve anlık bir zevk aracı değildir, o daha çok içeriğinde saklı anlamın keşfini bekleyen bir düşünce edimidir; belirli bir yoğunluk ve derinlik, bir çaba gerektirir.

     Müzik, gerçekliğin dönüşümlü bir yansısıdır, kendisi değil ve sadece kendi anlamını taşımalıdır. Derinliğin varlığı, müzikte toplumsal olanın etkisini yitirmesi anlamına gelir. Bu bakımdan besteci, toplumsallaşmak, toplumla anlaşmak adına, toplumla uyuşmayı kabul ederek, sanatının/müziğinin özgürlüğünden ve kendi sanatsal özerkliğinden vazgeçmemelidir.

     Sanatçının yüklendiği, unutmaması gereken sorumluluklarından biri de, insanın yaşamı boyunca edindiği deneyimleri, sanatı aracılığıyla yeniden canlandırarak tekrar insana sunmaktır. İnsanın yaşadığı deneyimleri ve yaşamı boyunca sahip olduğu bilgi birikimlerini, ortak ya da farklı duyumsamalarını zihinsel imbiğinden geçirerek kendine özgü yöntem ve araçları ile kendi perspektifinden tekrar insana aktarmaktadır. Başka bir deyişle, insanı insana anlatan kişi olarak sanatçı; aynı zamanda bir taşıyıcıdır da ama burada yorum yani, onun yorumu yer almaktadır.

     Sanatın, özellikle de müziğin, estetik değer ve etkilerini kaybetmeden toplumda yaygın bir kesim tarafından kabul görmesi ve bireylerin kaliteyi alımlama yetisine sahip olabilmesi için eğitim şarttır ve bu eğitim küçük büyük, toplumun her kesiminden bireyleri kapsamalıdır. Müzikten duyguları ifade etmesini, dramatik durumları aktarmasını, doğanın bir taklidi olmasını beklemek yerine, müziğin sadece kendini ifade etmesini beklemek, bu ifadeyi alımlayabilmenin öğrenilmesi bakımından çok önemlidir.

     Müziksever yani dinleyici, bir müzik yapıtı üzerinde bir yargıda bulunabilme hakkından çok, onunla ilk buluşmasından itibaren yapıtın olası kaderi hakkında yetke sahibi olabilir. Oysa, küreselleşme hareketinin, kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaşmasının bir iz düşümü olarak ülke genelinde, halkın da oylamalara katıldığı yurtdışından patentli çeşitli sanatsal yarışma programları düzenlenmektedir.

     Programlar esnasında, "müzik" adına yer yerinden oynamakta; "star" adayları, halktan daha çok oy alabilmek, daha ünlü olabilmek, birinciliğin getireceği konfor uğruna, tüm hünerlerini ortaya koymakta ve bu “sözde” müzik, adeta bir yüksek sanat gibi addedilmekte, dahası ekran başındakiler de öyle zannetmektedirler. Program sonunda, halkın oyu ile birinci seçilen kişi ise, daha ilk sene dolmadan –eğer sansasyonel, aykırı– bir harekette bulunmadıysa, yine halk tarafından çarçabuk tüketilerek unutulup gitmektedir. Bu, tüketim toplumunda müziğin dolayısı ile sanatın metalaşmasının en belirgin ve açık örneğidir.

     Günümüzde müzik, teknolojik ilerlemeler sayesinde mümkün olabilen her yolla yayılmaktadır (radyo–televizyon–kaset, video kaset–CD, DVD...) ve bu çok güzel bir şeydir ancak, dikkat edilmediği takdirde bu yolla müzik kendinde olandan uzaklaştırılabilmekte, eğlence kültürünün ham maddesi olarak tüketim ürünü haline gelebilmektedir ki, gelmiştir de...Bunun diğer bir özrü ise, gitgide yaygınlaşması ve kitlelere ulaşması sonucunda gerçek müziğin dahi tüketilebilmesi, en ilgili müzikseverde bile bir bıkkınlık ve ilgisizlik uyandırılabilecek olmasıdır. Kitle iletişiminin yaygınlaşması sonucu kültür emperyalizminin, toplumların "öz" kültürlerini ortadan kaldırarak bağımlı kılma çalışmaları, benzer pek çok ulus/toplumda olduğu gibi Türkiye’de de kültürel bir erozyon yaratarak "yozlaşma"ya neden olmaktadır. Kitle iletişimi ile oluşan kitle kültürü, toplumda homojen bir kültürün oluşumuna yol açarak, toplumların özgül değerlerini ortadan kaldırmaktadır.

