Mehmet Emin Kakan - İsmail Baha Sürelsan Hakkında

İsmail Baha Sürelsan
İsmail Baha Sürelsan

İsmail Baha Sürelsan
Hakkında!..

Dr. Mehmet Emin Kakan

Antalya, 12 Nisan 2007

************************************

     İçindekiler:

     • İsmail Baha Sürelsan’ı Anma Gecesi konuşma metni (Antalya, 12 Nisan 2007)

     • İsmail Baha Sürelsan’ın bestekar kimliğine giriş

************************************

İsmail Baha Sürelsan’ı
Anma Gecesi Konuşma Metni
12 Nisan 2007
Antalya Atatürk Kültür Merkezi Aspendos Salonu
(Konserin İkinci Bölümünün Başında)

     Konuşma Konusu: İsmail Baha Sürelsan’ın bestekar ve müzikolog kimliği
     Konuşmacı: Dr. Mehmet Emin Kakan

* * * * * *

     Efendim;

     Huzurlarınızda Sürelsan’ın bestekar ve müzikolog kişiliğiyle ilgili on dakikalık bir konuşma yapmak için bulunuyorum…

     Böylesi şeref verici bir işi, yapılan istek karşılığında görev addetmemem, kesinlikle mümkün olamazdı.

     Hocam İsmail Baha Sürelsan, müziğimizin içinde başka bazı bestekarlarımızla birlikte “bakir bir araştırma konusu” olmaya devam etmektedir.

     Bir bestekarın, bestekarlığını anlatmak, pek çok faktörü incelemeyi ve dile getirmeyi gerektirmektedir.

     Bestekarın bestekarlığına bilimsel gözle şöyle bakılır:

     1. Bestekarın eserleri tek tek saptanır. Eserler çeşitli konulara göre tasnife tabi tutulur. Bu tasnif öncelikle sözlü eserler ve saz eserlerinde ayrı ayrı yapılır, daha sonra diğer tasnifler gerçekleştirilir. Eserler; kullanılan formlar, makamlar, usuller, beste tarihleri ve güfte içerikleri konularına göre ele alınırlar.

     2. Bu eserlerin; beste, güfte, usul analizleri ayrı ayrı yapılır.

     3. Bestekarın “en çok” kullandığı unsurlar dikkate alınarak, tercihlerinin sebepleri araştırılır.

     4. Aynı dönem içindeki diğer bestekarlarla karşılaştırmaları yapılır. Eğer bestekar kendine mahsus bir ekolün sahibi ise ekolün özellikleri, hangi bestekarları etkilediği, onların eserlerindeki benzer noktalar v.s. tespit edilir.

     5. Bütün bu yapılanlar yorumlanır ve çalışma ortaya çıkar.

     Gördüğümüz gibi, bir bestekarın bestekarlığını masaya yatırmak ve incelemek çok uzun bir mesai gerektirmektedir. Bu şekilde ortaya konulan incelemeler çoğunlukla müzikle teknik olarak uğraşanları ilgilendirir.

     Şu anda salonda bulunan büyük bir kesim, müzikle içli dışlı, teknik ilişki kuran kişilerden değil, “müziğimizi seven” kişilerden oluşmaktadır. Bu sebeple Sürelsan’ın bestekarlık ve müzikologluk yönüne, sizleri sıkmadan değinmeye çalışacağım:

     Sürelsan’ın bestekarlığını anlamak için,

     Bütün eserlerini farklı bir dikkat sarf ederek incelemek;

     Müzikologluğu için de,

     Bu sıfatla yaptığı yayınları okumak gereklidir...

     Sürelsan; çok değerli makalelerin sahibidir. Yazdıklarının bazıları, birinci dereceden referans kaynaklardır.

     Sürelsan’ın müzikologluğunun bestekarlığına da etkisi çoktur.

     Her birini ayrı ayrı işlemiş olduğu müzik eserleri, müzikologluğunun bir yansıması olarak didaktikliği (öğreticiliği) beraberinde getirir. Aslında Sürelsan “romantik” addedilebilecek bir “şarkı” bestekarımızdır.

     Müzik eserlerinde;

     Romantizmle beraber, didaktikliği ortaya koyabilmesi, bize Sürelsan’ın “kuvvetli” bir bestekar olduğunu düşündürmektedir.

     Sürelsan’ın bestekarlıktaki kuvvetini anlatan bir başka unsur da eserlerindeki geçkilerdir.

     Eser içinde yapmış olduğu geçkiler, başka bazı bestekarlarda olduğu gibi kendini önceden hissettirmez. Adeta yavaş yavaş arkanızdan size yaklaşıp, sevgisini sarılıp öperek anlatacak, bunu yapmadan önce de gözlerinizi kapatıp sesini değiştirerek “bil bakalım ben kimim?” diye soran sevdiğiniz gibidir. Gözleriniz açıldığı zaman ancak kim olduğunu anlarsınız ve onu daha da çok seversiniz.

     İşte Sürelsan’ın geçkileri böyle bir sevgilidir. Önce şaşırır, duraksar, sonra da sarılırsınız…

     Bizim müziğimizin ve Sürelsan’ın “sevgili sevenleri”;

     Evcara ismi konulmuş bir makamımız vardır.

     Yazıldığı notaların kağıtlarında, porte başındaki değiştirici işaretlerin fazlalığını görenler bazen bu makama girmekten çekinirler.

     Bir de hanım bestekarımız vardır, Dilhayat Kalfa!..

     O’nun da bestelediği bir Evcara peşrev ve saz semai vardır. Özellikle saz semai, makamı bilen, bilmeyen herkesi içine çeker. Evcara’nın “kağıt” üstündeki soğukluğu, eserin kendisi içinde sıcaklığa birden bire dönüşüverir...

     İşte!..

     Sürelsan’ın “Dene mızrabını mutrıb çal elin var olsun” mısraıyla başlayan aksak, şarkısı; makama alışık olmayan bir dinleyeni, ayniyle Dilhayat Kalfa’da olduğu gibi, içine çeken bir sürü unsur barındırır. Sıcak makamın içinde, sıcak hislere gark olursunuz.

     Hüzün, basit bir ifade gibidir.

     Bizim müziğimiz’in sevenleri çoğunlukla Hüzzam’la ağlarlar. İçine biraz girmiş olanları ise Evcara’yla…

     Saba ve Dügah ise Evcara’ya kıskançlık nazarlarını gönderirler. Bu yüzden Hüzzam’la dostlaşırlar.

     Evcara ağlatırken, asilliğiyle ağlatır!

     Saba gibi baş eğişi, Hüzzam gibi yutkunuşu, Dügah gibi yüzünü kapatışı yoktur.

     Sürelsan’ın bir tanecik Evcarası vardır. O Evcara da, asilliğin doruklarındadır. Bir asil sizi nasıl mı ağlatır?

     Sürelsan’ın Evcarasını lütfen dinleyiniz… Duymakla kalmayıp, göreceksiniz...

     Annenizi mi özlediniz?... Annenin ne demek olduğunu mu görmek istiyorsunuz?

     Hemen eser başındaki, Sürelsan’ın anneciğine ithaf ettiğini, yazdığı notla apaçık ortaya çıkardığı; “Yüz sürerken payine ey dilsitan” mısraıyla başlayan, rast, curcuna şarkısını dinleyiniz.

     Güfteyi takip etmeyi sakın ha unutmayınız... Annenizin ayaklarına hiç mi yüz sürmediniz?

     Annenizin ayaklarını hi ç mi öpmediniz?

