Hikmet Bila - Zülfü Livaneli'nin Sevdalı İnsanı

     Zülfü Livaneli’nin dünkü yazısı şu sözlerle başlıyordu:

     “Ankara’daki gençlik yıllarımda Leonard Cohen’in ‘Aşk ve Nefret Şarkıları’ adlı uzunçalarını Dual pikaba koyar ve üst üste dinlerdim. Sesindeki dinginlik ve şarkılarındaki şair duruşu beni çok etkilerdi. Daha sonra her yaptığı albümü dinledim, şarkılarının çoğu içimde yer etti.”

     Bir yazar, şair, söz yazarı ve müzisyenin, bir başka yazar, şair, söz yazarı ve müzisyeni anlatan sözleriydi bunlar. Bir albüm, bir şarkı, bir türkü bazen defalarca dinlenebiliyor işte; bıkmadan, usanmadan, her defasında ilk kez dinliyormuş gibi...

     Bu satırları okurken ben de üst üste dinlediğim bir şarkıyı hatırladım. Tek bir şarkıyı... Şehirlerarası uzun bir yolculukta arabanın teybini geri sarıp tekrar tekrar saatlerce dinlediğim şarkı...

     Zülfü Livaneli söylüyordu:

     Yüce dağlar başında mı,
     Zemherinin kışında mı,
     Şu gönlümün bir umudu,
     Gözlerimin yaşında mı...

     Cuma gecesi “Harbiye Açık Hava Tiyatrosu”nda Zülfü Livaneli’yi dinlerken bu kez zamanı geri sardım. Bir neslin Livaneli şarkıları, türküleriyle yetiştiğini düşündüm. Salonlarda, yollarda, yaylalarda, plajlarda, evlerde, her yerde dilden dile dolaştı o şarkılar, o türküler...

     “Karlı Kayın Ormanı”nda yürümeyen kimse kaldı mı Türkiye’de?..

     Ya da sevincini, acısını, kederini, hüznünü, coşkusunu, özlemini, umudunu, azmini “Leylim Ley!” diye haykırmayan?...

     Ya da “Geceleyin gökyüzünden güneş” toplamayan?...

     Livaneli’yi dinlemek için “Açık Hava Tiyatrosu”nu bir kez daha dolduran gençlerin varlığı O’nun şarkıları, türküleriyle bir neslin daha yetiştiğini gösteriyordu. Aralarında daha o şarkılar, türküler ortalığı çınlatırken doğmamış olanlar da az değildi...

     O şarkılar, o türküler yaşlısı, genci, kadını erkeği, kentlisi, köylüsüyle insanları yıllardır neden bir araya getiriyor, hiç düşündünüz mü?

     Bence geçmişle geleceği birleştirdiği için. Geçmişle geleceği “bugün”de yoğurduğu için...

     Livaneli için hep “Bir rönesans adamı” tanımı yapılır. Bu tanıma belki bir de “bir hümanizma sanatçısı” deyimini eklemek gerekir. İnsanı “insan” olma sürecinde çağlar atlatan “hümanizma”...

     Ama yetmez... Anadolu topraklarında hümanizma, Anadolu topraklarında rönesans, ancak bir şey daha katılırsa canlanır, ete, kemiğe, yüreğe, duyguya dönüşür.

     O bir şeyin adı “sevda”dır.

     Sevda...

     Pir Sultan’lardan, Aşık Veysel’lerden, Nazım Hikmet’lerden, Sabahattin Ali’lerden süzülüp gelen sevda... İşte Livaneli, bu sevdanın sazı ve sözü olduğu için hala dillerde... Ya da Batı’nın hümanizması ile bir zamanlar kimsenin yüzüne bakmadığı Anadolu’nun bağlamasını “sevdalı insan”da yalın ve şiirsel bir dilde buluşturduğu için... Ve tabii bütün bunlara kendine özgü, berrak sesini de eklemek gerekiyor.

     Bu topraklarda “sevdalı insan” o kadar çok ki...

     Yeter ki, ona elini uzat, yeter ki, onun yüreğine seslen, yeter ki, “bir daha vursun nefesin nefesine”...

     Söylenecek çok şey var. İyisi mi ben yine geriye sarayım ve bıraktığım yerden devam edeyim:

     Kırılsa da kanadımız,
     Asiye çıksa adımız,
     Duyan duysun, bilen bilsin.
     Böyledir bizim sevdamız...

     Gazete Vatan / Hikmet Bila – 09.08.2009, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5770391
Online Ziyaretçi Sayısı:48
Bugünlük Ziyaret :1021

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.