Sayram Akdil'in Bildirisi

Besteci Ahmed Adnan Saygun

     İki ana bölüm halinde sunacağım bu bildirimde önce, Ahmed Adnan Saygun'u, O'nun büyük bir besteci olmasında etken olduğunu düşündüğüm başlıca kişisel nitelikleri ile sizlere tanıtmaya çalışacağım. Bunu yaparken, O'nun öğrencisi olmak mutluluğuna ve kıvancına ermiş bir kişi olarak, yeri geldikçe, bazı anılarıma da değineceğim. Bildirimin ikinci bölümünde ise Saygun'un müziğini ele alacağım.

     Saygun'u Saygun yapan başlıca kişisel nitelikler nelerdir?

     Önce hemen şunu belirtmelyim ki, Adnan Saygun son derece çalışkan bir insandır. Daha çocuk denecek yaşlarında kendi kendine Fransızca öğrenmiş... Çevresindeki müzik öğretmenleri ile yetinmeyerek, yabancı kitap ve ansiklopedilerden müzikle ilgili konuları okuyup Türkçeye çevirmiş. Devlet sınavını kazanıp Paris'e gidinceye dek durmadan çalışmış. Bir yandan armoni, kontrpuan bilgisini genişletirken, diğer yandan da piyanoyu ilerletmiş... Bu çalışma ve araştırmalar gerek Paris'te, gerekse döndükten sonra, bu kez araştırmaların yanı sıra durmaksızın müzik yazarak sürmüş, bugün de hızından hiç bir şey yitirmemiştir.

     Saygun, yalnızca Batı'da yapılanları incelemek ve özümsemekle kalmadı. Bizim toplumumuzun bir bireyi olarak, kendi halkını, Anadolu'yu ve kültürünü iyi tanıyıp özümsemek gereğini içinde duydu. Ancak bu yolla kendi toprağının sanatını yaratabileceğine inanarak, Anadolu'da sürekli dolaşıp, köylerde yaşadı. Anadolu insanıyla bir arada bulundu, incelemeler ve derlemeler yaptı.

     Diğer yandan, geleneksel sanat müziğimiz üzerinde de çalıştığını, makamları, usulleri çok iyi öğrendiğini, hatta bazı çalgıları çaldığını da biliyoruz.

     Görülüyor ki Saygun, hem batı müziğinde, hem de kendi toplumunun müziğinde, kendini çok iyi yetiştirmiştir.

     Bu çalışmalar, doğal olarak, O'na köklü ve sağlam bir estetik görüş kazandırmıştır. Değerli bestecilerimizden Bülent Tarcan, bir yazısında (Orkestra: Sayı 74, Ö. Kütahyalı: Çağdaş Müzik Tarihi) bu konuda şöyle der:

     "Saygun son derece güç beğenir bir sanatçımızdır. Otokritiği acımasız derecededir."

     Saygun'un bu beğeni titizliğini biz öğrencileri çok yakından biliyoruz. Yazdığımız bir müzik için hocamızdan "Bu fena olmamış..." eleştirisini aldığımızda, dünyalar bizim olurdu. İlk akla gelen müzik fikrinin her zaman "en güzel" olamayacağı, güzelin de güzeli olduğu, dengeli ve anlamlı bir bütüne varmak için büyük özen ve titizlik gerektiği... gibi pek çok estetik sorunu hep O'ndan öğrendik.

     Adnan Saygun'un çok önemli bir başka özelliği de güçlü bir belleğe sahip olmasıdır. "Güçlü bellek" derken günlük olayları kastetmiyorum. Önemli olayları, bilgileri, tarihsel olayları ve özellikle de düşündüğü müziği beyninde saklama, birleştirme ve bütünleştirme yeteneğinden söz ediyorum. O, yarattığı müziği önce kafasında tasarlar, sonra notaya döker.

     Çok eskiden bestelediği herhangi bir yapıtını, sözü edildiği zaman, oturup piyanoda ezbere çalışına çok kez tanık oldum.