     Bir annenin ayaklarına evladının nasıl yüz sürdüğünün ve

     “Anne” kavramının bizim müziğimizde nasıl şekil aldığının “öğretici” nağmelerinin arasında,

     Hüzünle karışık şefkat ve beraberinde mutluluğun izlerini görecek, bilecek, duyacaksınız...

     Sürelsan’dan bu şekilde bahis açmak kolaydır. Her eseri için de böylesi bir şeyler söylemek mümkündür...

     Sürelsan, çoğu kimsenin bazen dile getirdiği gibi, kesinlikle halka hitap etmiyor değildir.

     Tam tersine halka, halkın sevdiğini çok daha üst seviyelere çekerek vermiş bir bestekardır.

     Sadece; O’nu tam olarak anlayabilmek için halk içinde halkla yoğrulmuş bir “münevver” olmak şartı vardır.

     Aşık olmak, sevmek başka bir şeydir; aşkı anlatmak, sevgiyi anlatmak ise daha başka bir şey...

     Sürelsan, aşkı, sevgiyi, ayrılığı, hasreti; kurguladığı melodilerinde fevkalade başarılı bir şekilde “işitebilen kulaklara sunmuş” bir bestekardır.

     “Guş-i takdir (takdir kulağı) sağır olmuş” ise “avazın boşa gideceği” şüphesizdir. Yapacak bir şey de maalesef yoktur...

     Sürelsan’ın bestekarlığını ve müzikologluğunu tam anlamıyla anlatabilmek için 5-10 dakika kesinlikle yeterli değildir.

     Bu anlatımımda; aslında teknik meselelere hiç girmemeye çalışarak, bir portrenin kara kalemle eskizini, oldukça silik bir şekilde yapmaya çalıştım.

     Başarılı oldum veya olamadım…

     Sürelsan’ın çok sevdiği kuvvetli ve kudretli, dahi bestekarımız 3. Selim, katledilerek hayata gözlerini yummuştur. Katledildiği sırada üzerinde bulunan hırkasının cebindeki bir kağıtta şu beyt yazıyordu:

     Kendi elimle yare kesib verdiğim kalem
     Fetva-i hun-i na-hakk’ımı yazdı ibtida!..

     Merhum hocamız İsmail Baha Sürelsan, tıpkı 3. Selim gibi her talebesine bir kalem yontup verdi.

     Talebeler, bu kalemleri bilerek veya bilmeyerek aldılar.

     Unutmayalım ki, mesuliyet! Kalemde değil, kalemin sahibindedir…

     Bizim müziğimizde sadece üç hocam oldu. Üçüncüsü İsmail Baha Sürelsan’dır, ikincisi Cinuçen Tanrıkorur, birincisi de Allah sağlık ve sıhhatini daim kılsın, Necati Çelik’tir.

     Şu anda Sürelsan ve Tanrıkorur’un her ikisi de “merhum” sıfatıyla yad ettiklerimizdir.

     Tanrıkorur; Sürelsan’dan bahsederken hep söylerdi, biz de Sürelsan’dan ayrıca hep işittik:

     “Söylediklerimizin mahkumu, söylemediklerimizin hakimiyiz...”

     Kendimi; bu yaptığım konuşmayla, ağır bir şekilde mahkum konumuna soktum.

     Her iki hocamın da mekanının, cennet olmasını niyaz ediyorum.

     Bana Sürelsan’ın kürsüsünde söz hakkı veren Antalya Büyükşehir Belediyesi İsmail Baha Sürelsan Konservatuvarı Müdürlüğü’ne, temsil ettiğim kurumum Antalya Tabip Odası Müzik Topluluğu ve ayrıca şahsım adına çok teşekkür ediyorum.

     Hocamız İsmail Baha Sürelsan’la ilgili bir çok çalışma yaptım. Yaptığım çalışmalardan birisi Sürelsan’ın bestekarlığıyla ilgiliydi. Bu çalışmamın küçük bir kısmını bugün için düzenledim.

     Hazırladığım makaleyi, bu salonda sunmam yakışık almazdı. O yüzden sunmadım.

     Biraz evvel sizlere arz etmeye çalıştığım konuşma metnimin ve beraberinde “İsmail Baha Sürelsan’ın Bestekar Kimliğine Giriş” başlığını taşıyan makalemin özel basılmış birer nüshasını; hocamın ismini taşıyan konservatuvarımıza hediye etmek arzusuyla doluyum.

     Bu sebeple konservatuvar müdürü sayın Ahmet Günay’ın; sizlerin huzurunda, “Bizim Müziğimizin ve hocamızın sevenleri huzurunda”, bir “mur” (karınca) mertebesindeki hediyelerimi kabul etmelerini istirham ediyorum efendim…

     Tekrar teşekkürlerimle...

_______________________________________________

İsmail Baha Sürelsan’ın
Bestekar Kimliğine Giriş

Dr. Mehmet Emin Kakan

Antalya, Nisan 2007

Bu çalışma,
O’nlardan edindiklerimin borcunu,
ödeyebilmeme imkan olmayan
merhum hocalarım
İsmail Baha Sürelsan ve Cinuçen Tanrıkorur’a
ithaftır!..

********************************

     Teşekkür

     Bir şeyler yapmaya çalıştığım ama becerebildiğim veya beceremediğim bu çalışma esnasında “bilirkişi” tenkidinden mahrumdum.

     Herhangi bir çalışma ortaya çıkmadan önce, hataların asgariye indirilmesi için, tenkitten ve tartışmadan mahrum olmak, özellikle fahiş hataların gözden kaçabilmesine sebeptir.

     Bu çalışmanın basımından önce, sadece mefkureleri doğrultusunda gece yarısı, kilometrelerce mesafe katedip, saatlerce telefon başında (üstelik oturmadan, ayakta) benimle tartışan ve yapıcı tenkitlerini lutfeden hoca yadigarım sayın Bekir Reha Sağbaş’a şükranlarımı arz ederim.

     Dr. Mehmet Emin Kakan

     Antalya, 12 Nisan 2007

************************************

     İsmail Baha Sürelsan’ın “Bestekar” Kimliği’ne Giriş

     Dr. Mehmet Emin Kakan [1]

     1. Sürelsan’ın Kimlikleri:

     “Bestekar’ın işi beste yapmaktır” cümlesini doğru kabul edip, Sürelsan’ın bestekarlığını sadece bu cümle ile değerlendirmeye alacak olursak; bu değerlendirme Sürelsan’ın Bizim Müziğimizde sahibi olduğu kimliğin ortaya çıkarılmasında bir zafiyeti de beraber getirecektir!..

     Sürelsan’ın besteciliğine bakarken, müzikolog kimliği, müzik yazarı kimliği, müzik eleştirmeni kimliği, müzik topluluğu yöneticisi kimliği, öğretmen kimliği, eğitmen kimliği, (öğretmenlik ve eğitmenlikten farklı bir mana izafesiyle) hoca kimliği, ziraat mühendisliği kimliği, arkadaş ilişkilerindeki kimliği, diğer beşeri ilişkilerdeki kimliği, aile reisi kimliği ve özellikle “memur” kimliği göz ardı edilmemelidir.

     Bu başlık altında yazıya aktarılmış olan kimliklerin her biri farklı çalışma konularıdır ve bu makale kapsamında detaylarına girilmemiştir.

