Latif Bolat - İran Sinema ve Müziğinin Dünyadaki Zaferi Üzerine Birkaç Söz ve Biz!


    
ABD’nin İran’a karşı en güçlü şekilde yaptırımlar oluşturup İran’ı zorla dize getirmeye çalıştığı günlerde İran’lı yönetmen Ashgar Farhadi “Bir Ayrılık” adındaki filmi ile bu yılın “Oscar”ının “En İyi Yabancı Film Ödülü”nü alırken yaptığı konuşmada sanki dünyaya bir insanlık dersi veriyordu:

 

     “Savaşın, korkutmanın, aşağılamanın politikacılar arasında karşılıklı olarak ortalığa saçıldığı bu ortamda, İran ağır bir toz bulutu altında saklanmış olan zengin ve görkemli kültürü aracılığı ile konuşmaktadır burada. Bu ödülü büyük bir onurla, tüm kültürlere ve medeniyetlere saygı gösteren ve düşmanlık ile dargınlığı reddeden halkıma armağan ediyorum.”

 

     Bu zafere benzer bir durum da “Cennetin Çocukları” adlı İran filmi ile 1997’de yaşanmıştı. Ama o zaman “Oscar Ödülü” İtalyanların “Hayat Güzeldir” filmine gittiği için Farhadi’nin bu yılki zaferi daha da büyük bir anlam kazanmakta elbette.

 

     Aslında “Oscar”ların yanı sıra dünyanın hemen her ülkesinde yapılan irili ufaklı tüm film festivallerinde İranlı yönetmenlerin filmleri ardarda en iyi film ödüllerini kapmakta son 20 senedir. İran Şahı’nın günlerinden bugünlere İran’da neler değişti bu alanda ki böyle muazzam bir gelişme sağlandı sinema alanında? Hatta bu soruyu İran’ın müzik alanında gösterdiği muhteşem gelişmeler konusunda da sorabiliriz.

 

     30 Senelik Değişimin Özeti

 

     O zaman gelin sizlerle kültürel ve tarihi bir gezi yapalım son 30 senelik zaman dilimi için ve görelim İran nereden nereye gelmiştir. Bu geziyi yaparken İran’ın yanıbaşındaki ülkemizin aynı alanlardaki durumunu da paralel bir şekilde izleyelim. Böyle bir tahlil yapmadan İran’ın mevcut rejiminin altında yarattığı kültürel devrimi anlamak mümkün olmayacaktır.

 

     Bir uyarı; bu naçizane tahlilde bazı ezberlenmiş kavramlara da dokunacağımız için, okurun yüreğini geniş tutmasını ve tepki göstermeden önce biraz düşünmesini salık veririz. Mesela “fikir özgürlüğü” gibi kavramlar. Zaten bilimsel tahlil yaklaşımı da bunu gerektirir. Haydi o zaman...

 

     Şah Rıza Pehlevi’nin idaresi altında bir Batı sömürgesi durumuna getirilen İran’ın kültür ve sanat hayatını öyle yakından bilmemize gerek yok. Çünkü özellikle de son 10 senedir memleketimizin bu alanlardaki değişimi İran Şahı’nın günlerine o derecede benzemektedir ki! Örnek mi istersiniz; alın sinemayı. Herkesin hemen herşeyi film konusu yaptığı, “fikir özgürlügü” adı altında insanları uykuya ve yılgınlığa sevkedecek karamsarlık abidelerinin çağdaş sinema adı altında sunulduğu günlerdi onlar. Vurdulu kırdılı Mafia tiplerinin, seksi sarışınların veya kötü kadınların bininin bir para olduğu, uyuşturucu kullanımının en detayına kadar gözlere sokulduğu, sözde komedi adı altında ülkenin kültür değerleri ile dalganın geçildiği bir ortamdı. Yani “fikir özgürlüğü” her taraftaydı, Şah’ın politikalarına eleştiri getirmediğin müddetçe. O zaman zindanlarda yer beğendiriyorlardı size.

 

     İran’da Sanat Alanında Batı Rüzgarları Dönemi

 

     Müzik konusunda da Şah Rıza Pehlevi zamanı Batı müziğinin, Batı kültür değerlerinin müziğin her türlüsünü etkisi altına aldığı bir zamandı. Bizim şimdi katlanmak zorunda kaldığımız popçulardan geçilmezdi İran sahneleri. Belki geleneksel müziğin durumu bizdeki kadar kötü değildi o zamanlar ama yine de İran müzik dünyasının gidişatı hep Batı etkileri yönüne doğruydu. Batının da en değersiz müzik geleneklerine öykünme yolu ile gidiyordu İran müzisyenleri.

