01.12.1994 / Ayhan Sarı - Ülkemizde Daha Çok Sözlü Müzik Türlerinin Yaygınlaşmış Olması ve Çalgı Müziğinin Yaygınlaşmamış Olmasında Çalgılamanın Önemi


     Toplumumuza günümüze değin verilmeye çalışılan müzik kültürü ulusal öze dayanmadığı, toplumu birleştirme gücünden yoksun olduğundan olumlu bir sonuca ulaşamamış, ters etki yapmıştır. Ezgi, söz, ritm, çalgılar, yorum, görüntü gibi ögelerin tümünü birden değiştirerek topluma maletmek mümkün değildir. Geçmişte kalan yıllar batı müziği çalgılarını öyle empoze ettirdi ki bu çalgılarla seslendirilen bir esere gizli de olsa bizden değilmiş gibi gözlerle bakılmasına neden oldu. Bunlardan müziğimize uygun olanlarının değerlendirilmesinin önemi doğaldır ki gözardı edilemez. Kendi çalgılarımızla çalgılaması yapılan ve seslendirilen bir eserde müziğimize özgü ezgiler rahatça çalınabilecek, böylece toplumumuz müzik yaşamında yer etmiş ezgilerin karakterlerinin bozulması veya kaybolması önlenebilecektir. Amaç uygarlığı değiştirmek değil, yeni bir uygarlık yaratmak olmalıdır.


 

     Eskiden ve günümüz Türk müziğinde bilindiği üzere bestelerin ne için (ud, tanbur, kanun veya ses, kemençe vb.) yazıldığı, seslendirilmesi gerekip de çeşitli yetersizlikler yüzünden seslendirilemeyen birkaç eser dışında belirtilmemektedir. Bu da beraberinde tını düşüncesinin yokluğunu getirmekte, ayrıca belli bir ses sınırının dışına çıkılmamakta, besteler sadece ezgi ve söz dikkate alınarak yazılmaktadır. Toplumumuzda daha çok sözlü müzik türlerinin yaygın oluşu, çalgı müziğinin yaygın olmayışında çalgılama ve orkestralama bilincinin yerleşmemiş bulunması önemli bir etkendir.


 

     Uzun yıllar “karabatak” denilen yaylı-mızraplı veya pek eski olmayan eserlerde de görüldüğü gibi aynı dizek üzerinde ezgiye bir başka partın karşıt olarak eklenmesi, bazen de bunların hangi çalgılarca çalınacağının belirtilmesi gibi bir çalgılama olayının ötesine geçemediğimiz gözlenir.


 

     Çalgı müziğinin gelişebilmesi için çalgılara gereken önemin verilmesi şarttır. Çalgılarımızın yeterince ve derinlemesine incelenmediği gözleniyor. Uygulama alanındaki karakteristik yapısı ve olanakları üzerinde oldukça yüzeysel durulmuşç Tını betimlemelerinde bir-iki kelimeyle yetinilmiş. Üstelik bu betimlemelerin aynısını birbirinden farklı çalgılarla ilgili yazılarda görmek olası. “Çalgıların çalgılama açısından tanıtımı” konusuna ise hiç değinilmemiş.


 

     Bir sorunun çözülebilmesi için bilindiği gibi önce ihtiyacın ortaya çıkması gerekir. Sorun aynı zamanda yeterli ve gerekli eğitim almış, çalgısının tüm olanaklarından yararlanmasını bilen çalgıcıların az oluşundan kaynaklanmaktadır. Durum böyle olunca da doğal olarak insan sesi sınırları dışına çıkılamamaktadır. Bunda çalıcı ve bestecilerimizin yanı sıra bu müziği geniş kitlelere yayma olanağı bulunan “TRT”nin çalgısal eserlere ilgisinin azlığı büyük önem taşır. Burada bestecilerimizle çalıcılarımızın sıkı bir işbirliğine girmeleri gereği kaçınılmazdır. Bu işbirliğini yeterli (branş) müzik kültürüne sahip “TRT”yapımcılarının yakından izlemeleri ve değerlendirmeleri gereği yadsınamayacak boyuttadır.