     2. Sürelsan’ın kullandığı formlar, müzikal kaygıları ve titizliği

     2.1 Sürelsan’ın kullandığı formlar:

     İsmail Baha Sürelsan’ın melodi ortaya çıkarma konusunda bir yeteneğinin olup olmadığı, yani “besteci”lik nüvesinin varlığı, tartışılacak bir konu değildir. Çünkü sanatkarımızın, ortaya koymuş olduğu eserlerindeki melodi çeşitliliği ve kullanılan melodilerin nitelikleri açısından, çok nadir rastladığımız bestekarlarımızın arasında yer aldığı düşüncesindeyiz.

     Değişik formlarda eser örnekleri de ortaya koymuş olan Sürelsan için “form” ismi zikredilerek bestekarlığı değerlendirilecek olursa; Sürelsan, bir “şarkı bestekarımızdır!” diye hüküm vermemiz yanlış olmasa gerektir. Elimizdeki 92 (doksan iki) [2] adet eserinin formlara göre dağılımı tablosu şöyledir:

     Tablo 1: İsmail Baha Sürelsan’ın Bestelediği Müzik Eserlerinin Formlara Göre Dağılımı:
İsmail Baha Sürelsan Kitabı için Tablo - I

     2.2 Sürelsan ve “Müzikal Kaygı”:

     Sürelsan, başka “bazı” bestekarlarımızla kıyaslandığı zaman, az eser vermiş bestekarlarımız sınıfına (kısmen) dahilmiş gibi gözükmektedir.

     Sürelsan, yeni bir eser ortaya koyarken, stresi doruklara tırmanan bir bestekarımızdır. Bu stresin sebebi, ezgisel veya melodik endişelerdir. Bu endişeler, Sürelsan’ın zaman ihtiyacını arttırıcı bir faktördür. Zira tek işi beste yapmak da değildir.

     Sürelsan’ın bir esere başlaması ve bitirmesi arasındaki süre; bazen senelere yayılmaktadır. Var olan bu zaman yayılımını eser tarihlerinden yola çıkarak maalesef net bir destekle gösteremiyoruz. Çünkü Sürelsan, eserlerine koyduğu beste tarihlerinde; eserin tamamlandığını düşündüğü ve son halini verdiği tarihi düşmektedir. Bu durumun bir istisnası, sevgili anneciğinin hatırasına bestelemiş olduğu “Yüz sürerken payine ey dilsitan” mısraıyla başlayan, rast, curcuna şarkısıdır. Eserin notası üzerine düştüğü tarihler: 6 Haziran 1957 – 23 Ağustos 1961 tarihleridir.

     Dört senenin üzerinde bir uğraş!..

     Tahminimiz Sürelsan’ın; başlangıç ve bitiş süresi en uzun olduğu için, özellikle bu eserin tarihlerini nota üzerinde ifade ettikleri yönündedir. Eğer Sürelsan, her esere başlama ve bitirme tarihlerini not etmiş olsaydı, başka hangi eserlerinin senelerce O’nu meşgul ettiğini görme imkanımız olacaktı. Bu konudaki tek delilimiz, kendileriyle yapılan sohbetlerdir.

     Elimizdeki iki adet eserin beste tarihleri nota üzerinde kayıtlı değildir. Bu eserler:

     Güftesi Fuat Uluç’a ait “Dem bu dem, mevsim bu mevsim, aşk için müşkül neden?” mısraıyla başlayan nihavend, semai, şarkı ve diğeri de güftesi gene Fuat Uluç’a ait “Meded kılmaz ne zalim asuman bu” mısraıyla başlayan a cemkürdi, düyek, şarkı’dır.

     Sürelsan’ın, “bestekarlık” dışında yaptığı, müzikle ilgili ve müzik dışındaki işleriyle beraber, sahibi olduğu melodik endişelerin, az sayıda eser vermesinin gerekçelerin başlarında yer aldığı kanaatindeyiz. 

     Sürelsan’ın sahibi olduğu melodik endişeler (daha doğru bir tanımlama ile “müzikal kaygılar”), şahsi yapısının da bir parçası olup, O’nu tanıyan herkes tarafından “karakteristik” addedilen, “titizlik” kelimesiyle bire bir örtüşmektedir. Günlük hayatında sahibi olduğu titizliğini, eserlerinin melodik kurgularında da aynen muhafaza eden Sürelsan, aynı zamanda iyi bir dinleyici olmasının da etkisiyle kendinden önce eser vermiş bestekarların eserleriyle (bariz) benzer motif kullanmamıştır.

     2.3 Sürelsan-Şevki Bey ve Titizlik:

     Sürelsan’ın eser sayısındaki azlığın tam zıddını müşahede ettiğimiz Hacı Arif Bey ve Şevki Bey gibi büyük şarkı bestekarlarımızda, ortaya konulan eser sayısının çokluğu, bir handikap olarak makam işleyişinde kalıplaşmış bazı motiflerin tekrarını da beraberinde getirmiştir. Ancak isimlerini buraya kaydettiğimiz bu büyük şarkı bestekarlarımızın aynı makamlar içinde, benzer ele aldıkları motiflerin eser sayısıyla orantılanmasında bu tekrarların herhangi bir istatistiksel mana ifade etmediği, özellikle Hacı Arif Bey’de kuvvetle muhtemeldir.

     Sürelsan, Şevki beyin Uşşak eserlerinde özellikle farkına vardığı bu durumun kendinde olmaması arzusunu ise hiçbir zaman terk edememiştir. Bu düşünceleri doğrultusunda, en çok eser verdiği makam olan Rast makamında bestelediği on altı adet şarkının hiçbirisinde benzer motif bile kullanmaması O’nun bu konuda ne kadar “titiz” olduğunun en önemli göstergesidir.

     3. Sürelsan’ın Beste Verimliliği ve Dinlenebilirliği:

     Sürelsan’ın 1950-1960 yılları arası, (1950 ve 1960 dahil, notalar üstündeki tarih kayıtlarına göre) bestekarlıkta en verimli olduğu yıllardır. Bu süre içinde 55 (elli beş) esere imza atmıştır. 1953 ve 1954 yıllarında verimlilikte zirve yapan, müzikolojik bibliyografyası oldukça geniş olan bestekarımızın müzikolojik çalışmalarındaki ivme ise özellikle 50’li yılların sonlarından itibaren 1980 ortalarına kadar sürekli yükselen bir grafik çizer.

     Bestekarımızın beste yapmaktaki verimliliğini etkileyen faktörler, gene bestekarlığıyla ilgili başka bir çalışma konusudur.

     Elimizde bulunan 92 adet eserinin, bestelendiği tarihlere (son tashih ve yıl) göre dağılımı şöyledir:

     Tablo 2: İsmail Baha Sürelsan’ın Bestelediği Müzik Eserleri Adedinin Yıllara Göre Dağılımı:
İsmail Baha Sürelsan Kitabı Tablo - II

     Sürelsan’ın:

     1. Benzer ezgi motiflerinin tekrar edilmemesi için aklını ve zekasını sürekli beste yaparken bu konuya özellikle teksif ediyor olması ve,

     2. “Klasikleşmiş addedilen”; şarkı formu ve formun işlendiği makamın seyri anlayışından da hiç tavizde bulunmadan motiflerini ortaya çıkarabilmesi;

          a. Ortaya çıkarılan eserlerin “dinlenebilirlik” düzeyinin çok üst seviyelerde olmasına,

          b. “Kalifiye dinleyici”yi asla ve asla bir sıkıntı içine sokmamasına ve,

          c. Sürelsan’ın besteciliğinin seviyesinin ne kadar yukarıda olduğuna açık delilleridir kanaatindeyiz.