 

     Sonra 1979 İran devrimi geldi. Herşey değişti. Politikadan sosyal hayata, kültürden dini hayata herşeyin başkalaştığı bir zaman oldu. Politik eğilimimize göre İran molalları kötü de olabiliyorlardı, iyi de. Dışarıdan bakan herkes kendi dünya görüşü ve hayata karşı duruşu ile bir fikir sahibiydiler İran rejimi konusunda.

 

     Bu yazının amacı İran devrimini tartışmak olmadığı için 1979’dan sonra politik alanda neler olduğunu konuşmayacağız. Ama dost düşman herkesin üzerinde hemfikir olduğu birşeyler de oldu İran’da devrimden sonra: İran filmleri birdenbire dünya sinema festivallerinde ve yarışmalarında hep bir numara olmaya başladı. Mesela Abbas Kiarostami, Majid Majidi, Bahman Ghobadi, Dariush Mehrjoui ve son olarak ta Asghar Farhadi’nin filmleri Amerika’nın en küçük şehirlerinin sinemalarında bile kapalı gişe oynuyordu.

 

     Biraz Sansür Biraz Daha Özgürlük mü Getirdi?

 

     Aynı gerçeklik kendisini İran’ın klasik ve geleneksel müziği alanında da gösterdi. Tüm dünyadaki “Dünya Müzik Festivalleri”nde İranlı müzisyenler en başarılı gruplar arasına girip İran’ın 3000 senelik kültür birikimini başarıyla dünya aleme gösterdiler. İran’ın en büyük erkek şarkıcısı Muhammed Rıza Shejarian dahil olmak üzere, Hussein Alizadeh, Lotfi, Shahram Nazeri, Kayhan Kalhour gibi en ünlü İranlı müzik adamları tüm yabancı festivallerin ve radyo istasyonlarının en çok aranan Doğulu müzisyenleri haline geldiler. Onların konserleri Los Angeles’ten Londra’ya, New York’tan Paris’e binlerce kişinin kaliteli müzik dinleme adresi oldu.

 

     Kökeninde ne vardı bu değişikliğin acaba? Elbette bu tür sosyolojik bir durumu açıklamak için birilerinin bir doktora tezi yazması gerek. Çünkü konu çok ağır ve çetrefillidir. Ama bizim üzerinde durmak istediğimiz konu uygulanan “biraz sansürün” ne kadar “çok olumlu” sonuçlar verebileceğini göstermektir. Bu cümleden sansürü savunduğumuz çıkmasın. Elbette aydın olan birinin sansürün hiçbir türlüsünü savunmayacağı kesindir. Ama Türkiye’mizdeki kültürel durumu gözden geçirip İran’da olan bitenle karşılaştırdığımız zaman ortada bir sorun olduğu çıkmıyor mu sizce de?

 

     Pratikte bu şöyle işliyor bizce: İran devleti sinemacılara diyor ki, filmlerinizde seks olamaz, çıplak kadınlarla doldurulan sahneler olamaz, en detayına kadar öpüşen ve sevişen insanlar olamaz, silahlı çetelerin ortada dolaştığı mafyacılık olamaz, uyuşturucu reklamının yapıldığı hikayeler olamaz, kör gözüm parmağına cinsinden politika yüklü mesajlar olamaz, yabancı kültürlerin reklamı olamaz ve bunun gibi birsürü şeyler olamaz. Ne olabilir o zaman? Bunların dışında herşey olabilir!

 

     Siz Olsaydınız Ne Yapardınız?

 

     Kendinizi bir İran’lı senaristin veya film yönetmeninin yerine koyunuz bu durumda. Filminizde ne anlatabilirsiniz ki? Özgürlüğünüz bu derecede sınırlanmışsa anlatacak ne bulabilirsiniz ki? Kaleminizi ve kameranızı çantanıza koyup, bu işten vazgeçtim deyip Los Angeles’e taşınmak seçeneğiniz de varsa? İran’ın bir sürü sinemacısı ve müzisyeni aynen bu son seçeneğe sarıldı ve terkettiler İran’ı, “Tehrangeles” adı da verilen Los Angeles’e taşındılar hep birlikte. Ve orada kaybolup gittiler. Sonsuz özgürlükleri vardı Kaliforniya’da ama sanatlarında ilerleme yapamadıkları bir yana, tümden yittiler o kültürel kargaşada.

 

     Müzik alanında da sinemaya benzer bir gelişme yaşadı İran. Pop ve Batı kaynaklı milli olmayan kültürün etkisinde müzik yapmanın şartları ortadan kaldırılınca müzisyenlerin çoğu Batıya, özellikle de “ABD”ye taşındılar. İranlıların en ünlü şarkıcıları, bestecileri ve müzisyenlerinden bazıları bu yolu seçti ve İran dışındaki diasporanın kültürel faaliyetlerine tıkanip kaldılar. Çünkü taklitçiliğine soyundukları Batı’nın en ucunda yaşamaktaydılar artık. Ve Batılılar kendilerinin kötü bir taklidini dinlemediler. Bu büyük müzik insanları da Batı toplumları içinde köklerinden koparılmışçasına yok olup gittiler.