     İzin verirseniz, yıllar önce, rahmetli Mahmut Ragıp Gazimihal Hoca'dan dinlediğim iki olayı sizlere aktarmak istiyorum:

     Birinci olayda Saygun Paris'teki öğrenimi sırasında kalabalıkça bir salonda sınavdadır. Süre verilmiştir... Bütün öğrenciler harıl harıl çalışmaya koyulur... Saygun öyle sessiz oturmaktadır... Saatler geçer... Saygun daha bir tek nota yazmamıştır... Derken, sınavın bitimine yakın, ağır ağır cebinden dolma kalemini çıkarır, tertemiz yazıp kağıdını verir. Sonuçta da tam not alır.

     Diğer olay, Saygun'un birinci senfonisini yazması ile ilgili... Bildiğiniz gibi, birinci senfoninin yazılış tarihi 1953. Saygun da, Gazimihal de o sıralarda "Ankara Devlet Konservatuvarı"nda öğretmen... Bir görüşmelerinde Mahmut Hoca'nın "Ne var, ne yok?" sorusuna Saygun hoca karşılık verir: "Bir senfoni tasarlıyorum." Beş on gün sonra yeniden görüşürler. Saygun yine "Bir senfoni tasarlıyorum." der... İki, ikibuçuk aylık bir süre içinde, belirli aralarla buluşup görüşmelerinde "Ne var, ne yok?" sorularına hep "Bir senfoni tasarlıyorum." karşılığını alan Mahmut Hoca, bir gün yine aynı yanıtı beklerken, Saygun, "Senfoniyi yazdım, bitirdim." der.

     Şimdi denilebilir ki, Saygun'daki bu çalışkanlık, kendini iyi yetiştirme, beğenide, işçilikte titizlik ve güçlü bellek gibi nitelikler pek çok insanda bulunabilir. Doğru... Saygun'un bu seçkin niteliklerini bütünleyen, O'nun deha derecesindeki üstün müzik yeteneğiyle zekası ve aynı derecedeki yaratıcı gücüdür.

     Bu saydıklarımdan başka, Saygun'un iki yönünü daha belirtmeliyim: Birincisi, O'nun yüreğinde taşıdığı ve cömertçe sunduğu insan sevgisidir. Sanatçılara, öğrencilerine ve çevresindeki herkese karşı her zaman alçak gönüllü ve sevecendir. Yalnız yakın çevresine değil, O'nun yüreği kendi ulusuna ve de tüm insanlığa açıktır. Sanat konularında ise, ödün vermez ve yılmaz bir savaşçıdır.

     Diğer değinmek istediğim yönü ise, O'nun Atatürk'e duyduğu içten sevgisi ve sarsılmaz bağlılığıdır. Bu bağlılık, Atatürk'ün hem eylemini, hem fikirlerini yakından bilen, özümseyen, hem de Büyük Önder'in en ileri atılımları yaptığı yılların coşkusunu tüm benliği ile yaşayan, bu atılımlara katkılarda bulunmuş ve günümüzde de bulunmakta olan bir insanın bağlılığıdır. "Köroğlu Operası"nı Atatürk'e adamış olması, "Atatürk ve Musiki" adlı kitabı ve nihayet "Atatürk'e ve Anadolu'ya Destan" adlı dev yapıtı, O'ndaki Atatürk sevgisi ve bağlılığının somut göstergeleridir. Aslında Saygun tüm yapıtlarında, Atatürk'ün özlem duyduğu "Ulusal Türk Musikisi"ni dile getirmektedir.

     Peki... Saygun'un müziği nedir? Nasıldır?

     Kimi olaylar vardır ki yaşayanı kavrar, sarsar, yerinden söker alır ve sonsuz derinliklere sürükler... Kederi ile, sevinci ile, coşkusu ve durgunluğu ile, sevgisi nefreti, karanlığı aydınlığı, fırtınası dinginliği, savaşı barışı ile uçsuz bucaksız bir duygu ve düşünce yumağı içinde alır, götürür. Olay sona erdiği zaman kişi, damağındaki buruk tad ile birlikte, kendini daha olgun, daha yücelmiş, daha bilge ve daha mutlu hisseder. Dünyaya ve insanlara daha bir sevecenlikle bakmağa başlar. İşte Saygun'un müziğini dinlemek bu tür olaylardan biridir.