     4. Sürelsan ve Saz Eserleri:

     Saz eseri formlarında (kuvvetle muhtemel) eser vücuda getirme isteği olmayan Sürelsan’ın sadece iki adet bestesinin makam ve isimleri şöyledir: Buselik Peşrevciği ve Yegah Sözsüz Şarkı... Sürelsan, bir “saz eseri bestekarı olmadığını” sözleriyle sık sık vurgulamıştır. Aslında “saz eseri” ortaya koymaktan kaçınan Sürelsan’ın, bazı şarkılarının aranağmesinin de “dostum” diye nitelediği Münir Mazhar Kamsoy tarafından bestelenmiş olması başka bir verimizdir. Sürelsan, yaptıkları sohbetlerinde Kamsoy’dan “çok iyi bir aranağme bestekarı” nitelemesiyle de bahsederlerdi.

     Ayrıca Erol Sayan; güftesini Nedim’in yazdığı “Yeniden eski muhabbetleri tecdid edelim” mısraıyla başlayan, mahur, aksak, şarkı’nın aranağmesini bestelemiştir.

     4.1 Sürelsan ve Yegah Curcuna Şarkısı ile Yegah Sözsüz Şarkısı:

     Sürelsan’ın eser isminde belirttikleri gibi “sözsüz” olan şarkıda; ilginçtir “şarkı” formumuzun işlenişine, “güfte” ortada olmadan şahit oluyoruz.

     Sürelsan, önce besteyi hazırlayıp, sonra o besteye güfteyi giyindiren bestekarlarımızdan değildi. Bestelediklerinin esin kaynağı olan bir şiir mutlaka vardır.

     Nitekim; Sürelsan’ın, Dr. Halit Üzel’in “Eder mi bahtına tesir bu derdi böyle izharın” mısraıyla başlayan şiiri üzerine yazdığı, yegah, curcuna şarkısı; daha sonra güftesi çıkarılarak “Sözsüz Şarkı” haline getirilmiştir.

     Bu şiirin çıkarılarak, bestenin sözsüz şarkıya dönüştürülmesinin gerekçeleri “Sürelsan’ın şiirle tümleşik müzikal kaygıları” olsa gerektir. Kendi eserlerinden oluşan verdiği indekste sadece “sözsüz şarkı”nın bulunması ve daha sonraki icralarda şarkıyı sözlü olarak da kendisinin geçmiş olması, “sahibi olduğu müzikal kaygıların zaman içinde karşı koyamadığı bir ‘sevgi’nin izharına dönüştüğündendir” kanaatini taşıyoruz. Bu sevgiyle, önceden her ne kadar “sözsüz” de ortaya çıkarmış olsa, sonradan şarkı, sözleriyle icra edilmiştir.

     Bu durumu “mücerret” değerlendirmemiz sonucunda şöyle bir kanaate sahip oluyoruz: Bestekarın ortaya koymuş olduğu eserlerin, öz çocukları gibi olduğu çokça dile getirilmiştir. Bir baba, çocuğu nasıl olursa olsun, ondan vazgeçemiyor… Üstelik bestekar, eserlerinin sadece babası değil, aynı zamanda annesidir de!..

     4.2 Sözsüz Şarkı!

     İsmail Baha Sürelsan; “şarkı” formunda bulunması gereken “melodik sınırları” hiç dile getirmemiştir. Dile getirmemesiyle beraber, yazıya da hiç aktarmamıştır.

     Hal böyle iken, bir “şarkı”nın; sözsüz ve gene O’nun tarafından bir eser olarak ortaya konulması; “formun” şekillenmesinde ezginin aslında ne kadar önemli olduğuna dikkat çekici, önemli bir gösterge olsa gerektir.

     Sürelsan’ın yaptığından ayrı olarak, başka bestekarlar tarafından bestelenmiş sözsüz şarkılar da vardır. Ancak bunları besteleyen bestekarların hangi düşünceyle hareket ettikleri ve beste yaparken uyguladıkları disipl in(ler) konusunda bir fikrimiz olmadığı için bu bestekarlarla da ilgili kanaat belirtmekten kaçınmaktayız.

     Kıyasta, Sürelsan’ın sözsüz şarkısıyla diğer sözsüz şarkıların; bestekarların “form”a yaklaşımları açısından büyük bir farklılık taşımadıklarını söylemek mümkündür.

     Ancak, Sürelsan’ın Sözsüz Şarkı’sının, yegah makamında ortaya konulmasıyla; günümüzde çok az kullanılan yegah makamının öğretiminde kullanılabilecek güzel bir örnek meydana getirildiği düşüncesindeyiz. Bu sebeple Sürelsan’ın “Yegah Sözsüz Şarkı”sının didaktik açıdan önem taşıdığını düşünüyoruz. Ayrıca Sürelsan’ın eserlerinde kendiliğinden oluşan “imza”sının (üslup) şiir etkisi altında kalmadan, gene didaktik açıdan “Sürelsan’ın Beste Üslubu” konusunda önemli ip uçları verdiği kanaatini taşımaktayız.

     4.3 Sürelsan ve Buselik Peşrevciği:

     “Şarkı” formunun Sürelsan üzerindeki hakimiyetini “Peşrevcik” diye nitelediği eserinde de yer yer, tıpkı “sözsüz şarkı”da olduğu gibi müşahede ederiz:

     Bir saz eseri formumuz olan “saz semai”nin dördüncü hanesinin yaygın kabul görmüş “adetlerimiz” içinde “yürük semai” olması konusunda ısrarları, benim gibi talebeleri tarafından bilinen Sürelsan’ın; “yaygın kabul görmüş adet” olmasına rağmen, diğer saz eseri formumuz “Peşrev”de (pişrev) genellikle “büyük usul” seçiminden uzaklaşarak, “düyek” usulünü tercih etmesinin, peşrevin “kısa sürmesinden” daha çok “peşrevcik” diye nitelemeye sebep olduğu kanaatini taşımaktayız. Arel’in “minimini”sini andırır tarzda, “peşrevcik” gibi bir nitelemenin seçilmesi ise “Sürelsan Hoca”nın bizim müziğimiz meselelerinde çoğu onu tanımayan ve onu tanıyıp talebesi olmuş kişilerin dile getirdiklerinin tam zıddına “ne kadar tutucu bir müzikçi” olduğunu değil, “nerede taviz verilmesi gerektiğini bilip, gerektiğinde rahatça taviz verebildiğinin” işaretlerini bize net bir delil olarak sunduğu kanaatindeyiz.

     Diğer taraftan, “peşrevciğin” de “sözsüz şarkı” gibi şarkı formumuza ait bazı izler barındırması; Sürelsan’ın bestelemeye başladığı bir şiir etkisinde olduğunu sanki bizlere anlatıyor. Sürelsan’ın yakınında yer alan kişilerin beyanları, bu konuya açıklık getirecektir kanaatindeyiz. Eğer Sürelsan, yaptığı sohbetlerinde “Buselik Peşrevciği”nin nasıl bestelendiğine dair bir konuyu ele almışlarsa, bu peşrevciğin de “şarkı” formunun oluşumunda melodi ve/veya ezgi sınırlarının çizilmesinde anahtar rol oynayacağı düşüncesindeyiz.

     5. Sürelsan ve Dini İçerikli Formlar:

     Sürelsan’ın bestelediği dini içerikli formlar; 7 (yedi) adet “nefes” ve 2 (iki) adet “ilahi”den ibarettir.