     Bence burada, toplumdaki sorun, genel bir anlayış sorunu olarak, değerleri kavramak ve takdir edebilmek için geçerli bir sistem yaratılamamış olması, dahası kendiliğinden oluşabilecek az-çok bu tip sistemin de yine medya tarafından engellenmesi sorunudur. Kabul edilebilir olanla kabul edilemez olanı ayırt etmek, var olan değerleri sentezleyebilmek sorunudur. Müzik, sadece görsel efektlerle zenginleştirilmiş bir klip olmamalıdır, müzik sadece görsel anlamda yeterli çekiciliğe (güzel/yakışıklı, genç) ve sansasyonel bir hayata sahip az-biraz yetenekli, hâttâ yeteneksiz kişilerin lanse ettiği, yenilik adına toplumun dikkatini çekebilmek için durmadan bir takım tuhaflıklarla bezenmiş bir tüketim malzemesi olmamalıdır.

     Günümüz koşullarında sanat, sosyalleşme sürecinde, ister istemez estetik değer erozyonuna uğramakta; bunun etkilerine karşı ne kadar dirense de kendini kurtaramamaktadır. Buna rağmen gerçek müziğin/sanatın ve gerçek sanatçının daha çok sosyalleşmesi ancak, sosyalleşirken bireysel yaratıcılığının özgün temellerinden asla ödün vermemesi, romantik bir söylemle idealist olması gerekmektedir.

     Kaynaklar:
     Dellaloğlu, F. Besim; "Romantik Muamma", Bağlam Theoria Dizisi-3, İstanbul. 2002.
     Edman, Irwin; "Sanat ve İnsan" (çeviren: Turhan Oğuzhan), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Batı Klasikleri:79, İstanbul1991.
     Eriç, Murat; "Kültür ve Yaratıcılık: Düşünce, Bilim ve Sanatta ortak payda", Kazancı Yayınları No:161, İstanbul 1998.
     Fubini, Enrico; "Müzikte Estetik (Estetica della musica)", (Türkçesi: Fırat Genç), Dost Kitabevi Yayınları, 1.Baskı, Ankara 2006.
     Kuspit, Donald; "Sanatın Sonu (The End of Art)", (çev.: Yasemin Tezgiden), Metis Yayınları, 1. Basım, İstanbul 2006.
     Oskay, Ünsal; "Müzik ve Yabancılaşma", Der Yayınları: 154, 3.Basım, İstanbul 2001.
     Özkaya, Serkan; "Sanatta Deha ve Yaratıcılık", Pan Yayıncılık, İstanbul 2000.
     Soykan, Ömer Naci; "Müziksel Dünya Ütopyasında Adorno ile Bir Yolculuk", Bulut Yayınları, Felsefe Dizisi, İstanbul 2000.
     Stravinsky, Igor; "Sanatın Poetikası", (çeviren: Cem Taylan), 1. Basım, Pan Yayıncılık, İstanbul 2000.
     Timuçin, Afşar; "Estetik", Bulut Yayınları, Felsefe Dizisi, 7. Baskı, 2005.
     Timuçin, Afşar; "Estetik Bakış", Bulut Yayınları, Felsefe Dizisi, 2005.

     Gülay Karamahmutoğlu
     İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı
     (Yrd. Doç.)



    [1] Ömer Naci Soykan; “Müziksel Dünya Ütopyasında Adorno ile Bir Yolculuk”, Bulut Yayınları, Felsefe Dizisi, İst. 2000. s.76.

    [2] Eric Fromm; Man for Himself. An Inqury into the Psychology of Ethics, New York: Henry Holt, 1947, s.67.

    [3] A.g.e. s.69-70.

    [4] A.g.e. s.70.

    [5] Donald Kuspit; Sanatın Sonu,  Metis Yayınları, 1. Basım, İst. 2006, s.18.

    [6] A.g.e. s.18.

    [7] Donald Kuspit; Sanatın Sonu,  Metis Yayınları, 1. Basım, İst. 2006, s.

    [8] Allan Kaprow; Essays on the Blurring of Art and Life, Berkeley: University of California Press, 1993, s.103.

    [9] A.g.e. s.109.

    [10] Besim F. Dellaloğlu, Romantik Muamma, Bağlam Theoria Dizisi-3, İst. 2002, s.35.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767195
Online Ziyaretçi Sayısı:17
Bugünlük Ziyaret :1549

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.