Tuğrul Göğüş - Küğ Kurumlarımız İçindeki Psikolojik ve Eylemli Şiddet Olgusu

 Öğr. Gör. Tuğrul Göğüş (*)

     Devlet sanatçımız ve önemli keman yalkıcılarımızdan birisi olan Sayın Tuncay Yılmaz 28 Ocak ile 3 Şubat 2008 tarihleri arasında İzmir’de “İzmir Kültür ve Sanat Vakfı”nın desteği altında dünyanın önde gelen keman pedagoglarından Joshua Epstein ile birlikte yürütecekleri ve ülkemizin yeni yetişen değerlerine bilgi ve deneyimlerini aktaracakları bir keman ustalık kursu gerçekleştirecekti. Sayın Yılmaz, adayların başvuru tarihi bitiminden sonra "Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Devlet Konservatuvarı"ndan tek bir öğrencinin dahi kayıt yaptırmadığını görünce büyük hayal kırıklığı yaşadığını ifade etti. Acaba pek çok olumsuzluklarına şahit olduğumuz "Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı" yönetimi bu konuda da nasıl bir tutum içine girmiştir?

     Değerli arkadaşım müzikolog Sayın Dr. Yavuz Daloğlu güya meslekdaşlarına yazdırılan düzmece raporlarla ve gene “Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuvarı” yönetimince alınan karar ve rektör onayıyla üniversiteden uzaklaştırılmış ve daha sonra yargı kararı ile geriye dönmüştür. Sayın Daloğlu hakkında yazdırılan raporlar ibretliktir.

     “Harika Çocuk Yasası” (6660 sayılı Üstün Yetenekli Çocuklar Yasası) ile “Paris Ulusal Yüksek Konservatuvarı”nda okutulan ve birinciler birincisi olarak mezun olduktan sonra yurda dönen piyanist, orkestra yönetkeni, besteci ve eğitimci Selman Ada “Ankara Devlet Opera ve Balesi”nde orkestra yönetkeni olduğu sırada o günlerin opera–bale genel müdürü olan bir başka orkestra yönetkenimiz tarafından “senfonik orkestra yönetmeyeceksin, o bizim işimiz, yoksa sözleşmeni fes ederiz…” diye tehdit edilmiştir.

     Ülkemiz küğ yaşamına yaptığı hizmetler ile unutulması olanaksız bir isim olan orkestra yönetkeni ve Devlet Sanatçısı Sayın Hikmet Şimşek atamasının yapılmasını bizzat sağladığı genç bir yönetken tarafından fiili saldırıya uğramıştır. Aynı kurumda müdürlük yapan Sayın Ahmet Borova, sanatçı olmayan birisinin bu kurumda yeri olmadığını düşünen bir sanatçı (!) tarafından fiili saldırıya uğramıştır. 

     Yine ataması Sayın Hikmet Şimşek tarafından yapılmış bir diğer yönetkenimiz büyük mücadele insanı ve Atatürk Türkiyesi’nin yılmaz koruyucusu olan rahmetli Sayın Hikmet Şimşek’i atanma işlemleri bittikten sonra oluşumunu bizzat Sayın Şimşek’in sağladığı kurumun kapısından içeri sokmamış, O’na bu kurumda dinleti yönetme olanağı sağlamamıştır.

     Türk küğ eğitiminin temel taşlarından birisi olan ve arka arkaya çok önemli eğitimciler yetiştirmiş olan Sayın Edouard Zuckmayer’in kitapları ve evrakları henüz tam olarak anlaşılamamış bir nedenden ötürü “Ankara Gazi Eğitim Fakültesi Müzik Bölümü”nde yakılarak yok edilmeye çalışılmış, bu olay sonucunda bu bölümün emektar öğretmenlerinden uzun süre bölüm başkanlığı yapmış olan Sayın Saadettin Ünal emekliye ayrılmıştır.

     Ülkemizin en büyük bağdarlarından olan Sayın Ahmed Adnan Saygun’un ülkemizin ilk operası olan “Özsoy”u yazdığı süreçte başına gelenleri sanırım bilmeyeniniz yoktur.

