01.02.1997 / Ali Doğan Sinangil - ‘Cumhuriyet Haftası’ İle İlgili Düşünceler


     “Orkestra Dergisi”nin 277.nci sayısında Sayın Hikmet Şimşek çok önemli kültürel yaralarımızdan birini gözlerimizin önüne sermiş bulunmaktadır. Yazının ön yazısında “Orkestra Dergisi” konu üzerinde ciddi bir tartışma açabilmek için “yazılı forum” oluşturmayı teklif etmektedir. Yurdumuzda o kadar çok olumsuzluklar var ki, biz ancak kültür alanında yapılan yanlışları irdeleyerek bir şeylerin doğru mecrasına yerleşmesine katkıda bulunma çabasında bulunabiliriz. Bu da her kültür ve sanat adamının görevi olması gerekir.

 

     Sayın Hikmet Şimşek’in yazısında anlatılan olay aslında yıllardır Türkiye’de üzerinde didişilen (tartışılan diyemiyorum) neyin Türk Müziği, neyin Türk Kültürü olduğu kavgasında yatmaktadır. “Cumhuriyet”ten önce 600 yıl yaşamış bir “Osmanlı Devleti”, ondan önce de 300 yıl yaşamış bir “Selçuklu Devleti”, bu toprakları vatan bilmişler ve bir medeniyet oluşturmuşlardı. “Anadolu”da kendilerinden önce kurulmuş ve yaşamış, hatta dokuz bin yıl öncesine kadar ulaşan, birbiri ile kaynaşan kültürler oluşturmuş, birçok devlet gelmiş ve geçmiş, fakat ne Selçuklular ne de Osmanlılar sürüp gelen kültür zincirini kırmamışlar. Bu toprağın mevcut olan kültürüne kendi emek, birikim ve özenlerini katarak yeni sentezler oluşturmuşlar. Bu zaten kültürel oluşumun, gelişmenin doğal tecellisinden başka birşey değildir. Bugün üniversitelerimizde yapılması gereken çok önemli bilimsel çalışmalar arasında Anadolu kültürlerinin oluşumu, gelişmeleri, birbirlerine etkileri ve çağımıza yansımaları üzerinde olanların önem ve gerekliliğini vurgulamak gerekir. Bu arada konservatuvarlarımızdan da bekleyeceğimiz aynı paralelde müzik üzerindeki çalışmalar olacaktır. Bunun ne kadar zor olduğunu söylemeye gerek yok. Çünkü bilindiği gibi müzik kültürümüzde, çoğunlukla tarihte pek yaygınlaşmamış birkaç deneme dışında kayıt geleneği yoktur. Usta çırak iletişimiyle kulak ve hafızaya dayalı müzik eğitimi yazılı olmadığı için kitlelere, hele nesiller arası bilgi aktarımı şansı olamamıştır. Bugün dinlediğimiz Itri veya Dede Efendi ne kadar aslı gibidir? Bilemeyiz. Öyle ki bu eserler yaşadığımız yüzyılda artık kayıtlı hale geldiği halde kırk yıl önce dinlediğim eserin bugün tamamen farklı icra edildiğini söyleyebilirim. Hatta sesleri bile farklı olmak üzere… Bu saptamaları daha sonra gelişecek düşüncelerimize bir uyarı olabilir düşüncesi ile burada zikrediyorum.

 

     Yaklaşık iki yüzyıla yakın bir zamandan beri yenileşme, gelişme, batılılaşma ve evrenselleşme gayretleri içinde olan toplumumuz, bir yandan da olanı koruma, değişime direnme çabaları ile o kadar birbirine karşıt gruplara ayrılmış ki, sürekli ve bitmez tükenmez bir didişme ortamını yirminci yüzyıl biterken bile hala korumaktayız. Öyle sanıyorum ki her iki taraf da bu kavganın toplumumuza fikren ne kazandıracağı ve neler kaybettireceği konusunda kesin bir değerlendirmeye varmış değildir. Belki yeğlenilen bir tür güç gösterisinden ibarettir. Bazen de her ne pahasına olursa olsun. Fakat bu tesbit herhalde çok acı bir tesbit olacaktır.

 

     Gelelim bizim olaylı konumuza. “Cumhuriyet Haftası” kapsamında “Cumhuriyet Döneminde Türk Müziği” konulu konserin fiili oluşumu. Öyle anlaşılıyor ki “Cumhuriyet Devri”nde yurdumuzda oluşturulmaya çalışılan evrensel kültüre açık çoksesli ortamın gerçekleştirilmesinde bir hayli hatalar yapmış ve ne yazık ki yeterli başarı gösterememişiz. Gerçi teksesliliği savunanlar, hele halk sanatını her şeyin üstünde tutup köylülüğü ideal hayat tarzı sayanlar da başarısız ve bilinçsiz kalmışlardır. Herkes bir akıntıya kapılmış, akılcılığın dışında bir şeyleri bozup dağıtmaya, yıkıp yağlamaya, bazan da kısır çıkarlar elde etmeye çabalamışlardır. Ne teksesçiler yüzyıllardan devir aldıkları kültürü analitik bir anlayışla kavramaya, karşılaştırmalı bir tahlile, müzik tarihi disiplini içinde araştırmaya geçebilmişler ne de halk müziği üzerinde çalışanlar o kültürün oluşumundaki derinliklere girebilmişlerdir. Üniversitelere bağlı olarak açılmış müzik okulları da bu konularda akademik olarak ilgi çekici çalışmalarda bulunmamışlardır. “Öz musikimiz” dediğimiz müziği yeterince tanımıyoruz. Tanımadığımız için de o müzik bugün eğlence dünyasının hammaddesi durumuna düşmüştür. Bir kültür bundan daha kötü katledilemez. Geleneksel kültürümüzü nasıl koruyacağımızı bilemediğimiz için onu eskittik, hurdalaştırdık, özenti haline getirerek köksüz hale getirdik. Her yaptığımız kötü şeye de hayranlıkla bakarak göklere çıkardık. Bir hiç dünyası içine düştük sanki…

