15.05.1997 / Nail Yavuzoğlu - Türk Müziğinde Akort Meselesi


     Müzik hayatın bütün hislerini büyük bir duyarlılıkla anlatan evrensel bir dildir. Bu dil doğudan batıya, kuzeyden güneye değişmeyen bir yazı sistemini ve buna bağlı bir terminolojiyi kullanır. Bu sistem içinde farklı kültürlerin insanları, aralarında hiçbir diyalog olmaksızın birbirlerinin eserlerini yorumlar, hatta beraber icra edebilirler. Müziğin kudreti hiçbir dilin ulaşamayacağı güçtedir.


 

     Bu birlikteliğin temelinde ise, eşit aralıklı ve periyodik titreşim sonucunda oluşan müzikal seslerin frekanslarının belirlenmesi yatmaktadır. 1711 yılında “kamerton”un (diyapazon) John Shore tarafından icat edilmesiyle 18. yy.’ın ilk yarısından bir sabit referans sesi ihtiyacı giderilmiş, “kamerton”un uzun yıllar çeşitli frekansları olmuştur:


Nail Yavuzoğlu - Çizelge

 

     1788: Paris - Birinci oktav La = 409 Hz.

 

     1850: Viyana - Berlin La = 442 Hz.

 

     1858: Paris’te uluslararası bir konferansla La = 435 Hz.

 

     1885: Viyana’da uluslararası bir konferansla La = 435 Hz.

 

     1939: Uluslararası bir anlaşmada La = 440 Hz. olarak kabul edilmiştir.


 

     Bir orkestrada akordu değişmeyen tek enstrüman piyanodur. Sabit referans sesi öncelikle piyanodan obuva tarafından alınır ve orkestranın tüm enstrümanlarının akordu obuvaya göre yapılır. Obuvanın olmadığı orkestrada ise “konsermaister” sabit referans sesine göre akort edilmiş kemanından ses vererek aynı akortta buluşulması sağlanır. Türk müziğinde ise akorda referans olabilecek enstrüman kanundur. Ancak, kanun sabit referans sesini esas olarak aldığı halde La perdesi için değil, Yegah yani re perdesi için alır, yani kanunda La = 440 Hz. değildir. Bunun nedeni ise Rauf Yekta Bey’in katıldığı Suriye’de toplanan “İslam Ülkeleri Birliği”nce kabul edilen sabit referans sesinin Türk müziğine uygun olmadığı düşüncesiyle kabul edilmeyişi, “Bolahenk” dediğimiz, diyapazona göre sol akordun esas olarak alınmasıdır.


 

     Yani bir orkestra içinde tüm Türk müziği çalgıları sol tonunda bir transpoze çalgıdır. Tıpkı Fa tonunda Korno-Korangle, sol tonunda Alto Flüt, sibemol tonunda Klarinet-Trompet vs.’de olduğu gibi. Ancak bu çalgılar icradaki pozisyonları, tınıları ve transpozisyon özellikleri nedeniyle farklı tonlarda yapılmışlardır.


 

     Türk müziği akord sistemi oniki tonda mevcut olarak kabul edilen ney sazının isimleri ile tespit edilmiştir. Bu akortları diyapazon ile karşılaştırarak tablo halinde görelim:


 

     Korolar genellikle kız neyi akordunu tercih ederler, dört sesten (diyapazona göre re). Bazı korolar “süpürde”, bir ses (diyapazona göre fa) akordu. Bir kısım korolar ise “mansur” (diyapazona göre do akordu) tercih ederler. Erkek solistler: Tenorlar süpürde (F), baritonlar kız neyi (D), kadın solistler ise mansur (C) ve kız neyi (D) akordu; tambur, klasik kemençe, kanun, ud gibi enstrümanlar ise daha önce de belirtildiği gibi (Bolahenk) akortta olmalarına rağmen bir soliste eşlik ediyorlarsa solistin akorduna göre transpozisyon yaparlar. Ancak burada vurgulanması gereken çok önemli bir nokta vardır. O da tüm bu farklı akortların gündeme gelmesine rağmen nota yazısı hiçbir zaman değişmez, çünkü eğitimde makam tek bir yerden öğretilir. Örneğin “uşşak makamı” hangi akortta icra edilirse edilsin “la” üzerine yazılır. Notasyonda re üzerine yazılmış bir uşşak makamı, icradaki tabiriyle yerinden yazılmadığı için sağlıklı olarak icra edilemez. İcra edilmeye çalışılsa dahi perdeli enstrümanlarda bir standardizasyon olmadığı için tüm transpozisyonlar mümkün olmayacaktır.


 

     Halk müziği enstrümanları için de durum pek farklı değildir. Temel enstrüman bağlamadır. Bağlamanın en alt teli la olarak kabul edilip diyapazona göre do, dodiyez, re seslerine akort edilir, la telini do sesine çektiğimizde diyapazona göre akort mibemol, Türk müziğine göre iki sesten “Yıldız”, la telini dodiyez perdesine çektiğimizde diyapazona göre akort mi, Türk müziğine göre birbuçuk sesten “Müstahzen”, la telini re perdesine çektiğimizde diyapazona göre akort fa, Türk müziğine göre bir sesten “Süpürde” olacaktır. Yüne notasyonda tüm bu transpozisyonlar yapılırken notanın yazıldığı yer değişmez.


 

     Bu karmaşık durum neticesinde:


 

     1. Müziğimiz ortak bir dilin mensubu değildir.


 

     2. Bu durum ton kavramının gelişmemesine neden olmakta, mutlak olarak duyan kulaklar yetişememektedir. Türk müziği mensubu her makamı nereden çalınırsa çalınsın bir tek yerden notasyonda alıştığı nota ismini esas alarak duymaktadır.


 

     3. Bu yüzden Türk müziğinde modülasyon müessesi gelişememiş, çok büyük bir malzeme kısır bir döngü içinde tekrar edile gelmiştir.


 

     4. Enstrümanların tekamül edememesinin ve pozisyon kavramının gelişmemesinin en büyük nedenini oluşturmuştur.


 

     5. Enstrümanlar ses sahalarının dışında kullanılmaya mecbur bırakılmışlardır.


 

     6. İnsan sesleri ilmi bir tasnifin dışında kullanılmaktadır. Tek sesli müzik bünyesinde bir araya gelemeyecek ses gruplarıyla icra yapılmakta, zaman zaman tınıda meydana gelen zayıflıklara müsaade edilmektedir.


 

     7. Bu durumda Türk müziğinde bilimsel bir notasyonun varlığı iddia edilemez, notasyon “Ebced Notası”nın bir transkripsiyonu görünümündedir.

 

     ____________________________________________


 

     (*) “İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı” Kompozisyon Bölümü öğretim görevlisi.

     15-16 Mayıs 1997 tarihlerinde yapılan “4. İstanbul Türk Müziği Günleri - Türk Müziğinde Eğitim Sempozyumu” kapsamında sunulan bildiridir.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5765885
Online Ziyaretçi Sayısı:10
Bugünlük Ziyaret :734

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.