     Adnan Saygun, halk müziğimiz ile geleneksel müziğimizin temel ögelerini evrensel bir hamur içinde yoğurup, kaynaştırıp, en iyi bireşime varan bir bestecimizdir. Bu bireşimde Anadolu'nun, Türk'lüğün varlığı, şuraya buraya serpiştirilmiş temalarla, ritmlerle değil, bütün ruhu ve benliği ile sezilir, duyulur. Amaç yalnızca temalar sergilemek ve bunlarla kulağa hoş gelecek bir şeyler yazmak değildir. Sanatın kendine özgü tadı ile birlikte, müziğin içeriğinde Türk insanının sorunlarını, acılarını, sevinçlerini, yiğitliğini, saflığını, insanca duygularını yansıtmak, anlatmaktır. Bunu da Saygun, müzik sanatının Batı'daki bin yıllık birikimine dayalı çağdaş, evrensel bir dille gerçekleştirir. Bestecimiz aydın bir kişi olarak, kendi toplumuna olduğu kadar tüm dünyaya da açıktır. Çağdaş dünyanın sorunları, bunalımları, gerilimleri de O'nu ilgilendirmekte ve bir yandan da etkilemektedir. Bu nedenle Saygun kendini dar sınırlar içine kapatıp, yerel bir sanatçı olarak kalamazdı. Kalmadı da...

     İlk yapıtından günümüze, en kısa sürelisinden en uzununa, tek çalgı için yazılandan, korolu-orkestralı en kalabalık topluluklar için olanına kadar, Saygun'un yapıtlarında görülen başlıca özellikler, bu yapıtların ezgi ve armoni anlayışı bakımından modal bir temele oturtulması, evrensel, çağdaş bir dil ve derin bir anlatımdır.

     Modal temelden neyi kastediyorum? Bunun yanıtını dilerseniz Saygun'un kendisinden dinleyelim. 1973 yılında, piyanist Ergican Saydam'la yaptığı bir söyleşide (Filarmoni: Sayı 86) Saygun şöyle der: "Modal çalışma deyince bilhassa halk musikimizi düşünüyorum. Bizim halk musikimiz işte modal tabir ettiğimiz sistemin içinde mütalaa edilebilir.

     Aynı söyleşide, az sonra Saygun konuşmasını şöyle sürdürür: "Halkın ruhuna nüfuz edebilmek için, onun psikolojisini anlamam için ve dolayısıyla kendimi anlayabilmem için, kendi problemlerimi anlayabilmem için, insanı, köyümüzü, Anadolu"yu anlamam lazım geldiği kanaatine vardım ve devamlı dolaştım, köylerde yaşadım. Bu beni modal çalışmaya götürdü ve benim yazılarımın temelinde, değerli değersiz, temelinde yatan unsur, inşa unsuru işte budur. Yani Anadolu... Ama bu Anadolu ile birlikte, sanat musikimizden de bir çok unsuru elbette aldım. O da bizim çünkü... O da bizim, onu da alıyorum."

     Diğer yandan "Atatürk ve Musiki" adlı kitabının yetmişikinci sayfasında Saygun şu satırlara yer veriyor: "Türk toplumunun amacı bilimde, teknikte, güzel sanatlarda, hulasa her şeyde çağdaş bir düzeye ulaşmak ve kendi özelliklerini yansıtan, kendi damgasını taşıyan eserler ile insanlık ülküsüne en üst düzeyde katkıda bulunmaktır. Musikide de amaç, Türk ruhunu evrensel bir düzeyde yansıtan eserler ile bu büyük ülküye doğru ilerlemektir. Bunu da gerçekleştirmek ancak ve ancak, yaratıcı sanat adamının ortaya koyacağı bu nitelikteki eserler ile mümkün olur."

     Bu sözler, Saygun'un sanat felsefesini en belirgin biçimde yansıtmaktadır.

