16.08.2017 / Tuğrul Göğüş - Küğ Nasıl Dinlenilmelidir?


     “Küğ Nasıl Dinlenilmelidir?” sorusu ile pek sık karşılaşmaktayım. Gerçekten de sanata gönül verenler, küğseverler ve hatta ertikten küğcüler dahi bu soruyu sıklıkla sormaktadırlar. Aslında bu soruyu sormazdan önce “Hangi Küğü Dinlemeliyim?” sorusunun sorulması gerektiği düşüncesindeyim.

 

     Bilindiği gibi insanoğlu yaşamı süresince her anı mutlu ve dolu yaşamak isteğinde olan bir varlıktır. Mutluluğu sağlamak amacıyla da beş duyu organını sürekli kullanmakta, bu duyu organlarının isteklerini yerine getirmeye çabalamaktadır. Örneğin; güzel bir yemek yemek tad alma duyumuzun bir talebidir. Beğenmediğiniz bir lokantaya ikinci kez gitmezsiniz. Peki, tad alma duyumuzu biçimlendiren faktör nedir? Daha doğduğunuz andan itibaren size anneniz tarafından verilen yiyecekler ve ailenizin yemek yeme biçimi değil mi? Demek ki bu duyu organımız daha doğduğunuz andan itibaren şekillenmektedir. Bir diğer örneği koku alma ile ilgili verelim: Bir çiçeğin yaydığı olağanüstü güzel kokuları mı tercih edersiniz yoksa ter kokan birinin yanında kalmayı mı?

 

     Gerçekten de yukarıda verdiğimiz örneklere dayanarak yaşadığımız dünyanın güzelliklerinin peşinde olduğumuzu açıkça biliyoruz. Buna benzer şekilde güzel sesler duymak isteriz, bir inşaattan gelen gürültü veya yüksek desibelli ses çıkartan bir uçak motoru bizim için cazip değildir. Kısacası, insanoğlu, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, güzel olduğunu düşündüğü ve kendi kültürel biçimlenişine göre düzenlenmiş, bir diğer deyişle önceden hazırlanmış sesleri işitmek ve ruhunda yaşatmak ister.

 

     İşte, hangi küğü dinlemek gerekir sorusunun can alıcı noktası budur. İnsan dediğimiz varlık içinde bulunduğu ve biçimlendiği ortamda alıştığı ses yapısını beğenir ve buna uygun olarak düzenlenmiş bir ezgisel gidişi tercih eder. Bu ezgisel gidiş Orta Asya toplumunda başka, Batı Avrupa’da başka ve Uzakdoğu’da başkadır. Ancak yerel kültürlerden başka küğ beğenimizi etkileyen başka faktörler de vardır. Bunların başlıcaları arasında eğitim düzeyi, toplum ve devlet denilen organ tarafından dikte edilen işitme kültürü, içinde bulunduğumuz sosyal çevre, toplumun ekonomik gelişmişlik durumu, bireyin refah düzeyi v.b… Hatta, kişi arkadaş grubuna kendini beğendirebilmek için -benimsemese ve kendisi ile çelişse dahi- farklı bir eksende küğ beğenisini oluşturabilir.

 

     Eğitimcilerin amaçlarının en önemlilerinden birisi de “Bireyde istendik davranışların oluşmasını sağlamak”tır. O halde “Bu istendik davranışlar nelerdir ve neler olmalıdır?” sorusu bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Bireyin işitme alışkanlıkları madem daha doğduğu anda biçimlenmektedir, o halde hedefimiz yeni doğan bireyin karşılaştığı ve içine düşeceği kültürel atmosferi değiştirmek olmalıdır. Bu da sanıldığı gibi kolay değildir. Bir bireyin -hele ki- kendi özgür iradesi ile beğenilerini değiştirebilmek neredeyse imkansızdır. Çok büyük bir iradenin yanısıra bilgilenmeyi ve buna bağlı olarak “değişme isteğinin ortaya çıkmasını” gerektirir. Biçimlenmiş olan bir yetişkine değişmesi gerektiğini söylediğiniz anda büyük bir tepki ile karşılaşırsınız. Bu, doğal bir tepkidir. Yetişkin birey benimsediği değerlerden vazgeçip yepyeni bir değerler bütününe ulaşmayı benimsemez, o çabayı hem harcamak istemez hem de elde ettiği biçimlenmeyi bir ön koşul olarak savunur.