     Bunların her birinde, O’nun şarkı bestekarlığının bir yansıması olarak “sanki” Şarkı’yı da bizlere yudum yudum içirdiği hissini kendimizde buluruz.

     Tam anlaşılamamış bir bestekarda ise böyle bir durum, olumsuz eleştirilere sebep olabilir.

     İsmail Baha Sürelsan’ın yapmış olduğu nefes ve ilahi formlarındaki besteleri, aynı formdaki “güzel” addedilmiş örneklerle kıyası yapılacak olursa; seçilen şiirlerin mükemmelliği hususunda, diğerlerinde olduğu gibi, kimsenin bir şüphesi olmayacağı açıkça ortadadır.

     İnceleyen kişileri, “şarkı”yla ilgili olumsuz düşüncelere götürme ihtimali olan unsur (melodik) motiflerdedir.

     Kullanılan motifler “şarkı” motiflerine sanki daha çok benzer gibi bir durum arz etmektedir. Fakat henüz “dini içeriği olan” ve “dini içeriği olmayan” bestelenmiş eserlerde de, melodinin (motiflerle) form üzerindeki etkilerini haiz bir araştırmaya rastlamadığımız için (gözden kaçırmış olmak ihtimali de dahil olmak üzere, 2007 Mart ayı itibariyle!) “formun ortaya çıkışında ‘ezgi’nin sınırı nasıl belirlediği” konusunda, bir nihai hüküm verebilmekten uzaklardayız.

     Zekai Dede’nin bazı ilahilerinde de gördüğümüz “meyan” kısmının, müziğimize aşina olan kişileri cezbenin üst doruklarına tırmandıran geçkilerini, Sürelsan’da da Zekai Dede’de olduğu gibi, ama geniş entervallerin sık kullanılmasıyla müşahede ediyoruz. Hatta Zekai Dede’nin ilahilerini geçerken bazı müzikçi arkadaşlarımızın “şarkı gibi” nitelemelerine de (sohbette) sıkça şahit olmuştuk. Ancak “şarkı gibi” nitelemesini “form-ezgi” ilişkileri tam ortaya konulmadan telaffuz etmek bizleri yanlışa götürür düşüncesindeyiz.

     Dini içeriğe sahip formlarımızda belirleyici ana unsurun “güfte” olduğu kanaatine sahip olanlardanız. Haliyle özellikle güfteye, bestekarın “kendi verdiği mana ile yaklaşımı”, formun da seçimine bir sebep olarak ortaya çıkmaktadır düşüncesindeyiz.

     Bir örnek vermek gerekecek olursa Selahaddin Pınar’ın, güftesi Yunus Emre’ye ait olan “Ben yürürem yane yane” mısraıyla başlayan şiir üzerine yaptığı neva, düyek, şarkı’nın “şarkı” formunda olup “ilahi” diye bestekar tarafından değerlendirilmemesinin; bestekarın “şiir” üzerinde yaptığı yorumdan kaynaklandığı kanaatindeyiz. Belki de aynı sebeple Pınar’ın bu şarkı’sının bazı kişiler tarafından hep “ilahi” form ismi konularak okunduğuna şahit oluyoruz.

     Sürelsan’ın ve diğer bestekarların eser ortaya koyduğu dini içerik taşıyan formlarda, belki “renk” kelimesini form içindeki bir unsur olarak kabul edip kullanarak, “Nefes ve İlahilerinde Şarkı rengi, kendini dinleyenlere hissettirir” gibi bir cümle kurmak mümkündür. Ancak bu mümkün olmak durumu “kıstas”tan da yoksun olmak durumundan kendini kurtaramaz! Bu yüzden Sürelsan’ın dini içerik taşıyan formlardaki eserleri hakkında yapılmış ve/veya yapılması muhtemel yorumlara; “formun belirlenmesinde ezginin nasıl bir sınır getirdiği” açıklamaları netlik kazanmadan taraf olmamız mümkün gözükmemektedir.

     Sürelsan’ın; güftesi Fuat Uluç’a ait, birinci mısraı “Bir bağ-ı riya bezm-i cihan gonce-i hak bir” olan, rast makâmındaki, “sofiyan” nefesini:

     1. Şimdiye kadar bestelenen nefeslerden, ezgisel açıdan “renk” farklılığıyla,

     2. Seçilen makamın karakteristiklerine uygun, net bir “şa-şa” veya “heybet”in bariz farkedildiği işlenişiyle,

     3. “Bektaşi Muhibbi” Sürelsan’ın, konu olan şiirle tam uyum içinde, büyük bir titizlikle, “basit” melodilerle, bestekarlıkta “büyük ustalık” sergilediğinin işaretlerini taşıyan bir “nefes” olarak kabul ediyoruz.

     Sürelsan’ın bu nefesi, diğer dini içerikli eserlerinden; geniş entervallerin çok daha sık kullanımıyla ayrılır. O kadar sık kullanmıştır ki, böylesi kullanımlara alışık olmayan kulaklar kendilerini farklı bir dünyada bulurlar.

     Bizim, bestelenmiş yedi adet nefes içinden bu nefesi örnek olarak seçmemiz, Sürelsan’ın diğer nefeslerinden bu eseri (özellikle) ayırmak için değildir. Yukarıda lafzen, detaylı teknik analize girmeden yapmış olduğumuz açıklayıcı maddeler, diğer altı nefes için de ayniyle geçerlidir. Nefeslerinin içinde “Menem” özel ismini taşıyan nefesi en dikkat çekici olan dini içerikli eseridir. Eserle ilgili analizler ve/veya yorumlar başka yazarlar tarafından çok güzel bir şekilde yapılmıştır.

     6- Sürelsan Bir “İddia” Sahibi Değildir!

     6.1 İddia Sahibi Olmadan Geleceğe Köprü Kurmak...

     Çocukluk ve gençlik devirlerinin geçtiği yıllar içinde; ülkemizin ekonomik, siyasi ve sosyal durumunun Sürelsan’ın bir insan olarak kişiliğinde oluşturduklarının (genel muhafazakarlık, kendi işinin dışında bir başka kişinin işine karışmamaya çalışması, “yenilik” adı verilen şeylere engin bir şüpheyle yaklaşması, var olan şüphelerini çeşitli çekincelerle dile getirmemesi, muhatab olduğu kişiyle yapılan görüşmelerde, kendisiyle görüşen veya herhangi bir şekilde ilişkiye geçen kişinin ortamdan “mutlu” ayrılması için çok çaba göstermesi, politize edilmiş ve ülke siyasetine mal edilmiş herhangi bir konuda menfi düşüncelerini gene çeşitli çekinceler sebebiyle hiç ifade etmemesi, vs…) ortaya koyduğu müzik eserlerinde de takip edilmesi ve görülmesi mümkündür. Bu açıdan Sürelsan’ın besteciliğine baktığımızda niçin “yenilik iddiası” taşımadığı hususunda kanaatlerimizi belirtebiliriz.

     Her ne kadar Sürelsan, bir “iddia” sahibi olmasa da eserlerinin neredeyse tamamında bir durumun varlığını da göz ardı edemeyiz!.. Bu göz ardı edemediğimiz durum, çağdaşı ve aynı zamanda yaşdaşı sayılabilecek bazı bestekarlarımızda da mevcuttur. Sürelsan bu bir kısım bestekarlarımızla beraber klasik asardan ödün vermeyen şarkı bestekarlığıyla kendinden sonraki devrelerde yer alan ve alacak olan bestekarlarımıza; kullandığı ezgilerle çok güzel “köprü” vermiştir kanaatindeyiz. Bu köprü kurma işinde sayın Mutlu Torun’un yapmış olduğu bir tespite katıldığımızı belirtmek isteriz. Torun, Sürelsan’ı anlattığı, henüz (maalesef) yayınlanmamış olan makalesinde bu durumdan şöyle bahseder:

     “Geleceğin Türk müziği bestekarlarının ondan öğreneceği çok şey var.”