     Ülkemizdeki seslendirme ve eğitim kurumları içerisinde var olan şiddet öğesine ilişkin olarak verilebilecek örnekleri bu kısıtlı sürede sayarak bitirmenin olanağı gerçekten yoktur. Bu kurumlarda yaşanan ve yaşanması adeta kaçınılmaz görünen benzeri olaylar bir sosyal psikologun ciddi bir biçimde araştırması gereken konular haline gelmiştir.

     İçinde bulunduğumuz dönemde dünyamızın içinde bulunduğu sıkıntılar ve ülkemizin maruz bırakıldığı koşullar her alanda şiddet öğesini yaşamamıza neden olmaktadır. İçinde bulunduğumuz şiddet sarmalını anlayabilmek için öyle uzaklara gitmeye pek gerek yoktur; bir toplumu en rahat anlayabileceğiniz kurum o toplumun oylarıyla seçilerek oluşturulmuş bulunan meclisidir.

     Gerçekten de sevgisiz yetişmiş bireylerden oluşan Türk toplumu bunalımlarını şiddet olarak dışarı vurmakta, aile yaşamından trafik terörüne dek her alanda korku ve dehşet yaşanmaktadır. Anne ve babasından dayak yiyerek büyüyen, okuldaki öğretmeninden korkan, müdürünü görünce kaçacak delik arayan, işyerinde amiriyle göz göze gelmemeye çalışan bir toplumun bireyleri yaşadıkları dehşeti kaçınılmaz olarak zamanı geldiğinde dışa vurmaktadırlar.

     Elbette bu tablodan sanat kurumlarımız da uzakta kalamamıştır; çocukluktan hayli ileri yaşlara dek süren bir yetenek eğitimi gören sanatçılar da içinde bulundukları toplumun bir aynası olarak bir vakitler yaşadıklarını ya sanatçı ya da öğretmen olarak atandıkları kurumlarda kendilerinden sonra gelenlere uygulamakta ya da meslekdaşlarına yöneltmektedirler. Bunun bir sonucu olarak küğ öğretmeni yetiştiren kurumlar, konservatuvarlar ve seslendirme kurumlarımız şiddet sarmalından kurtulamamakta, her yaşanan olumsuzluk daha üst düzey bir yanıt ile karşılanmakta ve böylece tam bir dehşet dengesi yaşanmaktadır.

     Böylesi bir sarmaldan bir çırpıda kurtulmak açıkça görüleceği üzere kolay değildir. Her şeyden önce bu kurumların içinde bulundukları toplumun sorunlarının azalması ya da bitmesi gerekir ki mevcut ekonomi koşullarında Türk toplumunun sorunları bugünden yarına çözülecek gibi görünmemektedir.

     Gerçekten de ana gövdeyi oluşturan Türkiye’nin sorunları azaltılmadan küğ kurumlarımızda belli bir olgunluğa ve kaliteye erişmek olanaklı değildir. Emperyalizmin ağır ekonomik saldırısı altında artık bir sömürge niteliği kazanmış olan ülkemiz bölünmeye çalışılmakta, büyük güçlerin çıkarları gereği toplumun içinde bulunduğu sorunlar günden güne artmaktadır.

     Ancak yine de sanat kurumlarımızın içinde bulundukları şiddet sarmalından bir oranda kurtulabilmek için yapılması gerekenler ve alınabilecek önlemler vardır. Aşağıda maddeler halinde sıraladığım bu öneriler kısmi olarak ya da tümüyle uygulanabilecek olunursa bu kurumlarımız ülkemizin aydınlık geleceğinde tekrar önder roller üstlenebilir. Aslında ülkemizin içine yuvarlandığı karamsar tablodan çıkabilmek için de bu kurumların ve üyelerinin liderliğine gereksinim duymaktayız.

