16.04.2016 / Burçak Evren - Yeşilçam’dan Son Yapraklar


    
Rastlantılar hep “Yeşilçam” filmlerinde olacak değil ya, bu kez tam tersi oldu. Ölüm; bildik rastlantıları filmlerinde cömertçe kullanan “Yeşilçam”ın emektarlarından Ülkü Erakalın’ı “İstanbul Film Festivali”nde ödülünü alacağı günde buldu. Hani, kimi filmler fena halde yaşama benzer derler ya, işte öyle bir şey.

 

     Erakalın’ın anılarını topladığı kitabının adı “Yeşilçam’dan Son Yapraklar”dı. Şimdi ne “Yeşilçam” kaldı, ne de “Yeşilçam”ı “Yeşilçam” yapan Ülkü Erakalın gibi son yapraklar. Önce perdeden, şimdilerde de bir bir yaşamdan göç edip gidiyorlar.

 

     Ülkü Erakalın da “Yeşilçam”ın bir çok yönetmeni gibi, sansürün olabildiğince kısıtlayıp çelme taktığı sinemamızda, tercihini yapımcıların hoşnut kalacağı tecimsel filmlerden yana yapıp, bir dönem “Yeşilçam”ın en fazla film çeken yönetmenleri arasına girdi. Bir yaşama 160 küsur film birden sığdırdı. Bu sayı yalnızca bizim sinemamız için değil, belki de dünya sineması için de bir rekor oldu.

Erakalın, belki de “Yeşilçam”ın en şanslı yönetmenlerinden biriydi. Ne O eleştirmenleri taktı, ne de biz eleştirmenler O’nun filmlerini. Hemen hemen tüm starlarla çalıştığı halde ticari kalıpları zorlamayıp, kendi bildiği öyküleri anlatıp durdu. Yönetmen olarak öveni yoktu ama, seyircisi pek çoktu. O da, ikincisini tercih etti.

 

     Oysa ki Erakalın, bir çok yönetmenle kıyaslandığında bir çok avantajları olan bir yönetmendi. Sanat eğitimi görmüş, bir süre gazetecilik yapmış, müzikle içli dışlı olarak yönetmenliğinin yanısıra müzisyenliğini de sürdürmüştü. Bir bakıma “Yeşilçam”ın resmi türü olan melodramlar adeta O’nun için yaratılmış, O’nun melodramlara, melodramlar türünde O’nun anladığı ve sevdiği sinemaya sonsuz olanaklar sunmuştu. Bir bakıma Erakalın umutsuz, tamamlanmamış, yarım kalmış sevda öykülerinin acılarını dudaklarda çığlık yerine, gözlerde yaş yapan bildik, alışık sinemanın prensi gibiydi. Melodramlar Ülkü Erakalın’ın sinemasına bir çok şey katmıştı ama, O da doğrusunu söylemek gerekirse bu türe kendinden çok şey katmanın üstesinden gelmişti.

 

     Erakalın 160 küsur filmlik sinema yaşamına yerli ve yabancı film-roman uyarlamalaryla başlamıştı. d’Ennery’in aynı adlı yapıtından “İki Yetim”e, Colette’in yapıtından “Kırmızı Karanfiller”, George Stewens’in “A Place in the Sun”ından “Bütün Suçumuz İnsan Olmak”, William Wyler’in “Roman Holiday”inden “Muhteşem Serseri”, Charlie Chaplin’in “Limelight”ından “Serseri Aşık”, Billy Wilder’ın “Sabrina”sından “Şoförün Kızı”, Joshua Logan’ın “Fanny” filminden “Uzakta Kal Sevgili”, “Der Postmeister”den “Silah Gül”, King Vidor’un “Duel”inden “Kanlı Sevda” ve daha saymakla bitmeyecek niceleri. Tamı tamına, bir yaşama sığan 160 küsur film... Tümü de melodram, tümü de -seks furyasında yaptıklarını saymazsak- aşk filmleri... Bir bakıma Türk sinema seyircisi yoksulluk duvarlarının -sonu kimi zaman umutsuzca bitmesine karşın- aşkla yıkılacağını O’nun filmleriyle bir bilet karşılığında görüp öğrenmişti. Bu da az şey olmasa gerek...

 

     O her şeye karşın bir İstanbul çelebisiydi. Kibardı, naifti, duygusaldı... Yolumuz O’nun filmleriyle düş şatolarının loş salonlarında pek fazla kesişmemiş olsa da, “Cadde-i Kebir”in o çılgın kalabalığında selamımızı birbirimizden hiç esirgemedik.

 

     Kısacası Ülkü Erakalın anılarını topladığı kitabına verdiği ad gibi, “Yeşilçam”ın artık zaman açısından iyiden iyiye yaşlanmış, o unutulmaz ve de bundan böyle de unutulmayacak o görkemli ağacının, ilk bahara nispet yaparcasına düşen son yapraklarından biriydi...

 

     Aydınlık Gazetesi - 16.04.2016, Cumartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767470
Online Ziyaretçi Sayısı:11
Bugünlük Ziyaret :182

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.