     Torun, bu nihai kanaatini belirtmeden önce özellikle Sürelsan’ın “geniş entervallerini” detaylarıyla incelemiş ve melodi kurgulaması ile ritm arasındaki ilişkiye, tam anlamıyla “katıldığımız” bir yorum getirmiştir:

     “Müzik eserlerinde, ritm veya melodiden biri genellikle öne çıkar. Daha neşeli; sevinci veya hareketi ifade eden eserlerde ritm öndedir; dinleyicinin ilgisini daha çabuk çeker. Ticari amaçla yapılmış eserlerde, pek çok yöntem gibi bu da istismar edilir. İsmail Baha Sürelsan’ın tanınmış pek çok eserinde ritmi hemen yakalarsınız. Ancak melodileri de o kadar şahsiyetli ve hoştur ki, melodinin ikinci planda kaldığı hiçbir zaman düşünülemez. Güftesinden formuna, ritminden melodisine kadar herşey, ‘Benim eserim ticari değildir’ teşhisini doğrular.”

     6.2 İddia Sahibi Olmadan Başkalarına Benzememek:

     Klasik addedilmiş asarımızın şah isimleri; Itri, İsmail Dede, 3. Selim ve Zekai Dede’nin vücuda getirmiş oldukları, bizim müziğimizin şah-eserleriyle kendisini ölçeklendirme endişesi gütmemiştir. Aslında seyir açısından isimlerini saydığımız asarımızın işleyiş tarzından, her ne kadar hiç ayrılmamaya çalışmışsa da, klasik addedilen asara bağlılığı onda “tek-düze” bir makam anlayışı izini ortaya çıkarmaz. Haliyle bu makam seyri anlayışı, dinleyenlerde bir bıkkınlığı da getirmez.

     Kullanmış olduğumuz “tek-düze” kelimesi klasikleşmiş addedilen makam seyrini “sıradanlıkla suçlamak” için değildir. Alışılmış makam seyri içinde ezgileri ustaca bulup ortaya çıkarışı ve melodik kurgulama esnasında kullandığı entervallerin, seyrin klasikleşmiş havasını adeta değiştiriyor gibi müziğimize aksettirmesi ve gene çoğunlukla çok güzel bir sürpriz şeklinde karşımıza geliveren geçkilerinde de kendisine mahsus olan bu havayı aynı eser içinde sürekli zinde tutması, Sürelsan’ın adeta seyri değiştiriyormuş gibi bir intibaı ortaya koymasına sebeptir. O’nun kullandığı ezgilerle defalarca geçtiğimiz aynı yolda, “Sürelsan rehberliğinde” mesafe katetmeye başlayınca; önceden hiç görmediğimiz, çok farklı manzaraların seyredilebileceğine şahit oluruz. Var olan bu ana yol üstünde (makam seyri) böylesi manzaraları (Sürelsan’ın melodik özellikleri, kullandığı entervaller ve geçkileri) bulup ortaya çıkarışı klasik addedilen makam ve form işlenişinde aslında hiç mi hiç “tek-düze”liğin olmadığını ve tam tersine “mono-ton”laştırmamanın, “tek-düze”leştirmemenin mümkün olduğunu bizlere ispat eder.

     Sanki Sürelsan terkibi önceden yapılmış bir makam içinde değil, kendi terkib ettiği makam içinde yol alıyormuş intibaını oluşturur. Halbuki Sürelsan, terkibin aslından zerre ödün vermeyen, klasik addedilen asara sıkı sıkı bağlı bir bestekarımızdır.

     Doğrusu Sürelsan’ın Suzidilara bir eser de bırakmış olmasını çok arzu ederdik. Böylece çok sevdiği 3. Selim’in terkibinin içinde bize hangi manzaraları göstereceğinin merakını gidermiş olurduk. Hayatı süresince yeni bir makam terkibi konusunda hiçbir çalışma ortaya koymamış olan Sürelsan’ın, melodik kurgulama yaparken kullanmış olduğu entervallerin genişliğiyle kendi terkibinin içinde neler yapabilecek olduğunun hayali gözlerimizi kamaştırmakta ve kendimizi bunun hayalinde bile aciz hissetmekteyiz!.. Sürelsan’ın kullandığı bu geniş entervaller, Sürelsan’ın bestecilik anlayışında üslubunun bir parçası halindedir.

     Makamı eserlerinde işlerken, kalıplaşmış melodik kurgulardan özellikle kaçınmıştır. Bu sebeple aynı müzikal devreyi paylaştıkları bir-kaç bestekarımız ile bir açıdan benzerlikleri oluşur. Bu benzerlik kesinlikle kullanılan motiflerden değil, besteleme işine yaklaşırlarken dikkatlerini özellikle “benzememek hususunda” sarfetmiş olmalarındandır kanaatindeyiz.

     7. Sürelsan ve Pişmanlık Eserleri: “Yüz Karalarım”

     7.1 Hatıraları Hatırlamak:

     Sürelsan; kütüphanesinde bulundurdukları bir dosyadan, sohbetlerinde hep bahsederlerdi. Bu dosyanın isminden “yüz karalarım” diye söz ederlerdi. İçeriğinde nelerin olduğunu bilmediğimiz bu dosyayı hep merak etmişizdir. Ancak Sürelsan’ın bu dosyadan bahsederken çok büyük bir pişmanlık ifadesini jest ve mimiklerinde sergileyerek dizlerine, sağ ellerini vurarak pekiştirme hareketlerini de çok görmüştük. Bu konuşmalarını ve hareketlerini sadece özel sohbetlerde değil, topluluk çalışmalarında, bütün topluluk üyelerinin önünde de yapmışlar, “yüz karaları”ndan sıkça bahsetmişlerdir.

     Bizler de şöyle düşünür ve gülerdik:

     “Hocanın ‘yüz karalarım’ dediği, Allah bilir, şah eserlerdir!..”

     7.2 Dosya İçeriği:

     Sürelsan’ın “yüz karalarım” diye nitelediği ve dosyanın üzerine de aynı tamlamayı yazmış olduğu içeriğinde, toplam 7 (yedi) adet eser vardı.

     Eserlerin tablosu şöyledir:

     Tablo 3 – Sürelsan’ın “Yüz Karalarım” İsmini Verdiği Dosya İçindeki Eserler:
İsmail Baha Sürelsan Kitabı için Tablo - III

     7.3 Tablodaki Eserler Hakkında Açıklama 

     1 Numaralı Eser:
     “Kudmanizade Şamlı İskender” nota yayınlarından olup 970 numaralı notasıdır. Ön yüzünde üst tarafta, farklı bir kaligrafi ile “Müntehabat” yazmaktadır. Altında “Hasret gibi” kelimeleriyle şarkının ismi, onun da altında İsmail Baha Sürelsan’ın kuvvetle muhtemel o yıllara ait, kravatlı bir portre fotoğrafı bulunmakta, bu fotoğrafın da altında “Beste: İsmail Baha Bey” yazmaktadır. Fotoğrafın hemen yanında Sürelsan’ın kendi el yazısı ile, Latin harfleriyle: “Ankara Gazi Orman Çiftliği 25/Teşrinievvel/1931” notu düşülmüştür. Arka yaprağında ortada, eserin güftesi ve en altta da Şamlı İskender’in fotoğraflı malum adres ve telefon numarası belirtilmiş baskısı mevcuttur. Notanın kendisinin yer aldığı içteki sayfalarda, eser başlığının hemen yanında Sürelsan’ın gene kendi el yazısı ile: “Ekim 1931 Ankara Gazi Orman Çiftliği” notu mevcuttur. Eser başlığının sol alt kısmında matbaa baskısıyla: “Beste: Kemani İsmail Baha” yazısı net olarak okunmaktadır.