     Öncelikle “Yüksek Öğrenim Kurumu”nun ilk yıllarında yaptığı kurumsal tahribatı ele almak istiyorum. Bilindiği üzere “Yök” kuruluş döneminde küğ kurumlarının kadroları arasında unvanlı kişilerin bulunmadığını görerek bir an önce akademik yapılanmanın tamamlanması için bu kurumlarda görevli öğretmenlere geçirdikleri yıllara bakarak çeşitli unvanlar dağıtmıştır. Unvan dağıtılan kişilerin dinleti verip vermedikleri, yayınlarının olup olmadığı, bilimsel etkinliklere katılıp katılmadıkları, kitap ve makale yazıp yazmadıkları, yabancı dil bilip bilmedikleri hiç sorgulanmamıştır. Sonuç olarak “pijamalı profesörler” denilen bir grup yaratılmış, bu kişiler gece yatıp sabah kalktıklarında unvan aldıklarını öğrenerek kendileri dahi şaşkınlığa düşmüşlerdir. “Pijamalı öğretim üyeleri”nin ilk icraatları kendilerinden sonra başında bulundukları kurumları emanet edecekleri kişileri daha sağlam isimlere bırakmak yerine avuçlarının içinde tutabilecekleri yetersiz ve zayıf kişilere miras olarak devretmeleri olmuştur. Küğ eğitimi veren kurumlarımızın bugün giderek zayıflamalarının ve geçmişe kıyasla daha verimsiz olmalarının altında yatan bu nedeni cesaretle sergilememiz gerekmektedir.

     Günümüzde ise yetenekli ve ufku açık olan kişileri eğitim kurumlarımızdan uzak tutan bir başka “Yök” saçmalığı gündemdedir. Geçmişte “Les” denilen ve bugün “Alles” olarak adlandırılan sınav akademik kadroda yer alabilecek gençlerimizin önünü kapatmaktadır. Küğ alanında uzmanlaşması ve çalışması gereken geleceğin umudunu teşkil eden gençlerimiz çalgılarından ve mesleklerinden gereksiz yere uzun süre uzaklaşmakta, havuz problemleri çözmeye çalışmakta, fizik ve matematik alanında açılan “Alles” kurslarına devam etmektedirler. Çok sayıda yetenekli gencimiz ne yazık ki dünyada eşi benzeri bulunmayan bu “Yök” saçmalığından ötürü mesleklerinden uzaklaşmaktadırlar. Herkesi yalnızca küğ alanında değil, diğer tüm alanlarda da uzmanlaşma ve araştırmaya yönelik bir eğitim olan yüksek öğrenime bir tuzak teşkil eden bu sınava karşı durmaya çağırıyorum.

     Küğ eğitimi veren ya da seslendirme yapan kurumlarımızda şiddet ögesini bitirebilecek olan bir diğer önemli nokta küçük yaşlarda eğitime aldığımız öğrencilerimizin tam olarak yetişmelerini sağlamakla mümkündür. Kurumun ya da öğretmenin yetersizliği nedeniyle iyi yetişmeden mezun olan kişiler ileride herhangi bir şekilde yerleştikleri kurumlarda çeşitli sorunlara yol açmaktadırlar. Hele seslendirme kurumlarımızda seçim sonucu yönetim kurullarının belirlendiği ve içlerinden birisinin müdür olarak atandığı göz önünde tutulursa yetersiz yetişen bir bireyin bu kurumlarda yaratacağı tahribatları tahmin etmek zor olmasa gerekir. Bir şekilde yönetim erkini üstlenen kişilerin kurumlarda yarattıkları gruplaşmalar ve çatışmalar ne yazık ki bu kurumların verimini düşürmektedir.

