Tuğrul Göğüş'ün Bildirisi / Saygun Semineri 2006, İstanbul

Saygun Semineri – 2006, İstanbul

     “2. İstanbul Müzik Öğretmenleri Sempozyumu” çerçevesinde Sayın Ersin Antep tarafından “Müzikoloji Platformu”nda yayınlanan işbirliği önerisine bağlı olarak, kendisi tarafı ndan koordine edilen “Atatürk’ün 125. ve Adnan Saygun’un 100. Doğum Yılları” eksenli bu oturuma katılmaktan onur duyduğumu belirterek sözlerime başlamak istiyorum. Gerçekten de ülkemizin uluslararası düzeyde temsilcileri olmayı başarabilmiş sınırlı sayıdaki bağdarımızın bu tür çalışmalıklar bağlamında her yönüyle işlenmesi, araştırılması, bilgilerin derli toplu bir araya getirilmesi özelde müzik tarihimiz ve genelde de Türk sanat tarihi açısından büyük önem taşımaktadır.

     Ahmed Adnan Saygun ve bir Türk bağdarı hakkında yapılmış olan bu anlamdaki ilk sempozyumu örgütlemiş olma kıvancını yaşayan bir sanatçı olarak katıldığım bu toplantıda sizlere 7–8 Ocak 1987 tarihlerinde düzenlediğimiz “Ahmed Adnan Saygun Semineri” konusunda açıklayıcı bilgiler verecek, bu seminerin nasıl ortaya çıktığını anlatacak ve bazı üzüntülerimi siz değerli müzikçi ve müzikseverlerle paylaşacağım.

     7 Eylül 1907 tarihinde İzmir’de doğan Ahmed Adnan Saygun 1987 yılında artık 80 yaşındaydı ve “Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı” bu büyük müzik adamının sekseninci doğum yılını kutlamaya karar vermişti. Bu amaçla 1986–1987 dinleti mevsimi için orkestralar planlamalarını yaparken Bakanlıkça “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası” bu uygulamayı yapmak üzere seçildi...

     Daha önce Saygun’un 70. yıldönümü programı “Ankara Devlet Konservatuvarı” ve “Türkiye Filarmoni Derneği” işbirliği ile düzenlenmiş ve uygulaması 30 Mart 1978 Perşembe günü saat 20.30’da “Ankara Devlet Konservatuvarı”nda gerçekleştirilmişti. Zamanın Kültür Bakanı olan Sayın Ahmet Taner Kışlalı’nın koruyuculuğunda yapılan bu uygulama ile ilgili olarak basılan izlencenin hemen başlarında Sayın Kışlalı “70 Yıllık Bir Anıt” başlığıyla bir yazı yazmış ve bu yazının bitiş cümlesinde Saygun’a yönelik olarak "...kendim ve ulusum adına teşekkürü bir borç bilirim.” ifadesini kullanmıştı. Ankara Devlet Konservatuvarı’nın o tarihteki müdürü olan Sayın Ercivan Saydam ise Saygun için “doruğa erişmiş bir besteci” tanımlamasını yapmıştı.

     Ancak, nisbeten sönük geçen bu 70. yıldönümü kutlamalarından alınan dersle, bu kez Kültür Bakanlığı işi sıkı tutmak istemiş, bu nedenle “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası”nın anılan dönemde müdürlüğünü yapan Sayın Özcan Göker’e çeşitli kereler bu nedenle telefon edilmiş, kutlamaların canlı olması ve tüm haftaya yayılması öngörülmüştü. Sayın Özcan Göker orkestranın olağan haftalık dinletileri olan Cuma ve Cumartesi günlü programlara Saygun’un yaratılarını yerleştirmiş, ancak haftaya nasıl yayacağını bilememişti. Bu konuda bana fikir danıştığında Türk bağdarları hakkında yapılan araştırma ve yayınların çok kısıtlı olduğundan bahisle bir seminer yapılmasını önerdim. Bu düşünceyi çabucak benimseyen Sayın Göker seminerin organizasyonunu benden rica etti. Bu noktada en önemli sorun bir seminerin gerçekleştirilmesi için gereken parasal kaynağın olmayışıydı. Zaten İzmir’de pek yapılmayan müzikbilimsel çalışmalıkların bu kez parasal nedenlerle zora girmesi karşısında bulduğum ilk çözüm yolu İstanbul ve Ankara’dan konuşma yapmak için kimsenin çağrılmaması, tüm katılımcıların İzmir’den olmasıydı. Bu bir bakıma İzmir’in de müzikbilimsel bir toplantı açısından rüştünü ispat etmesine fırsat verecekti. Nitekim seminere katılan tüm konuşmacı ve bildiri verenler İzmir’den seçildi.