 

     Atalarımız bu nedenle “Ağaç yaş iken eğilir” ve “Yedisinde neyse yetmişinde de odur” sözlerini bilgece ve gözlemleyerek kullanmışlardır. Her kuşakta elde edilecek ilerleme ve olumluya gidişin çok yavaş ve göreceli olması bu nedenle anlaşılabilir bir durumdur. Dolayısıyla, bu değişimin anahtarı devletin kullanacağı zor gücünde yatmaktadır, örgün eğitim sürecinde işitme ile ilgili değer yargılarının ele alınarak sabırla iyiye götürülmesi gerekmektedir. Bunun için devletin bir küğ ve sanat politikası olması gerektiği de karşımıza çıkan bir sonuçtur.

 

     Devletin organizasyon yapısı işitme eğitimimizin nasıl olması gerektiğini belirleyen en önemli politikadır. Halkını ileriye taşımak isteyen devletler bunun için gereken iyileştirme tedbirlerini alırlar. Konfüçyüs’ün dediği gibi: “Bir toplumu nasıl yönetmek istiyorsan küğü ile işe başla!”

 

     Hangi küğü dinlemek gerektiği konusunu Türk toplumunun özelinde de irdelemekte yarar bulunmaktadır. Etnik ve dinsel, hatta mezhepsel anlamda çok parçalı olan bu toplum aynı zamanda ekonomik açıdan da çok katmanlı bir yapı arzetmektedir. Geniş bir coğrafyaya yayılan bu toplumda çok farklı ve birbirinden ayrı karakterler gösteren küğsel bir bölünme yaşandığı da gerçektir. Fakirliğe ve eğitim düzeyinin düşüklüğüne bağlı olarak varoşların ve gettoların duygu ve düşüncelerini yansıtan arabesk küğ kültürü ile özellikle gençlerimizi sarıp sarmalamış olan ve emperyalizmin kültürel şırıngası ile enjekte edilen popüler ve avam küğ kültürleri toplumumuzun geleceğini karartmakta, insanlarımızın gelenek ve görenekleri ile ve yazılı olmayan kültürel değerlerle yüzyıllar ötesinden taşıdığı kültürel ve sosyal dokuyu parçalamakta, sonuç olarak insan duygu ve düşünce dünyasını yozlaştırmaktadır.

 

     Beri yandan küçük coğrafi bölgelerin dokusundan kaynak alan lokal küğ biçimlenişleri o coğrafi kesitte yaşamakta olan insanların duygu ve düşüncelerini yansıtmakta, ancak o coğrafi bölgeye ait olmaktan öte gidememektedir. Ülke genelinde yankı bulan ve büyük kitleler tarafından benimsenen halka ait küğ birikimleri ise derlenip toparlanmaya gereksinim duymaktadır. Ulaşım ve iletişimin yagınlaşmasıyla bu kültür yok olmakta, geçmişe ait olanlar (pek azı hariç) derlenip yayınlanmamakta, bu da muazzam bir birikimin deforme olmasına ya da yitirilmesine yol açmaktadır.

 

     Çok küçük bir azınlık ise -ayrıcalıklı olduklarını ve toplumun genelinden üstün olduklarını hissettirmek amacıyla- klasıl küğ peşinde koşmaktadır. Bu sonuncu gruptan pek azı bu kültürü gerçekten benimsemiş durumdadır, bu gruba dahil olduğunu düşünenlerin çoğunun bu kültürün gerektirdiği biçimlenme ve bilgilenme düzeyini elde edemedikleri kanaatindeyim.

 

     Bu çok parçalı küğsel dağılımda daha da küçük öbekler bulmak olanaklıdır. Örneğin caz küğü dinleyenler veya Java kültüründen keyif alanlar gibi gerçek anlamda sayısal olarak dikkate alınmayacak eğilimler gibi…

 

     Çağdaş bir ülke düzeyine gelebilmek ve ülke olarak emperyalizme lokma olmamak için ekonomide dışarı bağımlılığı yıkmak ve ulus devlet bilincinde olmak gerektiği gibi, küğde de belli bir bilince erişmek gerekmemekte midir? Bu kadar çeşitli sapmalar ve ayrımlar gösteren, her sosyal grubun diğeriyle çeliştiği ve kendi değerlerini zorla başka grup ve kişilere empoze etmeye çalıştığı bir toplumsal yapıya küğsel açıdan nasıl müdahale edebilir ve kendi alanımızda değişimi tetikleyebiliriz?

