12.07.2017 / Burçak Evren - Beyoğlu’nun Nostaljisi Olur mu?


     Garip ama gerçek... Geçmişi ne denli sorumsuzca yok ediyorsak, nostaljiden de o denli çok söz etmeye başladık. Görünüşte paradoksmuş gibi gözüken ama belli ki, belirli bir harcanmış hesaba yazılmak istenen bir mantık oyunu bu. Bir yandan yıkıp yok edeceksiniz -ya da yok edemediklerinizi tümden reddedeceksiniz-, diğer yandan da bilinçli olarak yitirilen geçmişin yerine nostalji olarak tanımladığınız bir başka çakma kültürü sözüm ona “geçmişe duyulan özleme” karşılık olarak enjekte edeceksiniz. Tabii tutarsa... Tutmaz! Tutmadığı da bu kulvarda öteden beri yapılagelen işlerde tüm açıklığı ile ortaya çıktı. Ama yine de birileri, sorumlu birileri ille de nostalji diye tutturuyor.

 

     Hoş Ama Boş

 

     Nostaljinin genel olarak ne anlama geldiğinden bile kuşku duyduğumuz bu kişiler her daim bundan söz ederlerken, öbür yandan da geçmişin kimi değerleriyle kıyasıya bir yıkım savaşımını sorumsuzca ortaya koyuyorlar.

 

     Geçenlerde bu nostalji yarışına Beyoğlu Belediye Başkanı da katıldı. Sanırım bu katılışın nedenleri arasında, giderek gözden düşen, İstanbul’un incisi Beyoğlu’nun elden gitmesi geliyor.

 

     Velev ki Beyoğlu’nun eski günlere döndürülmesi masalına inandık diyelim... Peki nasıl? Bir zamanlar bütün siyasi partilerin tüzüklerinde sinemaya ilişkin, kulağa hoş gelen ama içi boş bir sözcük vardı: “Türk sinemasını çağdaş bir düzeye ulaştırmak.” En sağdaki partiden en soldakine dek hoş ama boş olan bu sözcük yer alırdı. Ama hiçbiri, bu çağdaş düzeye nasıl getirileceğine ilişkin bir öneride bulunmuyordu. Yalnızca getireceğiz diyorlardı... Yani laf olsun diye, adet yerini bulsun diye... Yıllardır bu sözcük tüm parti tüzükleri içinde yinelenip durdu. Sonuçta hiçbir şey olmadığı da meydanda... Ne bu tür parti tüzükleri kaldı, ne de yıllar yılı bununla umutlanıp bekleyiş içinde olan “Yeşilçam”…

 

     Ne zaman nostaljiden söz edilse, inanın Beyoğlu’nda yeni bir kıyım başlayacak demektir. Anımsayın, “Saray Sineması”nın yıkımından önce böyle olmadı mı? Beyoğlu’nun orta yerinde “sinemanın orta yeri sinema” sergileri açıldı, büyük büyük kuleler kurularak eskiye dönüyoruz gibisinden vaatler verildi. Sonra ne oldu? Bir zamanların “Lüksemburg”, “Gloria” sinemaları tarihe karıştı. Al sana Beyoğlu nostaljisi...

 

     “Rejans”, “Markiz”, “Narmanlı Yurdu”, hala restore edilen “Botter Apartmanı”, “Alkazar”, Atatürk’ün içinde film izlediği ender sinemalardan biri olan “Elhamra”, “Maksim” ya da “Venüs” vs hep bu Beyoğlu nostaljisi için kurban edilen yapılar oldu.

 

     Ya yıkılıp yakılanların yerini alanlar... Saymakla bitmez...

 

     Ama aslolan, yalnızca geçmişi yansıtan, anılarla kuşatılmış zamana dayanıp da, anlaşılmaz bir zihniyetin karşısında dayanma güçlerini yitiren binalar değil, yitip giden insanlar önemlidir. Çünkü nostalji dediğimiz, ama bir türlü betimleyemediğimiz olgunun tam orta yerinde onlar duruyor. Beyoğlu deyince azınlıklardan söz etmemek mümkün mü? Bırakın 1900’lerin başını, ortalarında bile “Cadde-i Kebir”in esnafına bir göz atıldığında onların bu nostalji içinde ne kadar payları, renk ve de güzelliği olduğunu rahatlıkla görebiliriz.

 

     Yine bu köşede defalarca yinelediğim Shakespeare’in o sözüne gönderme yapacağım. Ne demiş üstat: “Geç kalan teselli, idamdan sonraki affa benzer…”


     Aydınlık Gazetesi - 12.07.2017, Çarşamba




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5767332
Online Ziyaretçi Sayısı:14
Bugünlük Ziyaret :57

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.