01.04.1994 / Metin Öğüt - Kırk Yılın Ardından


     1952 yılında “Ankara Devlet Konservatuvarı”nın piyano bölümü yüksek döneminden ve 1953 yılında da kompozisyon ileri yüksek döneminden mezun olduktan sonra 1953 Ekim ayından 1954 Nisan ayına kadar “Ankara Devlet Operası”nda ücretli olarak korrepetitörlük yaptım. Aynı ayın 24’ünde “Ankara Devlet Konservatuvarı”na kadro ile atandım. Böylece müzik öğretim alanında görevim başlamış oldu. Şimdi kırk yılı geride bırakmış oluyorum. Geçmiş yüzyıllara göre 40 yıl normal bir ömür süresi. Elbette ki bu zaman içinde mesleğime ait tecrübelerim, birikimlerim oldu. Bunları genç müzikçilere, mesleğe atılacak olanlara aktarmak istedim.

 

     Bence müzik mesleğinin içinde en zor olan iş halk önünde direkt olarak icracılık yapmaktır. Direkt olarak diyorum ve montajlarla, tekrarlarla band kaydı yapılarak gerçekleştirilen icrayı bunun dışında tutuyorum. Halk huzurunda verilen konserlerin tam başarıya ulaşması için sanatçının en mükemmel şekilde hazırlanması gerekir. Bunun da tek yolu özveri ile her gün saatlerce çalışmaktır. O halde icracı başka bir işle meşgul olmayacak, kendisini enstrümanına verecek, aklını çalıştığı eserlerde konsantre edecektir. İşte sorun burada başlıyor. Bir sanatçı ancak yaşamı için gelir elde etme kaygısı olmadığında saatlerini kişisel çalışmaya ayırabilir. Bu da bazı özel avantajlara (aileden gelen varlık gibi) sahip olmakla mümkündür ki çok az kimseye nasip olur.

 

     Bizim konservatuvarlarımızın mezunlarının hemen hepsi genelde orkestralarımıza üye ya da konservatuvar v.b. kurumlara öğretim üyesi olarak atanırlar. Böylece bu kurumlardaki görevlerine verdikleri saatler dışında kalan zaman onların özel çalışmaları için azalmış olur, solistik faaliyet göstermek zorlaşır. Ama bu onların konser sahnesinden uzaklaşmalarına neden olmamalıdır. Bu koşullarda da başarılı olan solistlerimiz vardır. Bütün mesele solistlik yapacak olan icracının yeteneği ile ihtirasının dengede olmasıdır. Yeteneği fazla ihtirası az sanatçı konser vermeye fazla yanaşmaz. Tersi durumda ise konser verip kendini göstermeye meraklı icracı yeteneğinin azlığından dolayı başarılı olamaz, alay konusu bile olabilir. Böyleleri kendilerini eleştirenlere çatarlar, sanatlarında gösteremedikleri başarıyı kavgada gösterirler. Buna daha çok amatörler arasında rastlanır.

 

     Yaşamım içinde beni en çok etkileyen güzel yorumlarıyla sanatın sihirli havasını teneffüs ettiren solistler olmuştur. Bunların hepsinin ille de çok parlak teknikleri, virtüoziteleri yoktu. Buna mukabil bazı virtüozların akrobasiye kaçan parlak icralarının bıraktığı etki kısa sürede aklımdan silinmiştir. İşte solistik kariyer yapmak isteyen genç sanatçılarımız bence kendilerini yorum yönünde geliştirmelidirler. Teknik düzeylerini daha yükseğe çıkarma olanakları (fazla çalışma saatleri gibi) olmasa bile yorum yönleriyle başarı elde edebilirler. Genel kültür, güzel sanatların tüm dallarına ilgi duymak gibi diğer bazı unsurlar bu yoldaki gelişmelerine yardımcı olacaktır.

 

     Yurt dışında müzik eğitimi meselesine gelince… Batı dünyasındaki sanat faaliyetlerinin fazlalığı, atmosferi gibi hususlar genç müzikçinin gelişmesine çok yardımcı olur. İyi bir hoca bulmak ise şansa bağlıdır. Bulunsa bile tam olarak yararlanmak her zaman mümkün değildir. Şöyle ki, bu hocalar zaman zaman konser turnelerine çıkar, çalışmalar da sekteye uğrar. Bir başka olumsuz nokta da bazı hocaların teknik sırlarını her zaman tam açıklıkla öğrencisine aktarmamasıdır.

 

     Aslında enstrüman öğretimi her ne kadar kurumlarda sistematik olarak yapılsa bile usta çırak aşamasında devam etmektedir. Bu da teknik bilgi ve ayrıntıların tam olarak ortaya dökülüp herkes tarafından öğrenilmesini engellemektedir. Oysa, örneğin, bale eğitimi toplu halde yapıldığı için tek bir metot açık şekilde her öğrenciye uygulattırılır, böylece sistemi herkes öğrenir. Yalnız burada önemli bir nokta bale eğitimi yapanların fiziksel özelliklerinin hemen hemen aynı olmasıdır. O zaman tek metot uygulamada zorluk çıkmaz. Enstrüman çalanların fiziksel yapıları ise çok farklı olabilir. Fakat gene de temel teknik esaslarda pek değişik uygulama yoktur. İşte öğrencinin eğitimden yararlanması hocanın tüm teknik bilgilerini samimiyetle ortaya dökmesine bağlıdır.