 

     Bu sorunun yanıtı öyle pek karışık değil. Küğ alanında da çağdaş olmaya karar vererek. Peki, küğsel çağdaşlık nasıl temin edilir?

 

     “Ulusal ve uluslararası çoksesli sanat küğü kültürü”ne yönelerek… Büyük önder Atatürk’ün bir sanat ve küğ adamı olmamasına karşın yeni kurulan ulus devletin benimsemesi gereken hedefi böyle özetlediği pek iyi bilinmektedir. Bu hedef birkaç noktayı çok net olarak belirler. Altını çizecek olursak: Ulusal özü olan ve yerel tarafından oluşturulan, halkımızın ortak duygu ve düşüncelerini, sevinç ve coşkularını, acı ve üzüntülerini betimleyen halk küğü unsurlarının derlenmesi ve yayınlanması, bu birikimin çağdaş bağdamanın kurallarını pek iyi öğrenmiş bağdarların elinde yeniden yoğrularak uluslararasında kabul görecek seviyeye getirilmesi, çoksesli bir biçime bürünmesi ve sanatsal ögeleri barındırması… Eğer, tekrar 1920’lerin Türk toplumunu gönençlendirecek ve ileri doğru atılımında kararlılık gösterecek şekilde davranırsak, yani ulusal devrimimizi tekrar canlandırırsak bu hedefleri yine elde edebileceğimiz bir yakınlığa taşımış oluruz.

 

     İşte bu yakınlıkla emperyalizmin dayattığı popüler kültürlerin toplumumuzu yozlaştırmasını engelleyebilir, arabesk kültürün toplumu yozlaştırmasını ve çürütmesini durdurabilir, teksesli kültürlerin getirdiği beyinsel sığlığı ve tek boyutluluğu aşabiliriz. “Hangi Küğü Dinlemeliyim?” sorusunun yanıtını bu şekilde verdikten sonra asıl konumuza gelelim. “Küğ Nasıl Dinlenilmelidir?”

 

     Burada bireyin beş duyu organımızdan birisi olan kulak ve işitme eğitimi konusunda ele alınması gerektiği hemen anlaşılmaktadır. Güzel bir yemeğin tadına varabilmek için biraz mutfaktan anlamak ya da güzel kokan bir çiçeği bahçemize dikmek ve yaşatmak için ne yapılması gerektiği konusunda bilgilenmek bir ön koşul olduğu gibi bu konuda da bilgilenmek gerekmektedir. Örneğin güzel bir bahçe tasarımı ya da düzgün bir kentte yaşamak nasıl bize haz verirse bir sergideki tablolar da aynı etkiyi yaratabilir. Bu sergideki tabloları anlamak ve keyif almak için mutlaka bir ressam olmak şart değildir. Ama sergiyi ziyaret etmezden önce ressam veya heykeltraş için bilgi edinmek, girişte verilen sergi kitapçığını bir kılavuz gibi kullanmak ya da eserlerin yapılış tekniği ve tuvale aktarılışı konusunda bir bilenden bilgiler almak o sergiyi dolaşmazdan önce bize gereken bilgileri sağlamış olur. Gerçekte biraz da resim kursuna gidilse ve teknik alıştırmalar da yapılsa daha iyi olacaktır.

 

     Benzeri bir şekilde küğ için de aynı şeyler söylenebilir. Bir çalgı çalan dinleyici ile hiç bu konuda girişimi olmayanlar arasında büyük farklar olacağı açıktır. O halde küğsel beğenimizi geliştirmek için bir çalgı çalmaya çabalamaya ne dersiniz? Böylece bir çalgı çalmanın ne denli zor olduğunu, insan beyninin parmaklarına söz geçirmesinin güçlüklerini fark eder, bu arada orta düzey zorlukta bir parça seslendirirken beyninizi 16 ayrı parça halinde eşzamanlı çalıştırmanın zevkine varır, çok yönlü düşünmeye başlarsınız. Ayrıca emin olun ki çalgı çalma eylemi sizi -devam ettiğiniz takdirde- alzheimer gibi hastalıklardan koruyacaktır.