 

     Bugün Türk müziğinde ortak bir ses bölgesi -sekizli farklarıyla- kullanılmakta, bu bölge dışındaki seslerden yararlanılmamaktadır. Böylece durmadan zenginliğinden söz ettiğimiz müziğimizin varolan değişik olanakları bilinçli-bilinçsiz veya tasasını bile duymadan değerlendirilmemektedir.


 

     Çalgı müziği açısından 30-40 yıllık geçmişe göz attığımızda ilgili konuda çalışmalar yapan birkaç bestecimizin seslendirilmeyen çalışmalarını görüyoruz. Hüseyin Sadettin Arel, ihtiyacı daha 1930’larda duymuş ve arkadaşlarıyla bilindiği gibi bir “kemençe beşlemesi” oluşturarak eserler yazılmış ve seslendirilmiştir. H.S. Arel’in vefatından sonra sözü edilen nedenlerden ötürü hatırlanmamak üzere raflara kaldırılmış, ancak Cafer Açın (İTÜ TMDK) ve Cüneyd Orhon (İTÜ TMDK)’un çabalarıyla az da olsa alto kemençe canlandırılabilmiştir. Ayrıca bu sanatçılarda armudi kemençede tel sayısı dörde çıkarılmış, tel boyları eşitlenmiş, teller çelik takılıp klavye eklenmiştir. Yapılan gelişmeler açık iken “tını kaybı” öne sürülerek üç tellici, dört tellici ayrımları süregitmektedir. Batı yerleşmiş orkestrasına doğru ilerlerken karşılaştığı sorunları çözme arayışlarında çalgılarının tınılarında da bazı kayıplar oldu. (Örneğin keman ve üflemeliler gelişimi.) Ama çalgı müziği gelişimi açısından yararları daha büyüktü.


 

     Bilindiği üzere bugüne değin farklı kişilerde değişik Türk müziği orkestra şekilleri kurulmasına karşın bunların kağıt üzerinde kalmaktan öteye gidemedikleri gözleniyor. Öncelikle kendi çalgılarımızın tek başına veya değişik birkaç çalgı veya aynı çalgılardan bireşme kümelerinin tınıları hakkında daha ileri bir kullanım açısından tecrübelere dayanarak sonuçlar çıkarmalıyız ki yerleşmiş orkestramızı kurabilelim.


 

     Neler yapılabilir? Türk müziği eğitimi veren kurumlarımızda öğrencilere ulusal özden yola çıkarak, çalgılama bilincinin yanında çoksesli duyum ve çalım eğitiminin uzun vadede sağlam verilmesi gerektir ki çoksesliliğe geçemeyişimizin ana nedenlerinden birisi de budur. Sürekli teksesli çalışmakla, sürekli çoksesli çalışmak bilindiği üzere değişik sonuçlar getirirler. Ayrıca batı müziği eğitimi veren kurumlarımızda tutarlı ve işlerliği olan bir Türk müziği eğitimi verilmesi yerinde olacaktır. Virtüozite gerektiren beste ve bunları seslendirebilecek çalıcı veya çalıcı grupları arası yarışmalar gelişmeyi hızlandıracaktır.


 

     Çalgılarımız belli aşamalar sonucu günümüze gelmişlerdir. Onların ileri düzeyde değerlendirilmeleri çalgı müziğimize, dolayısıyla müzik beğenimize yeni boyutlar kazandıracaktır.



     “Mavi Nota Aylık Müzik ve Sanat Dergisi”nin 1 Aralık 1994 tarihli sayısının 21. sayfasından alınmıştır. - 01.12.1994, Perşembe




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5788749
Online Ziyaretçi Sayısı:28
Bugünlük Ziyaret :710

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.