     2 Numaralı Eser:
     “İstanbul Nümune Matbaası”nda basılmış olduğu arka sayfasında, altta yer alan yazıdan anlaşılan notanın, hemen matbaanın ismini belirten baskının üzerinde tam sayfa “Ayrılış” başlığıyla şiirin dört dörtlüğü yazılmış ve altına da şairinin ismi, “Fevziye Aptullah” ilave edilmiştir. Notanın ön sayfasında, üst kesim sola yakın kısımda, sahifenin yarısını kaplayan, oval baskı yapılmış, Sürelsan’ın kuvvetle muhtemel o yıllara ait, kıvrık yakalı gömlek üstünde kravatlı ve gözlerinde gözlük bulunan bir portre resmi basılı. Oval resmin sağ yanında yukarıdan aşağıya doğru harfler sıralanarak, birinci sütunda “Tango” ve ikinci sütunda da “Ayrılış” kelimeleri bulunmaktadır. Resmin altında: “Beste: İsmail Baha” ve onun da altında “Güfte: Fevziye Aptullah” yazmaktadır. Güfte yazarının hemen isminin altında daha büyük puntolarla matbaa baskısı “1934” tarihi ve onun sol tarafına Sürelsan’ın kendi el yazısı ile sonradan ilave edilmiş ’18-1’ harf ve işaretleri yazılmıştır. Gene kuvvetle muhtemel “18-1-1934” beste tarihini ifade ediyor diye mana verdiğimiz notanın ön sayfasının sağ alt köşesi, Sürelsan’ın gene kendi el yazısıyla “İsmail Baha” imzasını taşımaktadır.

     3 Numaralı Eser:
     Sürelsan’ın tamamen kendi el yazısıyla kaleme alınmış nota fotokopisi; makam, form, usul, metronom değeri, bestekarın ismi (İ. B. S.) ve beste tarihini, Sürelsan’ın karakteristik yazısıyla taşımakta ve hemen altında da eserin notası tamamen yer almaktadır. Nota altlarına güftenin yazılmamış olduğu bu eserde, nota sayfasının altına, Ziya Eper’e ait “Sazenden efendim yine tanbur ile gelsin” murabbaı farklı bir kağıt üzerine yazılıp, bölgeye göre kenarları kesilerek yapıştırılmıştır. Şiir de Sürelsan’ın kendi el yazısı ile yazılmıştır.

     3 Numaralı Esere Ek Açıklama:
     Yazılan sayfaya yapıştırılmış olan güfte; Sürelsan’ın Şehnaz Buselik, aksak, şarkı’sında işlenmiştir.

     Bu 3 numaralı eserin notasının altındaki güftenin, “sehven” yapıştırıldığı kanaatindeyiz.

     4 Numaralı Eser:
     Sürelsan’ın tamamen kendi karakteristik el yazısıyla kaleme alınmış, arşivimizdeki kendi el yazması notalarından bir farklılığı barındırmayan, nota fotokopisidir.

     5 Numaralı Eser:
     Sürelsan’ın tamamen kendi karakteristik el yazısıyla kaleme alınmış, arşivimizdeki kendi el yazması notalarından bir farklılığı barındırmayan, nota fotokopisidir.

     6 Numaralı Eser:
     Nejat Yertut’un nota hattıyla kaleme alınmış olan eserin notasının fotokopisidir. Üzerinde beste tarihi yer almamaktadır.

     7 Numaralı Eser:
     Sürelsan’ın tamamen kendi karakteristik el yazısıyla kaleme alınmış, arşivimizdeki kendi el yazması notalarından bir farklılığı barındırmayan, nota fotokopisidir.

     7.4 Tartışma:

     Sürelsan, özel hayatını açıktan açığa konuşan bir kişilik yapısında değildir. Nev’i şahsına münhasır titizliğini hayatının son demlerine kadar devam ettirmiştir. Kendisinin sık denilebilecek sayıda, böyle bir dosyanın varlığından sohbetlerinde kişileri haberdar etmesi ve dosyanın üzerine açıkça “yüz karalarım” diye yazarak bu dosyayı sürekli muhafaza etmesi; O’nda “bu dosyayı imha etmek ve gözlerden tamamen uzak tutmak” gibi bir düşüncenin varlığına işaret etmese gerektir. Bir kısmı zaten matbaa baskısıyla “zamanında” dağıtılmış ve hatta satılmış bulunan bu notalardan, çoğu meraklının arşivinde bol miktarda bulunduğu da “kuvvetle muhtemel” bir tahminimizdir. Ayrıca matbaa baskısı yapılmayan notaların bazıları Sürelsan’ın (bazı) talebelerinin elinde de mevcuttur.

     Şüphesiz, hatırlanmak istemeyen bir kısım hatıraları da barındıran bu eserlerin “tamamen” hangi sebeplerle “yüz karası” olarak nitelendiğinin nedenlerini söyleyebilmemiz tam anlamıyla mümkün değildir.

     Teknik açıdan eserler incelendiğinde Sürelsan’ın beğenmeyeceği ve istemeyeceği bazı “kusur”lara rastlamak ve bunları konuşmak mümkündür. Fakat bu makale kapsamında eser analizlerine girilmemiştir.

     2 (iki) numaralı eser olan “Tango”:

     Sürelsan için çok önemli bazı tahlilleri ortaya koyabilmeye sebep olabilecek izler taşımaktadır. Bu izlerden en önemlisi, eserin üç sesli yazılmış olmasıdır. Birinci ana sesten sonraki diğer iki ses, sol ve fa anahtarlarıyla yazılmış piyano partisyonlarını içermektedir.

     Bu piyano partisyonlarının bestekarının İsmail Baha Sürelsan olup olmadığı konusunda tereddütlerimiz vardır. Eğer bu partisyonlar bir başka kişi tarafından yazılmışsa veya Sürelsan tarafından yazılmışsa yorumlarımız farklılaşacaktır. Özellikle Sürelsan tarafından bestelenmiş olduğu kesinlik kazanacak olursa, Sürelsan’ın eserlerindeki geniş entervalleri “niçin” kullandığı hususundaki yorumlarımız da bundan etkilenecektir.

     Sürelsan’ın kendi el yazısıyla tarih koymuş olduğu matbaa baskısı notalarda, sırasıyla 1931 ve 1934 tarihleri ile kendi el yazısı notalar arasındaki en eski tarih olan 1950 tarihi arasında 16 (onaltı) sene fark vardır. Bu kadar uzun bir zaman aralığı içinde başka hiçbir eserinin elimizde bulunmayışı da manidar olup, bunun sebeplerini açıkça ortaya koyabilmek için, ayrıca başka çalışmalar yapmak gerekliliği vardır.