 

     Çalgı çalışırken nota okuma, zamanlama, koordinasyon yetenekleriniz gelişirken küçük ama sistemli bir şekilde küğ kuramı ile ilgilenmeye başlayın. Nota ve dizek gibi en basit kavramlardan daha ileri düzeylere okuyarak ulaşmaya çabalayın. Çalgı çalışan bir amatöre -yani küğden keyif alma isteği ile davranan ve küğ yolu ile para kazanarak hayatını sürdürme amacı olmayan- bir küğbilimci düzeyine erişmesini söylemiyorum, fakat dinlediği küğ hakkında kendisini yönlendirecek bir noktaya gelmesini öneriyorum. Çok meşgul olduğunuzu söyleyerek bu konuda yan çizmemek gerekir, çünkü gerçekten de çağdaş bir birey olmayı hedeflemiş bir yetişkin bu konularla ilgilenecek zamanı yaratabilir. Avrupa ve Kuzey Amerika’yı bir model olarak almak mümkündür. Bu ülkelerde insanlar hobileri için zaman yaratmayı başarmaktadırlar.

 

     Yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta var: Ertikten bir kişinin uzmanlaştığı düzeyi amatörce çalışanlar için önermiyorum. Kaldı ki ülkemizde küğden para kazanan ve bu konuda diploması olanların da ulaştıkları nokta sorgulanmalıdır. Amatör küğcülerin sayıca artması ve bilgi düzeylerinin yükselmesi ertikten olan kişilerin de düzeylerini yukarı çekmeleri için zorunlu bir sonuç yaratacaktır. Bu da ülkemizin genel küğ kalitesini yukarı doğru taşıyacaktır.

 

     Çoksesli küğ üzerinde çalışmak oldukça zordur, ancak çoksesli küğ dinlemek te hayli zordur. Teksesli kültür kuşağına mensup olan bir toplumun üyeleri olarak doğduğumuz andan itibaren işitme eğilimimiz tekses tarafından biçimlendirilmektedir. Ayrıca ülkemizde dinsel seçim ve eğilim olarak teksesliliği benimsemiş durumdayız. Müezzinlerin okudukları ezgilerden tutun mevlidlerimize dek herşey tekseslidir. (Avrupa’da ise çocuk belli bir yaştan itibaren kilisenin çoksesli korosuna dahil olmaktadır.) Bindiğimiz otobüsten yemek yediğimiz lokantaya kadar herşey teksesliliğin hakimiyeti altındadır. Televizyon ve radyolarda teksesli kültür dışında bir unsur bulmak mümkün değildir. Popüler kültürlerin çoksesli olduğunu zannetmeyin, bunlar çok çalgılandırılmış ve ses düzeyleri artırılmış bir şekilde sürekli yinelenen ve akılda kalarak kolay tekrarlanması istenen ticari girişimlerdir. Buradaki çok çalgılılığı çokseslilik ile karıştırmamak gerekmektedir.

 

     Bu denli ağır bir kültürel bombardıman altında gelişmek ve çağdaşlaşmak isteyen bireyin önünde tek bir seçenek kalmaktadır: Değişim için kendini çok zorlamak. Küçük yaşlarda toplum tarafından kendisine -bir anlamda zorla dayatılan- çerçevenin dışına çıkmayı istemek… Yeni bir insan oluşumu için inatla didinmek…

 

     Türkiye bu anlamda çok enteresan bir konumdadır. Teksesli kültür ile çoksesli kültür arasında tam bir köprü durumundayız. Ayırdında olanlar için bu konum çok sıkıntı yaratmaktadır; iyi ve güzel olanın farkında olmak ama buna erişmek için olanak elde edememek, yani bir anlamda cennet ile cehennem arasında sıkışmak!