 

     İran’ı Terketmeyen Filmciler ve Müzisyenler Ne Yaptılar?

 

     İran’da kalanlar ne yaptı? Sınırları çizilmiş bir özgürlük tablosu içinde beyinlerini patlatmak zorunda kaldılar en güzel senaryo için, en güzel hikaye için, en güzel film için ve en güzel müzik için. Yani diyalektik bir şekilde zıtların birliğini yaşadılar. Fikir özgürlüğünüz kısıtlı ama kısıtlanmış bölge içinde sonsuz bir özgürlük kazanmış oluyordunuz. İnce olmak zorundaydınız artık, zarif olmak zorundaydınız, kaba saba sanatçılıkla işi götüremiyordunuz artık. Ve o nedenle de bu ödüle doymayan İran filmlerinde, ayakkabısını kaybeden çocuğun iki saatlik arayışı şiirsel bir dille baş yapıt olabiliyor. Daha bunlar gibi nice “basit” konular yaratıcılığı sınırlanmış -ama aynı zamanda özgürlüğe kavuşturulmuş- yönetmenler elinde kültürel ve sanatsal destanlar haline gelebiliyor.

Müzik alanında da, geride İran’da kalıp “özgürlükleri yeni şartlara göre kısıtlanmış” olan müzik insanları İran’ın geleneksel kültürüne geri döndüler, 3000 yıllık geleneklerini araştırdılar ve muazzam eserler yarattılar bu yeni ortamda. Dünya festivallerinin en aranır müzik grupları oldular ve İran’ın geleneksel müziğini Batı dünyası dahil her yere dinlettiler başarı ile. Çünkü onlar orijinaldiler, asıldılar, Batı’nın taklitçileri olmadılar. Sharam Nazeri, Shajerian, Lotfi, Alizadeh en aranan müzisyenler oldular ve parladılar bu yeni durumda. Bunlar zaten meşhurdular ama bu yeni dönemde kendilerini bile aşıp İran kültürünün ulaşamadıkları derinliklerine inebildiler.

 

     Ya Bizde Ne Oldu?

 

     Haydi hep birlikte bir bizim sinemamızın haline bakalım bir de komşu İran’ın. Neden oluyor da arada dağlar kadar fark oluyor böylesine benzer kültür ve tarih komşuluğunda? Bence bizim sanatçılarımız genellikle işin kolayına kaçıp, mevcut olan “özgürlüklerini” hoyratça kullanıyorlar. Bakınız filmlerimize; aşırı erotizmle dolu, mutlaka güzel kadınların ortalıkta dolaştırıldığı, karamsarlığın ve karanlığın egemen olduğu, elleri silah dolu adamların sürekli dövüştüğü ya da komedi adı altında pespayeliğin olağanlaştırıldığı bir sanat haline geldi. Birkaç istisna hariç, dünya sinema sanatında fazlaca bir yekun teşkil etmediğimizin en azından bir açıklaması değil midir bu?

 

     Aynı gerçekliği müzik konusuna da taşıyabiliriz kolaylıkla. Her gün televizyonlarda müzik adı altında sergilenen rezaletleri hatırlatmaya bile gerek yok. Amerika’nın dünyaya empoze ettiği rap’tan tutun, popun en gereksizini, sadece dans etmeyi hedefleyen her türlü gürültüyü müzik diye insanlara yutturmaya çalışıyorlar senelerdir. Müzikte o denli aşağılarda seyretmekteyiz ki, 1970’lerin aşağıladığımız “Arabesk”i bile bunlardan daha Türk ve anlamlı gelmeye başladı birçoğumuz için. Bu konuda sadece “Eurovizyon” denen ucube yarışmayı hatırlamak yeter de artar bile. Los Angeles sokaklarından getirilmişçesine görünüm yaratan genç çocukları alıp İngilizce şarkı söylettiren zihniyet ile İran’ın geçirdiği müzik devrimini bir karşılaştırın lütfen.

 

     “Oscar” kazanan İran’lı yönetmen Asghar Farhadi’nin ödül töreninde İran’ı kastederek söylediği “...İran ağır bir toz bulutu altında saklanmış olan zengin ve görkemli kültürü aracılığı ile konuşmaktadır burada” sözünü güzel Türkiye’miz için de söyleyebileceğimiz günlerin özlemi içindeyiz hepimiz.

     04.03.2012, Pazar




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5786135
Online Ziyaretçi Sayısı:25
Bugünlük Ziyaret :1058

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.