01.10.1983 / Handan Şardağ - Opera Arkadaşlarıma


     Merhaba;


 

     “İstanbul Şehir Operası”nın açılışından beri birlikte olduğumuz, daha sonradan bize katılanlar, aramızdan ayrılıp başka ülkelerdeki operalarda ya da başka işlerde çalışanlar, devlete geçtiğimizden beri “Ankara Operası”ndan transfer olanlar ve yeni, genç arkadaşlar, hepinize merhaba.


 

     19 Mart 1960. İstanbul’un ilk operasının ilk temsil gecesiydi, hepimizin heyecanı sonsuzdu, sanıyorum ki en heyecanlı olan da Aydın beydi. Sonuç! Tohum filizlendi, büyüdü, fidan ve de şimdi koskoca bir ağaç oldu. Ama bu hale gelinceye kadar neler geçirdik; her an kendimizi ispatlama zorunluluğunda oluşumuz, binasızlık, yangın, “Maksim”, “Şan Sineması”, “Kültür Merkezi”nin geciken onarımı, son senelerdeki devamlı idari değişmeler ve bu arada da yitirdiklerimiz.


 

     Bütün bunlara rağmen “Tepebaşı Tiyatrosu”nun minyatür gibi güzel salonunda, sahnede üzerimize gelen yağmur damlacıklarına ve bir ara maaş bile alamamamıza rağmen bir altın çağ yaşadık. Aydın hocanın elinde yoğruldu, şekillendi “İstanbul Operası”. Sonra 1969 ve o zamanki adıyla “Kültür Sarayı”, “Devlet Operası” oluşumuz, dizlerimiz titreye titreye o büyük sahnede oynayışımız. En büyük talihsizliğimiz herhalde yangın oldu. Günlerce ağladık, ama ölenle ölünmez misali sonunda “Maksim”e sığındık. Çalışmalar başladı, ön çalışmalar, ansambl’lar, şan çalışmaları “Kültür Sarayı”nın yanmayan bölümlerinde -ve de ısıtma tehlikeli olduğu için buz gibi oda ve salonlarda- koro ve korolu çalışmalar, sahne provaları “Maksim”de oluyordu. O senelerde bütün operayı “Maksim”le “Kültür Sarayı” arasında daimi bir göç halinde görebilirdiniz. Neticede, yeniden toparlandık, ikinci bir “Şehir Operası” devrimiz oldu. 1973’e geldik. O sene uzun süredir hazırlıkları yapılan “İstanbul Festivali” gerçekleşti. Olağanüstü bir çalışma başladı. “İstanbul Devlet Operası” festivale -“Ankara Devlet Operası Korosu”nun da iştiraki ile- Adnan Saygun’un “Köroğlu”, Verdi’nin “Aida”, Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” operaları ile katılıyordu. Ne günlerdi hatırlayacaksınız. “Maksim”in bütün sıraları söküldü, prova salonu oldu, sabah karanlığında “Maksim”e girip geç saatlere kadar çalışıyorduk. “Açık Hava Tiyatrosu”ndaki provalara başladığımız zaman güneşi ve güzel havayı görünce şaşırmıştım. “A aa, yaz gelmiş”, diye.


 

     Ben “Köroğlu”nun “Ana”sını oynuyordum. Öylesine kendimi kaptırıyordum ki, her provada ağlıyordum. Birkaç sene sonra, “Kültür Sarayı”nın ikinci açılışı “Köroğlu Operası” ile yapılacaktı. Tam dört ay Aydın Hoca, Saygun Hoca ve Niyazi Tagizade ile çalıştık, binanın tamamlanamaması yüzünden o sene açılış yapılamadı. Son provalardan birinde Mustafa İktu -Köroğlu’nun babası olarak- son sözlerini söylemiş, gözlerinden yaşlar akarak ölmüş, ben de başına diz çökmüş, ağıtı söylüyordum. Bu sırada konservatuvardaki -çok yakın bir binada idi- hademelerden birisi, provayı salondan takip eden Aydın beye bir kağıt imzalatmak üzere içeriye girmiş, sahnede Mustafa’yı yerde, beni de başında ağıt söylerken görünce telaşla dışarı fırlamış ve orada bulunanlara “Mustafa beyim ölmüş, bir kadın da başında ağıt yakıyor” demiş. Bunu duyunca hepimiz ne kadar gülmüştük. Ve Mustafa arkadaşım! Keşke hiç Müdür olmasa idin, bir kazanın kurbanı olarak hatıralarımızda değil de, o büyük sanatçı kişiliğinle aramızda yaşasa idin.


 

     “İstanbul Şehir Operası”na kurulduğundan bu yana kimlerin emeği geçmedi ki… Şeflerimiz K. Eichhorn’dan başlayıp G. Singer, S. Massaron, C. Nagora, B. Bogo, Dr. R. Wagner, Prof. Lessing, Zeno, Gustav Kuhn, Niyazi Tagizade ve 1962’de gelip son Karmen temsilinde bageti elinden düşene kadar çalışan Pino Trost ve kurucu şefimiz Demirhan Altuğ ve diğerleri…


 

     Ya hocalarımız… Senelerce çalıştırdığı “Şehir Korosu”nu operaya devreden değerli sanatçı Muhittin Sadak, Ren Gelenbevi, Paola Zavaroş, 1963’ten beri hiçbir polemiğe karışmadan pek çoğumuza emeği geçen, operamızla artık ilişkisini kesmesine rağmen hala her sene yeni elemanları konkurlara yetiştiren Maestro Gallo ve “İstanbul Operası”nı kuran, operanın ne olduğunu, her adımımızı öğreten, herşeyi O’na borçlu olduğumuz Aydın Gün hocamız.


 

     Hepinize selam, binlerce teşekkürler.


 

     Evet arkadaşlarım, seneler acı tatlı, bir sürü anılarla geçti, bazen sevindik, bazen üzüldük ve bugünlere geldik. Artık sanat yaşamının sonlarına gelmiş bir ablanız olarak yeni arkadaşlarıma birkaç şey söylemek istiyorum. Hepimiz bu işe gönül vermiş kimseleriz. İnsan bir kere o sahnenin tozunu yutmaya görsün, bir daha kurtulamıyor. Aydın Hoca, “Sahne mabettir, orada yapılan herşey ibadettir” derdi. Bu mabede saygılı, yaptığımız işe saygılı, büyüklerimize ve arkadaşlarımıza saygılı olmalıyız. Elimizden geliyorsa birbirimize yardım etmeliyiz, yarışmayı eşit koşullarda kendi imkanlarımızla sürdürmeliyiz. Kazandığımız başarı diğer arkadaşlarımızın omuzlarına basarak onların göz yaşı pahasına değil, gönül rahatlığı ile hak edilmiş bir başarı olmalıdır.


 

     Ancak o zaman alacağınız samimi alkışların bir değeri olacaktır.


 

     Hepinize yürek dolu sevgiler, hak edilmiş başarılar ve içten alkışlar.


 

     Kalın sağlıcakla…


     _______________________________

     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 12. Yıl, 122. Sayı ile Ekim 1983 tarihinde basılan sayısının 27-29. sayfalarından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5765252
Online Ziyaretçi Sayısı:8
Bugünlük Ziyaret :496

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.