     Saygun genel olarak makamları geleneksel sanat müziğimizdeki seyri içinde değil, serbestçe kullanmaktadır. Ayrıca, bu makamların perde aralıklarını olduğu gibi almak yerine, eşit aralıklı sistem içinde ele alır.

     Yine kendisinden bir alıntıyla konuya açıklık getirelim. 1982 yılında Faruk Güvenç'in yaptığı söyleşinin (Gösteri: Sayı 16) bir yerinde şöyle diyor Saygun: "Benim için makam denilen şey bir renktir sadece, elbette ben makamları onyedinci, onsekizinci yüzyıllardaki gibi kullanacak değilim. İstesem öyle de kullanabilirdim ama o zaman çeyrek sesler yüzünden batının bütün çalgıları elimin altından kaçıverirdi. Madem ki makam benim için sadece bir renk, bir araç, öyleyse ben onu batının tampere oniki ton sistemi içinde serbestçe kullanırım. Böylelikle bütün çalgılar, piyano, orkestra elimin altına gelir. Eğer halk müziğimiz üzerinde çalışırsam, eski musikimizi tahlil edip içime sindirirsem, bu teknikle hem memleketimizin müziğini yapmış olurum, hem bu müziği evrensel bir potanın içine oturtabilirim. Ama böyle davranmazsam, dar bir çerçeve içinde tıkanıp kalmam kaçınılmaz olur."

     Günümüze değin Saygun'un yapıtlarını inceleyen bir araştırma yapılmış olmamakla birlikte, bestecimizin müziği genel olarak üç dönemde ele alınır: 1930 yılından "Yunus Emre"yi yazmasına kadar, ilk yaratma dönemi; bir doruk oluşturan ve ilk kez 1946 yılında Ankara'da seslendirilen "Yunus Emre Oratoryosu"ndan başlayarak, 1958 yılında Washington'da seslendirilmiş olan "İkinci Yaylı Çalgılar Dördülü"ne değin, birinci olgunluk dönemi, o tarihten günümüze de, ikinci olgunluk dönemi olarak adlandırılır.

     İlk yaratma döneminde, ezgisiyle, ritmiyle halk müziği ögelerinin daha somut bir anlayışla ele alındığı görülür. Birinci olgunluk döneminden başlayarak Saygun halk müziği ögeleri ile birlikte, geleneksel müziğimizin ögelerini daha yoğun ve günümüze doğru, gittikçe soyutlaşan bir modal anlayışla ele alır. Bu, O'nu daha derin ve daha olgun bir anlatıma götürür. Soyutlaşmak, kökünden uzaklaşmak olarak düşünülmemelidir. Kanımca bu, sanatçının hep aynı şeyleri söylemekten sakınması, durmadan kendini yenilemesi ve daha çağdaş tanılara, daha olgun bir anlatıma yönelmesidir. Ama temel hep modaldır. Türk karakteri hep vardır. 1973 yılından, "Birinci İstanbul Festivali"nin açılışında seslendirilen "Köroğlu Operası"nı Azerbaycanlı ünlü orkestra şefi Niyazi Takizade yönetmişti. O günlerde bir gazetede yayınlanan demecinde ünlü şef, Köroğlu Operası için bakın ne diyor: "Saygun bu eserini öylesine bir Türkiye ikliminde yazmıştır ki, operanın tümü, burcu burcu Anadolu kokmaktadır. Samimi olarak söylüyorum, Avrupa'nın pek çok ülkesinde Türklerdeki kadar iyi kompozitörler yoktur."

     Adnan Saygun'un müziğinde ezgi yapısıyla çokseslilik birbirinin ayrılmaz ögeleridir. Makama dayalı ezginin aralıklarının üst üste getirilmesinden armoni oluşur. Kontrpuan tekniğinin de büyük ustası olan Saygun, homofon ve polifon yazıyı dengeli bir biçimde, tınıların etkilerini titizlik ve özenle seçerek kullanır. Yerel müziklerimizin inici ezgi yapısı, O'nun müziğinin karakteristik yönlerinden biridir. Aksak ölçülerimiz de müziğin anlatımı içinde, yeri geldikçe kullanılır.