     O tarihlerde Sayın Gültekin Oransay tarafından kurulmuş bulunan ve daha sonra “Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi”ne bağlanan “Müzikbilim Bölümü” ile “İzmir Devlet Konservatuvarı” öğretim kadroları bu seminerin dayanağı oldular. Bu kurumlar dışında “İzmir Fransız Kültür Merkezi” ve “İzmir Milli Kütüphanesi”nden ilgili kişilerin verdikleri birer bildiri ile çeşitlilik kazanıldı. Seminerin açılış konuşmasını ilgili kişi ve kurumlara teşekkür etmek üzere Sayın Özcan Göker “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası” adına yaptı, daha sonra İzmir’in o tarihlerde Valisi bulunan Sayın Vecdi Gönül ile İzmir Merkez İlçe Belediye Başkanı Sayın Süha Baykal’ın konuşmalarını Sayın Hikmet Şimşek’in konuşması izledi.

     7 Ocak 1987 Çarşamba günü saat 14.00–17.00 arası ve 8 Ocak 1987 Perşembe günü saat 13.30–17.30 arası “Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi”nde yapılan seminerde bildiri verenler arasında ise Sayın Necati Gedikli, Önder Kütahyalı bulunmaktaydı. Seminerin ilk günü Sayın Ahmed Adnan Saygun’un yaptığı konuşma ile kapandı. İkinci gün bildiri verenler Sayın Fehamettin Özgüç, Üner Birkan, Sayram Akdil, Denis-Armand Canal, Müfit Bayraşa, Yetkin Özer, Adnan Atalay, Ferruh Senan, Serap İlhan, Fırat Kutluk, Tuğrul Göğüş oldular. Seminer Sayın Saygun’un yaptığı kapanış konuşması ile bitti.

     Bu seminerde “İzmir Devlet Konservatuvarı”ndan 4 kişi, “Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzikbilim Bölümü”nden 4 kişi, “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası”ndan 1 kişi, “Buca Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü”nden 1 kişi ve herhangi bir müzik kuruluşuna bağlı olmayanlar 3 kişi, toplamda 10 kişi Saygun hakkında son derece ciddi araştırma ve bilgi birikimine dayanan bildiriler sundular, 4 konuşmacı ise toplantıyı renklendirdiler. Ahmed Adnan Saygun ise her iki günde yaptığı kapanış konuşmaları ile konuları toparladı.

     Parasal sorunları aşma konusunda en büyük güvencemiz “İzmir Merkez İlçe Belediyesi” oldu. Merkez İlçe Belediye Başkanlığı’nın kapısını günlerce ve günlerce aşındırdıktan sonra konuya zorunlu olarak evet demek zorunda kalan Sayın Süha Baykal toplantıda yaptığı konuşmalarda her politikacının yaptığı gibi büyük sözler verdi. Belediyenin kültür alanında yapacağı yatırımlardan bahsetti, büyük salon projeleri hakkında konuştu. Sayın Saygun’un doğduğu evin restore edileceğini ve bir kültür merkezi haline getirileceği konusunda çok kesin konuştu. Kendi ifadesi ile “...Sayın Ahmed Adnan Saygun'un evinin bulunduğu yeri, bugün sadece bir başlangıç olarak ‘Adnan Saygun Müzesi’ ya da ‘Müzik Kütüphanesi’ şeklinde düzenleyeceğim. Aslında bu bir simge başlangıç olacaktır; benim gönlümde yatan, geniş kapsamlı hizmetin Hatay’daki 20.000 m2’lik alanda kurulacak Kültür Merkezi’nde verilmesi, ‘Saygun Müzesi’ni ise mütevazi bir simge, bir odak noktası olarak ileride bırakıp, esas kültür faaliyetlerimizin yer alacağı, vatandaşlarımızın daha geniş bir kitle olarak bulundukları Hatay’daki Kültür Merkezi’ni vurgulamak istiyorum. Ayrıca 4.000 kişilik amfiteatr’da (açık hava tiyatrosu) ilk olarak sayın Ahmed Adnan Saygun’un bize yazmaya söz verdiği yeni bir eserini ilk kez İzmir halkına duyurma azmindeyiz.” dedi.