 

     Yine burada yanlış anlaşılmasını engellemek için tekrarlamakta fayda görüyorum. Halkımızın emeği ve göz nuru ile yaratılan kültür ile Osmanlı’nın ağdalı ve Arap-Acem-Bizans kökenli, aruz temeline dayalı ayrımcı saray kültürünü kesinlikle birbirinden ayırmak gerekmektedir. Teksesli kültürün seçkin ve güzel örneklerini de çirkin ve yoz ürünlerden ayrı tutmak zorundayız. Özenle ayıkladığımız unsurları derlemeli, yayınlamalı ve bunlardan faydalanarak çağdaş, Türk’ün yüzünü acunda kara çıkarmayacak yepyeni yönelişlere girmeliyiz. Ancak burada eksen daima ve daima çoksesli küğ olmalıdır.

 

     Çoksesli küğde aynı anda hareket eden birden fazla ezgisel çizgi ve bu ezgisel çizgilere destek olan uygusal gidişler ile bunlar temel teşkil eden bir eksen çizgisinin varlığı dinleyicilerin dikkat etmesi gereken noktalardır. Uzun ve kararlı ezgisel çizgilerin içine yerleştirilmiş küçük ezgisel unsurlar da dinleyicinin gözünden kaçmamalıdır. Tartımsal ve düzümsel gidişler, çalgılama, hangi unsurun ya da ezgisel çizginin ön planda olduğu, karşıtlıklar ve karşıt gidişler, eksen değişimleri çok önemle takip edilmelidir.

 

     Küğde de aynen konuşma dilinde olduğu gibi cümleler ve cümle parçacıkları, soru ve yanıtlar, uzun açıklamalar, kısa ya da çok kısa bir şekilde duyulan ünleme benzeyen yapılar bulunmakta, bazen diyalog ve monologlar işitilmekte, uzun açıklamalar seslendirilmektedir. Dinleyici motif ve cümle yapısının ne olduğunu kavrar ve dinlerken cümlelerin ayırdına varırsa çok daha keyif alır.

 

     Dinlemek kulağa gelen bir ses yığını demek değildir. Dinleyici bilinçli ve bilgili bir şekilde küğü dinlemeyi öğrenirse kulağına çarpan ses yığınlarından çok başka şeylerin olduğunun ayırdına varabilir. Koşut yapılar olabileceği gibi karşıt yapılar da küğde bulunmaktadır. Cümleler kısa olduğu gibi genişletilebilir. Bu gibi bilgilerle yoğrulmak için dinleyici kendisine yetecek miktarda biçim bilgisi elde etmelidir. Küğsel biçimleri öğrenen bir kişi dinlemekte olduğu biçimin ne olduğunu bilirse daha yüksek bir kapasiteye erişmiş olacaktır.

 

     Dinleyicinin bir miktar solfej çalışması, yani remileme yapması, daha açık bir ifade ile sesini doğru ve temiz kullanarak ses çıkarmayı öğrenmesi gideceği dinletide yer alan ezgilerin (temaların) söylenmesi ve tekrar edilerek pekiştirilmesini temin edecek ve dinleyenin dinleti sırasında izlemesini kolaylaştıracaktır. Örneğin bir sinfonik yaratıda bağdarın küğünde kullandığı ezgisel buluşları bilmesi ve söyleyebilmesi o kişinin pek hoşuna gidecektir. Sözgelimi Beethoven’in “5. Sinfonisi”nde kullandığı konuları daha önceden bilmek amacıyla bir ezgi bulduruları kitabı edinmek dinleyenin pek yararına bir hareket olur.

 

     Dinletiye gitmezden önce, o dinletide hangi bağdarların hangi yaratılarının yer aldığını araştırmak çok gereklidir. Bu eserlerin yazarı bağdarların yaşam öykülerini yazılı veya görsel bir kaynaktan okumak, o bağdarın yaşadığı dönemi bilmek, hangi akıma ait olduğunu öğrenmek, bağdarın yaşadığı coğrafi bölgenin özelliklerine bakmak, aynı tarihsel kesitte dünyada neler yaşandığını bilmek, bunların bağdar üzerindeki etkilerine bakmak dinleyicinin beyninde bir imaj yaratacaktır. Çünkü, hangi sanat dalı olursa olsun, üretici kişi o coğrafyadan ve tarihten ayrı ele alınamaz. Eser oluşturan kişi yaşadığı dönemin etkilerini eserine mutlaka yansıtır.