     Eğitim verdiğimiz öğrenciye yalnızca bir çalgıyı yetkin şekilde çaldırmayı öğretmek sorunlarımızın giderek ağırlaşmasına neden olmaktadır. Elindeki çalgıyı adeta bir robot gibi ve öğretmeninin söylediği şekilde şu ya da bu düzeyde çalmayı başaran kişi genel kültürü çok zayıf olarak mezun olduğu için çalgısını niye ve nasıl çalması gerektiğini düşünememektedir. Tarih ve coğrafya bilgisi dahi olmayan, kitap okuma alışkanlığı kazanmamış, bilgisayarı yalnızca oyun oynama amacı ile kullanan, günlük gazete ve haftalık dergi takip etmeyen, televizyonda dizi filmler izleyen bu kişilere okuldan mezun oldukları gün smokin giydirip, papyon taktırarak sanatçı unvanı vermekteyiz. Böylece eriştikleri noktayı hazmedemeyen kişiler gerçek anlamda birer sorun teşkil etmektedirler. Kısacası, sanatçı olmak her şeyin enflasyonunun yaşandığı günümüzde iyice kolay hale gelmiştir. Bir an önce gerçek sanatçının üreten ve araştıran, öğrendiklerini topluma aktaran, öğrenme sürecini hiçbir zaman bitirmeyecek, lider ruhlu biri olduğunu bahse konu olan kişilere kavratmak müzik kurumlarımızda yaşanan ruhsal travmaları sonuçlandırmak açısından yararlı olacaktır.

     Günümüzde bir sanatçı için çeviri düzeyinde yabancı dil bilmek son derece büyük önem taşımaktadır. Türkçe kaynakların oldukça kısıtlı olduğu günümüz Türkiye’sinde çağdaş ülkelerin eriştiği bilgi birikimini en hızlı bir şekilde kendi dilimize aktarmak zorundayız. Bu bilgi aktarımının ne yazık ki zamanı geçti bile...

     Tüyap tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre Türk toplumunda kitap alma alışkanlığı yalnızca toplumumuzun yüzde dördüne denk gelmektedir. Benzeri bir şekilde küğ eğitimi veren ya da seslendirme yapan kurumlarımızın üyeleri ve öğrencileri de kitap okuma alışkanlığından yoksundurlar. Toplumumuzu sarmalayan her negatif olgu doğrudan küğ kurumlarımızı da etkilemektedir. Ancak, geleceğin sanatçısını yetiştiren bizlerin öğrencilerimize doğru yaşam biçimini aktarmamız ülkemizin geleceği ve hatta savunulması için bir zorunluluktur.

     Tüm küğ kurumlarında şiddet ögesini bertaraf etmenin bir diğer yolu da dedikodu ortamını ve gruplaşmayı ortadan kaldırmakla mümkündür. Ancak sosyal bir olgu olarak bizleri cendere içine almış olan dedikodu ve gruplaşma bugünden yarına hemen halledilebilecek bir sorun olmayıp gerçekte toplumsal dokumuzun bir hastalığı olarak sırıtmaktadır. Bu olumsuz tabloyu engelleyebilmek için yapılabilecek en iyi öneri küğ kurumlarımızın öğretmen ve öğrencilerinin ürün vermelerini zorunlu kılmaktır.

     Bu ürünler nelerdir? Resitaller ve oda küğü dinletileri vermek, makaleler yazmak, çeviriler yapmak, bilimsel toplantılara katılmak, tatillerin sürelerinin kısaltılması, kendi alanlarında kitap yazma zorunluluğu getirmek, meslek içi geliştirme kurslarını izlemek gibi koşullar yöneticiler tarafından asgari bir uygulama olarak belirlenmeli ve dönemlik raporlar halinde bu kurumların yönetim kurullarının karşısına getirilmeli, kişiler katıldıkları etkinliklerin sonucuna göre değerlendirilmeli ve bu değerlendirme son derece objektif bir şekilde yapılmalıdır.

     Aslında şiddet öğesini bitirmenin en iyi yolu sanatçı ya da öğretmen dediğimiz bireyin bir diğer sanatçı ya da öğretmene duyması zorunlu olan sevgi ve saygıdır. Umarım ileride bu sevgi ve saygı ortamını en iyi şekilde yaratır ve yaşarız.

______________________________________________________________________________

     (*) Çukurova Üniversitesi Adana Devlet Konservatuvarı Keman ve Oda Küğü Öğretmeni.

 ______________________________________________________________________________

     Bu bildiri 7 Ocak 2008 tarihinde İstanbul "Kadıköy Halk Eğitimi Merkezi"nde düzenlenen "Geçmişten Geleceğe Müzik ve Şiddet Etkileşimi Sempozyumu"nda sunulmuştur.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767322
Online Ziyaretçi Sayısı:10
Bugünlük Ziyaret :47

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.