 

     Bir de özellikle piyanistler için piyano bulma, çalışmayı gerçekleştirme güçlükleri vardır (komşu şikayetleri gibi). Eğer iyi bir hoca, rahat çalışabilme ortamı bulunabilirse yurt dışı çalışmaları o zaman yarar sağlar.

 

     Türkiye 1940’ların, 50’lerin Türkiyesi değildir. Üç büyük şehrimizde konser hayatı epey yoğundur. Orkestralarımızın sayısı artmış, operalarımız sürekli temsiller vermekte, dışarıdan ünlü solistler gelmektedir. Bunların yanında iletişim araçlarının çoğalması, TV, video, kaset ve diskler müzik sanatını sunmaktadır. Genç müzikçi yurt dışına gidebilme olanağı bulamazsa yetkili bir hocanın kontrolü ile azimle çalıştığı takdirde aşama yapabilir. Çalışamayan sanatçı ise en büyük bir müzik merkezine gitse yararlanamaz, ama çalışabileni küçük bir Pasifik adasında bile olsa aşama yapar. Burada bir olayı anlatmak isterim. Epey yıllar önce genç bir piyanistimiz Paris’te önemli bir müzik kurumuna çalışma yapmak üzere gidip o kurumun tanınmış bir piyano hocasına baçvurduğunda, eskiden kendisinin çalıştırmış olduğu, şimdi heyette olmayan değerli bir devlet sanatçımızın Türkiye’de hocalık yaptığını bilerek O’na, “O varken niye buralara geliyorsunuz?” demişti.

 

     Söz devlet sanatçılığına gelmişken üzücü bir duruma değinmek isterim. Ülkemizde devlet sanatçılığı kurumu sanatçılara hiçbir resmi görev yaptırmadan maaş ödeyip onlara rahat kişisel olanaklar sağlar ve karşılığında konser faaliyeti göstermelerini bekler. Bu ünvanı taşıyan bazı devlet sanatçılarımız bu lüks mesleği yürütme olanağını elde etmişken maalesef yeterince faaliyet yapmıyorlar. Oysa daha zor koşullarda özveri ile çalışıp sahneye çıkan müzikçilerimiz aynı imkana sahip olsalar kimbilir daha neler yaparlar…

 

     Müzik sanatında bir başka alan öğretim alanı. Bu alanda hoca daima ikinci plandadır, öne çıkan öğrencisidir. Hocası kendisini yetiştirir, takdiri öğrenci toplar, başarısız olursa hocası suçlanır. Bu alana atılacak olan gençlerin bu işin nankör tarafını da bilmeleri gerek. Bir hocanın değerini en iyi takdir edecek olan aslında ne etrafı ne de ahbapları olmayıp öğrencinin kendisidir. O, bunu hocasıyla çalışmalarını bitirdikten sonraki yıllarda anlar. Bilhassa yurt dışına gidip yabancı yetkililer tarafından dinlenip beğenildiğinde…

 

     Bir başka yapılacak görev de eleştirmenlik. Müziğin eğitimini yapmış, tekniğini öğrenmiş kişiler olarak bu işi üstlenmek bu alan için çok isabetli olacaktır. Tabii asıl görev yanında yan uğraş olarak…

 

     Türk müzikçileri için asıl en kutsal görev ülkede çok sesli gerçek sanat müziğini halka yaymak, aşılamaktır. Bu sadece bizzat konser vermekle olmaz. Küçük çapta enstrüman toplulukları, korolar kurmak, konferans vermek, makaleler yazmak, kaset, disk ve video bandlarıyla da bu görev yerine getirilir.

 

     Müzikçi ister icracı, yaratıcı veya eğitici olsun sanatında hiçbir zaman ödün vermemelidir. Verdiği takdirde sanat değil kendisi zarar görür, itibarı düşer.

 

     Geçmişte bazı hoş olmayan tutum ve davranışlar, olaylar gördüm. Mezun olmadıkları halde kendilerini konservatuvar mezunu gibi göstermeler, yabancı dilden kitap tercüme edip telif eser gibi yayınlatmalar, gitmedikleri konserler için eleştiri yazmalar, sanatlarındaki yetersizliklerinden dolayı alanlarında sanat yerine çok konuşarak iş görmeye çabalamalar gibi. Ama bu tür davranışlar daha ziyade gerçek sanatçılara ait olmayıp müziğe kıyıdan köşeden girmeye çalışanlar arasındadır.

 

     Yazımı bitirirken ülkemizde çok sesli gerçek sanat müziğinin hayat bulmasında öncülük yapan ve piyoner olma şerefini taşıyan ve aramızdan ayrılmış devlet sanatçıları Cemal Reşit Rey, hocam Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, hocam Mithat Fenmen, “Cumhurbaşkanlığı Orkestrası”nın ilk Türk yöneticisi Ferit Alnar, uzun ömürlü olmalarını dilediğimiz devlet sanatçısı Necil Kazım Akses, ilk Türk kadın konser piyanistimiz ve devlet konservatuvarı piyano öğretim üyesi sayın Ferhunde Erkin, sayın Fuat Türkay’ın adlarını anmayı borç bilir, onlara daima müteşekkir kalacağımızı belirtmek isterim.


     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 33. Yıl, 244. Sayı ile Nisan 1994 tarihinde basılan nüshasının 9-13. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5797588
Online Ziyaretçi Sayısı:30
Bugünlük Ziyaret :1237

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.