     Ne yazık ki, Sayın Baykal genel olarak tüm politikacılarda görmeye alışkın olduğumuz bir şekilde verdiği sözleri tutmadı. Hatay’daki büyük “Kültür Merkezi” projesini bir tarafa bırakacak olsak bile, çok küçük bir yatırım ile kazanılabilecek olan “Saygun Müzesi” ya da “Müzik Kütüphanesi” yapılmadığı gibi bugün Saygun’un evinin yerinde yeller esmektedir. Gelişmiş ülkeler kendi büyük sanatçılarının evlerini koruyup ziyarete açarak hem turizmi desteklemekte, hem de buraları birer kültür merkezi olarak değerlendirip kendi tanıtımlarını en üst düzeyde gerçekleştirmektedirler. Bu aynı zamanda o topluma artı değer kazandıran sanatçı ve bilim adamlarına karşı duyulan vefa borcu ve minnet hissinin bir yansımasıdır.

     “Saygun Haftası” içinde Salı günü büyük bir kalabalıkla ve Belediye’nin bindirilmiş kıtaları ile çakılan plaket sonrası Saygun’un doğmuş bulunduğu ev, aradan bir müddet geçtikten sonra boş olduğu için tinercilerin ve evsiz kişilerin barınma mekanı oldu ve yıkıldı, gitti. Bu evin yıkık fotoğrafı Saygun Semineri ile ilgili olarak oluşturduğumuz sitede yer almaktadır. Aynı törende, Belediye Meclisi’nin verdiği kararla sokağa ismi verilen Sayın Saygun’un sokak girişinde Belediye Başkanı ile adının yer aldığı levhayı çakarken çekilen fotoğrafları da yer almıştır. Benzeri bir şekilde, bir sonraki kış, levhanın çakıldığı sokak, Üçyol semtinden Mithatpaşa Caddesi’ne su taşıyan çok büyük borulardan birisinin patlaması sonucu sular altında kaldı ve sokağın kendisi de büyük tahribat gördü. Eve çakılan plaket Saygun’un evine bitişik bir komşunun özeni ve dikkati sayesinde kurtarıldı ve ne acıdır ki elimizde Saygun Sokağı ve Saygun Evi’nden kala kala yalnızca o plaket kaldı. İşte, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bu ülkeyi yönetenlerin kendi büyük sanatçısına reva gördükleri muamele bu... Cuma akşamı konserden sonra verilen kokteylde Merkez İlçe Belediyesi’nin harcadığı büyük miktarda ve gösterişe giden parayla belki de bu ev bugün sanatseverlerin ziyaretine açık olabilecekti. Saygun seminer için İzmir’e geldiğinde bu konuda söz veren yetkililer Saygun ile uzun süren toplantılar yaparak ev hakkında belleğinde kalan bilgileri toplayarak evin içinin zamanında nasıl olduğuna ilişkin ön çalışmalar yaptılar ve kağıt üzerinde hazırlanan çizimlerle evin aslına uygunluğunun sağlanacağının kanıtını İzmir’liye sundular. Sanırım tüm bu çizimler de kaybolmuştur.

     Gerçekten de bu büyük kaybı yaşamanın yanısıra Merkez İlçe Belediyesi’nin önemli birkaç yararı oldu. Birincisi sokakta yapılan plaket töreni sırasında halkı, basını ve bindirilmiş kıtaları çok iyi organize ederek büyük bir kalabalığın toplanmasını sağladılar. İkincisi ise, eğer Merkez İlçe Belediyesi’nin getirdiği dinleyiciler olmasaydı Seminer’de konuşmacılar dışında bir tek kişi olmayacaktı. Bu benim gibi düşünen kişiler için gerçekten büyük bir hayal kırıklığı oluşturmuştur. Bir yerel gazete olan “Yeni Asır Gazetesi”nin katkıları ile hazırlanan afişler günlerce önce asılmasına, gazetelerde haberleri çıkmasına, yerel kanallardan duyurulmasına karşın bu toplantılara yalnızca Belediye’nin adamları geldi. Bu noktada bizler biraz da kendimizi sorgulamalıyız. İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın provasının olmadığı saate denk getirilen seminer çalışmaları sırasında o haftayı kutlama çalışmalarında görevli “sanatçı?”larımızın bir teki ortalarda görünmedi, Sayın Göker de açılış konuşmasını yaptıktan sonra gitti. “İzmir Devlet Konservatuvarı” “Ege Üniversitesi Kültür Merkezi”nin o tarihlerde burnunun dibindeydi ve kendi öğretmenlerinin yapacakları konuşmaları dinlemeye tenezzül etmeyen öğrenciler herhalde kantinde çene çalıyorlardı. Bir bilim yuvası olma iddiasındaki “Dokuz Eylül Üniversitesi Müzikbilim Bölümü”nden de ses yoktu, en kalabalık grubu oluşturan “Buca Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü” öğrencileri ise büyük bir ihtimalle daha iyi birer müzik öğretmeni olabilmek için canla başla çalıştıklarından bu semineri izlemeye gelememişlerdi. “İzmir Devlet Opera ve Balesi” üyeleri ise küçük bir koro dinletisi sunmalarına karşın hemen sonra ortadan kaybolmayı tercih etmişlerdi. Bu insanları mevcut okullardan bizler yetiştirdik; kabahat onları yetiştiren bizlerde... Ülkesini tanımayan, dünyayı sorgulamayan, mesleğinde zayıf, sosyal konulara ilgisiz, yabancı dili olmayan, ikili ilişkilerinde çıkarcı, sanatçılığı memuriyet gibi gören, piyasada kazanacağı iki kuruş parayı ön plana çıkaran ve toplumun sanatçı kimliğiyle görerek büyük saygı duydukları kişileri yetiştiren bizlerde kabahat... Başka suçlu aramak gerekmez.