 

     Ya çoksesçiler bu arada neler yaptı? “Cumhuriyet Konserinde Osmanlı Müziği” çalınmasından dolayı hiç şaşırmamamız gerekir. Evet, Atatürk’ün sayesinde otuzlu yıllarda çoksesli müziğin eğitimi için okullar açıldı. İstanbul’daki eski “Osmanlı Müzikayı Hümayun” Ankara’ya getirilerek “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası”nın kuruluşu sağlandı, tiyatro ve opera kurma ve bu kuruluşlara sanatçı yetiştirme fikri ve ayrıca bu kuruluşların icra edecekleri Türk eserlerin yazılabilmesi için o devrin genç yetenekleri teşvik edildi. Eserler sipariş verildi. Dünyaca ünlü büyük kültür ve sanat otoriteleri yurdumuza davet edilerek kendilerinden yararlanılmak istendi. Atatürk’den sonra bütün bu çabalar sanırım sahipsiz kaldı. O’nun iradesini, O’nun azmini ve heyecanını kimse yeterince kavrayamadı. Atılan iyi tohumlar birer birer susuz kalarak çorak toprakta kavruldu. Önce davet edilen büyük kültür adamları kendilerini daha iyi takdir edecek başka memleketlere gittiler, o devrin heyecanlı genç yetenekleri de kazandıkları statüyü korumanın çarelerini aramakla zaman geçirdiler.

 

     Bugün yurdumuzda çoksesli Türk müziğinin varlığını egemen güçlerimiz, halkımız kabul etmiyorlarsa, olan birkaç örneği de özenti sayıyorlarsa bunun sorumlusu doğrudan doğruya çoksesli müziğe sahip çıkanlarındır. Evrensel dünyada bir milletin sanatı ve müziğinin varlığından bahsedebilmek için, değil yurt dışında, kendi yurdunda dahi nadiren icra edilen birkaç besteci ismini anmak yetmez, zaten yetmiyor. Hele bu bestecilerin bazılarının çalışmaları şovenist bir koku ile birlikte devri kapanmış müzik estetiği anlayışlarına göre yapılmış ise evrensel müzik dünyasında ilgi görme şansı, milli müziğimizin varlığını kanıtlamaya yetmeyecektir. Bilgi çağına girmiş bir dünyada, modern ve öncü sanatların her çeşidinin ortaya döküldüğü, yaygın bir şekilde tartışıldığı bir dünyada, hür, bağımsız düşünce sahibi, vizyonu ve yaratıcılığı geniş, heyecanı çevresine taşan sanatçılara, bestecilere çalışma fırsatı vermedikçe bir müziğimiz oluşmaz, olan eski teksesli müziğimiz de zaten onu koruyoruz diyenler tarafından yıllardır eskitilip yok edilmektedir. Türkiye’de müzikle ilgili kuruluşlar, müziği icra edenler, sahneye koyanlar, onu inceleyen, üzerinde bilimsel çalışmalar yapması gereken müzikologlar Türk eserleriyle ilgilenmedikleri, bestecilerin çoğalmasını, yetişmesini ve evrensel dünyada isimlerini saydırabilmelerine katkıda bulunmadıkları sürece 21. yüzyıl boyunca “Cumhuriyet Haftaları”nda Türk müziği diye Itri’leri, Dede Efendi’leri bile değil, bugün beğenmediğimiz arabeskten de kötü, ne idüğü belirsiz bir şeylerin konserini çocuklarımız veya torunlarımız dinlemek zorunda kalacaklar…

 

     Bütün kabahat Atatürk’ün büyük bir heyecanla başlattığı, yolunu açtığı güzel müzik sanatının sorumluları görevlerini yapamamışlardır. Sanatı seven, o sanatı kendine dert edinen kimseyi kardeş bilir ve sağlam bir dayanışmaya girer. Bir kültür tek kişiyle olmaz, gönül verenlerin beraberliği ile oluşur. Müzik tarihine sonradan giren milletlerin başarısını biraz araştırıp üzerinde düşünün. Büyük milleti lütfen küçültmeyin.


     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 35. Yıl, 278. Sayı ile Şubat 1997 tarihinde basılan nüshasının 8-12. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5789330
Online Ziyaretçi Sayısı:21
Bugünlük Ziyaret :815

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.