 

     Bağdarın yaratısını biçimlendirdiği formun da araştırılması dinleyicinin yararınadır. Dinleyeceği yaratı “menuet” mi, “rondo” mu ya da “ardış” mı v.b. öğrenildiği takdirde dinleyen eserin nasıl bir çerçevede oluşturulduğunun ayırdına vararak dinlemiş olur.

 

     Dinleyenin genel kültürünün seviyesi çok önemlidir. Genel kültürün yüksek seviyelerde olması dinleyiciye daha bilgili olması şansını verir ve olaylara, eserlere, dönemlere bakış açıları farklılaşır. Eğer dinleyici en az bir yabancı dile çeviri düzeyinde sahip olabilirse dinleyeceği eser için uluslararası kaynaklara erişebilir. Bilindiği gibi küğ konusunda Türkçe dilinde çok sınırlı bilgi mevcut bulunmaktadır. Bunların önemli bir kısmı da 1926’ların, 30’ların eski dilinde yazılmış ya da çevirisi yapılmış, anlaşılması ve okunması zor bir durumdadır. Eğer dinleyici -örneğin İngilizce yoluyla- uluslararasına internetten erişebilirse çok ayrıntılı bilgilere erişebilir. Ancak, unutulmamalıdır ki internette yer alan bilgilerin bir bölümü güven duyulmayacak durumdadır. Dinleyici yabancı ya da yerli olsun, internet kökenli bilgilere erişme eylemi içindeyken okuduklarının hangisi ya da hangilerinin çöp bilgi olduğunun ayırdına varabilmelidir.

 

     Dinleyicinin mevcut olan bir gruba katılarak ya da kendi arkadaş grubunu oluşturarak dinletilere katılması veya dinleme günleri için randevu ayarlaması ortak duygu ve düşünceleri taşıyan sosyal bir grubun meydana gelmesini sağlar. Sosyal bir varlık olan insan böylece bir grubun kimliğini yaşayarak tekil kalmaktan kurtulabileceği gibi dinleyip, düşünüp tartışabileceği, fikir alışverişlerinde bulunabileceği bir kollektifin hazzını yaşar. Dinleyicilerin tümüne önerim kendilerine mutlaka bir dinleme grubu oluşturmaları ve bu grup ile küğ dinleme dışında da sosyal etkinlikler yaratmalarıdır. Unutulmamalıdır ki, gelişmiş ve çağdaşlaşmış ülkelerde kurulan bu gruplar ileride beraber küğ yapmayı da getirmekte ve uygulamada kurulan bu beraberlik küğsel gelişmeye itici güç olmaktadır.

 

     Çalgı çalan kişinin toplumdan saygı görmesi büyük bir motivasyon kaynağıdır. Ne yazık ki ülkemizde çalgı çalan kişiler saygı görmemekte, tam tersine aşağılanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise çalgı çalan kişi -beynini çok parçalı kullanabildiği, aynı anda birçok şeye kafa yorabildiği ve vücudunun koordinasyonunu sağladığı için, yani topluma her anlamda faydası olacağı mutlak bir kişi haline geldiği için- büyük saygı görmekte, el üstünde tutulmakta ve teşvik edilmektedir. Dinleyicilerimizin de beyinlerini çok parçalı kullanmaları özlemimiz olarak bir kenarda durmaktadır.

 

     Dünyanın çok az yerinde mümkün olan ve hatta meslekten küğcülerin büyük bir bölümünün bile başaramadıkları partiturdan takip etme özelliğini elde etmek ise dinleyicinin düzeyinin pek yükseldiğinin bir işareti olacaktır. Umarım, yarının gelişmiş uygarlığında kulaklarımız hak ettikleri güzellikleri yakalar ve barış ile küğ dolu bir dünyada büyük bir insan ailesi olarak her türlü ayrımcılıktan uzak, sade ve bilgili bir yaşama doğru yelken açabiliriz.


     Fethiye - 16.08.2017, Çarşamba




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5772373
Online Ziyaretçi Sayısı:43
Bugünlük Ziyaret :1090

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.