     Sanat eğitimi gören ve sanatçı geçinen kişilerin seminere katılmadıklarını gören Merkez İlçe Belediyesi Halkla İlişkiler Müdürü’nün bana söylediği sözleri aradan uzun yıllar geçmesine karşın hala unutamıyorum: “Nerede sizin adamlarınız? Hani bu kurumların yöneticileri? Nerede öğrenciler? Bu semineri Belediye’nin kurduğu emekliler kulübünden buraya gelen kişiler için mi düzenlediniz?” Aradan geçen yıllarda bu konuda bir düzelme olduğunu sanmıyorum. Çünkü, bu öğrencilere eğitim veren hocaları değişmeye karar vermedikçe öğrencilerin değişme ihtimali yoktur.

     Benim için bu seminer bir başlangıç oluşturmuştu. Nihayet ülkemizde ilk kez bir bağdarımız için ciddi şekilde araştırmalar yapılmış, bilimsel çalışmalar sonucu veriler toplanmış, bunlar birer bildiri ile sunulmuş ve bu bildiri ve konuşmalar da kişisel olarak harcadığım gayretler sonucu bir kitaba dönüştürülebilmişti. Bu kitabın çıkışı için gereken parasal kaynağı reklam vererek sağlayan şirketlere gönülden borcum bulunmaktadır.

     Bir sonraki yıl 80. yaşını kutlayacak olan Necil Kazım Akses ile bu seminer dizisine devam etmek niyetindeydim. 6 Mayıs 1908 tarihinde doğmuş bulunan Sayın Akses için de böyle bir hafta düzenlemek ve her yıl uygun koşulları haiz bir bağdarımızın ele alınmasıyla Türk müzik tarihine ciddi bir birikim sağlamak istek ve inancındaydım. Ancak Sayın Özcan Göker’in müdürlükten ayrılması ve yerine bir başka ismin gelişi ile bu düşüncelerim gerçekleşemedi. Müdürlüğü yeni almış bulunan ve bu nedenle oldukça heyecanlı ve otoriter olan arkadaşımıza bu konudaki teklifimi açıkladığımda aldığım yanıt beni çok üzdü: “Ben Necil Kazım’ı sevmem, O’nun adının bile anılmasını istemem. Okul yıllarından beri o adamdan hiç hoşlanmam...” Elbette Akses’i sevmesi ya da sevmemesi kişisel bir tercihtir, ancak bu duygulardan ötürü bu iyi niyetli ve güzel proje bir daha gündeme gelmemek üzere rafa kalktı. Belki de bağdarlarımız hakkında elde edilecek bulgular ışığında yazılacak metinlerle Türk müzik tarihine değerli katkılar sağlama fırsatı bitmiş oldu.

     Bir Saygun Semineri’nden bende kalan izlenimleri sizlere aktarma fırsatını elde edebildiğim için çok mutluyum. Olan bitenlerden çıkartılacak derslerle ileride başka hataların yapılmasının engellenebileceği kanısındayım. Bu bakımdan bugün burada gerçekleştirilen Saygun çalışmalığının diğer bağdarlarımızı inceleme konusunda yeni bir atılım oluşturmasını gönülden diliyor, saygılar sunuyorum.

     12 Eylül 2006, Salı • Adana (Yazılış Tarihi)

     Not: Bu bildiri her ne kadar basılan kitapta yer almamışsa da konuyla ilgisi nedeniyle yerleştirilmiştir. Söz konusu bildiri İstanbul’da 2006 yılında gerçekleştirilen “Saygun Semineri”nde okunmuştur.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5762963
Online Ziyaretçi Sayısı:32
Bugünlük Ziyaret :1477

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.