     Pek çok makamı yapıtlarında kullanmış olan Saygun, özellikle "Karciğar Beşlisi" diye adlandırdığımız diziden çok etkilenmiş ya da bu diziyi anlatımının temel ögelerinden biri olarak benimsemiş görünüyor. Nota olarak söylemek gerekirse, inici Mibemol–Re–Do–Si–La seslerinden oluşan bu dizi, Saygun'un pek çok yapıtında, çeşitli perdelerden, çeşitli şekillerde, bazan bir veya bir kaç bölüme egemen olarak, bazan da bir anlığına karşımıza çıkar. Kanımca bunun nedeni, Anadolu'nun ezikliğini, acılarını bu inici eksik beşli aralığı içindeki seslerin en buruk bir biçimde yansıtmasıdır. "Yunus Emre Oratoryosu"nun daha ilk notaları bu dizi seslerinden oluşur. Biraz sonra gelen tenor solo için resitatif, ki bu uzun havadır, yine bu dizi seslerine dayanır. Bu dizinin en alt perdesi atılırsa, Hüzzam dörtlüsü olarak adlandırdığımız dört sesli dizi oluşur. Kederli bir hava taşıyan bu dizi de, bestecimizin müziğinde yaygındır. Çok belirgin bir örnek olarak, "Birinci Piyano Konçertosu"nun ilk bölümü gösterilebilir. Saygun, trikord adını verdiğimiz üç sesten oluşan dizileri, tetrakord adını verdiğimiz dört sesten oluşan dizileri ve bazan da beş sesten oluşan dizileri, bitişik veya ayrık, birleştirerek modal diziler elde eder. Örneğin ikinci senfoninin ilk iki ölçüsü, iki trikordun birleşmesinden elde edilen seslerle, yapıta bir giriş oluşturur. Bunun hemen ardından iki karciğar beşli dizisinin bitişik kullanımından oluşan, bölümün ana teması gelir. Aynı senfoninin ikinci bölümünde, aynı bitişik dizinin, bu kez başka perdelerden ve başka bir hava içinde kullanıldığı görülür.

     Saygun'un müziği incelendiğinde, O'nun bu makamları ve başkalarını çeşitli yazı tekniklerinden de yararlanarak, çeşitli anlatım ve etkiler için nasıl bir ustalık ve yaratıcılıkla kullandığı hayranlıkla görülür. Bülent Tarcan, konuşmamın başında sözünü ettiğim yazısının bir başka yerinde şöyle der: "Saygun, bu modal çalışmasında, bir sihirbaz gibi kullandığı çizgisel yazısıyla gayet ileri ve orijinal bir stilin içine girmiştir."

     Saygun'un orkestrayı kullanışına gelince: Burada da bestecimizin büyük ustalığına ve ince işçiliğine en belirgin bir biçimde tanık oluyoruz. Orkestra O'nun elinde, usta bir ressamın paleti gibidir. Tek tek çalgıların ses renkleri, bunların çeşitli bileşimleri ve tutti pasajlar dengeli bir estetik anlayış içinde, değişik renkler, tınılar ve çarpıcı etkilerle Saygun'un kendine özgü derin anlatımı içinde yerlerini alırlar.

     Ahmed Adnan Saygun'u anlatmak sayfalara, ciltlere sığmaz.

     O'nun yaşamının, eyleminin, düşüncelerinin, yapıtlarının incelenip yayınlanması, müziğinin yurt içinde ve dışında yaygın biçimde seslendirilip dinletilmesi bir ödev olduğu kadar yetişmekte ve yetişecek olan kuşaklara örnek gösterilmesi yönünden de kesinlikle gereklidir.
     _____________________________________________________________________
     Seminerin yapıldığı tarihte Sayın Sayram Akdil "Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Devlet Konservatuvarı" öğretim görevlisiydi.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5762271
Online Ziyaretçi Sayısı:28
Bugünlük Ziyaret :1404

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.