     Sürelsan’ın “ilk” eserinin ne olduğu konusunda; sohbetlerinden, kendileriyle yapılan röportajlardan ve hakkında yazılan yazılardan, herhangi bir bilgimiz mevcut değildir. 1931 tarihini taşıyan notaya göre Sürelsan’ın ilk eserini 19 (ondokuz) yaşında ortaya koymuş olması ihtimali yüksektir.

     1 numaralı şarkısında, “besteci”nin isminin “Kemani İsmail Baha” diye yazılması da ilginç bir durumdur. O devirlerde günümüzden daha sık yapılan bir baskı hatası olması ihtimali kuvvetlidir. Diğer taraftan “kemani” sıfatıyla bir “müstearlaşma” da söz konusu edilebilir.

     Eserin melodik kurgulamasına bakıldığında çok basit bir yapıya sahip olması, “üçleme”lerden oldukça zengin, “alışılmış” motiflerin kullanılması; Sürelsan’ın aşina olduğumuz üslubu düşünüldüğünde bir tezatı, hızlı bir şekilde gözlerimizin önüne sermektedir.

     Bu eserin Sürelsan’ın “ilk denemelerinden birisi” olması ihtimalini de “kuvvetle muhtemel” diye düşünmekteyiz.

     7.5 Sonuç:

     Sürelsan’ın eğer ortadan yok etmek isteseydi rahatça yok edebileceği “yüz karalarım” ismini taşıyan dosyasındaki eser notaları, kendilerinin radyo repertuvarına da girmiş olan ve “Keşke keselerle altın verip geri almak mümkün olsa. Ama bir kere çıktı artık!” diye bahsettiği notalardan olduğu aşikardır. Tek farkla: dosya içindekiler radyo repertuvarında bulunup, halka işittirilmiş şarkılardan oluşmuyor.

     Burada sanatkarımızın, bizi cezbeden bir erdemine şahit oluyoruz. Bu erdem, bizler fark edemesek de, kendilerinin farkında oldukları “hata, yanlış, kusurlu veya olmaması gereken” diye düşündükleri bir şeyleri, dosya içinde toplamaları ve adeta bizlere sunmalarıdır. Bu sunmanın altında yatan sebebin, Sürelsan’ın üzerine çok iyi oturmuş “hocalık” kıyafetinden kaynaklandığı ve talebelerine, takipçilerine merhum olduktan sonra bile ders vermeye devam ettiklerinin inancını taşıyoruz.

     Merhum Cinuçen Tanrıkorur, ricamızı kırmayarak kaleme almış oldukları Sürelsan’la ilgili kısa biyografide Sürelsan’ın şu beyanını nakletmişlerdir:

     “Kendi sözlerinizin mahkumu olmamak için ağzınızdan çıkanlara çok dikkat edin. Elimde olsaydı bestelerimin bir çoğunun notasını imha ederdim, ama yayıldığı için artık toplamam mümkün değil.”

     Ve Tanrıkorur bu cümlelere, kendi düşüncelerini ilave etmişlerdir:

     “Siz bu yücelikte bir hocalığı ve meslek ahlakını başka kimde gördünüz? Ben kimsede görmediğimi rahatça söyleyebilirim.”

     “Yüz karalarım” nitelemesini dosya üzerine, kendi el yazılarıyla yazıp ilan edecek kadar kendisine acı veren Sürelsan’ın, bestekarlığı değerlendirilirken bu eserlerinin “menfi unsurlar” olarak ele alınmasını, doğru bulmadığımız yönünde kanaatimizi ifade etmek isteriz. Ayrıca Sürelsan, ancak “toplayabildiklerini” bu dosya içine koymuşlar, bunu da yaparken “erdem” dersi vermişlerdir .

     8. Bestesi Ortada Gözükmeyen Güfte ve Hocam İsmail Baha Sürelsan’a Tazim:

     Sürelsan’ın kendi elyazısıyla yazmış olduğu notalar, geçmiş devrede fotokopi olmadığı, teksir ile çoğaltma yöntemi de imkan dahilinde bulunmadığı için, kendisi tarafından da defalarca kaleme alınmıştır. Elbette her tekrar, hata yapma ihtimalini de beraberinde getirir. Bu ihtimal, hiçbir zaman sıfır mertebesine inmez.

     Sürelsan, bu nota aktarımlarından birisinde çok hoş bir yanlışlık yapmışlardır.

     “Sazenden efendim yine tanbur ile gelsin” mısraıyla başlayan, Şehnaz Buselik, aksak şarkısının en altına şiirin tamamını yazarken, bambaşka bir şiir kalemlerinin ucundan kağıda aksetmiştir.

     Şiir; Dr. Halit Üzel’e aittir. Elimizde var olan eserlerin arasında bestelenmişi mevcut değildir.

     Sürelsan’ın besteleyip bestelemediğini henüz bilmediğimiz bu şiiri, makalemin sonuna kaydetmek istedim.

     Bir talebeye şevk veren, hocasının gülüşüdür. O gülüş, kimi zaman talebeye verilen takdirdir, kimi zaman “Ah! Be yavrum, o öyle olmaz”ın müstehzi, fakat şefkat içerikli yüz mimiğidir, kimi zaman da tekdiridir...

     Şu demlerde, aynada göz bebeklerime baktığım zaman, merhum hocalarımı göz bebeklerimde görüyorum. Bu hocalarımdan birisi İsmail Baha Sürelsan’dır.

     Bu, yanlışlıkla yazılmış, bestesini bilmediğimiz şiir ile hocama tazimde bulunmak ve şiirden böylece haber vermek istiyorum:

     Bi-hude kaçırma gözünü sevgili benden
     Bak hasretinin aksini gör gözbebeğimde
     Gönlümde, hayalimde yaşarken senin handen,
     Bak hasretinin aksini gör, göz bebeğimde

     ******** 

     Antalya, Nisan 2007
     Dr. Mehmet Emin Kakan

     Ek: İsmail Baha Sürelsan’ın makam, usul, form, güftekar, güfte başı ve beste tarihine göre oluşturulmuş 92 adet eserini içeren tablo (Tablo 4)

     Tablo 4: İsmail Baha Sürelsan’ın Müzik Eserlerini İçeren Tablo:
İsmail Baha Sürelsan Kitabı - IV-I. Tablo
İsmail Baha Sürelsan Kitabı - IV-II. Tablo
İsmail Baha Sürelsan Kitabı - IV-III. Tablo
______________________

[1] Antalya Tabip Odası Müzik Topluluğu Yöneticisi
[2] Bu 92 adet eseri içeren indeks, ekte (Tablo 4) verilmiştir.
[3] Makale yazıldığı sırada İstanbul Üniversitesi Türk Musıkisi Konservatuvarı “Doçent” Öğretim Üyesi (1999). Şu anda Haliç Üniversitesi Türk Musıkisi Konservatuvarı “Profesör” Öğretim Üyesi (Nisan 2007).
[4] Sayın Torun'un bizim isteğimizle kaleme almış oldukları "İsmail Baha Sürelsan'ın Besteciliği Hakkında" başlığını taşıyan makale, "Farklı Kalemlerden İsmail Baha Sürelsan" kitabının baskıdan geri çekilmesi sebebiyle yayınlanamamıştır (2000).
[5] Özel arşivlerinde bulundurdukları notaların fotokopileri için sayın Av. Cemal Cahit Hordacı'ya teşekkür ederiz (07.04.2007).




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5790839
Online Ziyaretçi Sayısı:9
Bugünlük Ziyaret :1058

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.